İki ay önce Fenerbahçe Beko´nun kötü gidişatı ile ilgili bir yazı kaleme almıştım. Obradovic sonrası dönemde çalkantı beklenmesine rağmen 34 haftalık ligin yarısına geldiğimizde takım dibe vurmuştu. Ancak gecenin en karanlık anından sonra kendini gösteren güneş misali gelen on maçlık galibiyet serisi, hikâyenin yeniden yazılmasına vesile oldu.
Bundan tam iki ay önce Fenerbahçe Beko’nun kötü gidişatı ile ilgili bir yazı kaleme almıştım. Obradovic sonrası dönemde belli bir seviye çalkantı beklenmesine rağmen Fenerbahçe’nin kontrolden çıkmış hali ve arka arkaya aldığı kötü mağlubiyetler sonrası yeni Koç İgor Kokoşkov’un koltuğu sallantıdaydı. Sabrıyla ünlü olmayan Fenerbahçe kamuoyundan, son yedi senede yaratılan markanın yok olmasından tutun ayrılan bütçenin futbola aktırılması gerektiğine kadar çeşitli homurdanmalar yükselmeye başlamıştı bile. 34 haftalık ligin yarısına geldiğimizde ise takım dibe vurmuştu. Ancak gecenin en karanlık anından sonra kendini gösteren güneş misali gelen on maçlık galibiyet serisi, hikâyenin yeniden yazılmasına vesile oldu.
Bu yeniden doğuşun ilk ve en önemli adımı bir dönem Fenerbahçe'de görev yapıp NBA'ye giden Marko Guduric'in geri dönmesi oldu. Takımın oyun kurma ve yaratıcılık tarafındaki yaralarına doğrudan pansuman etkisi yapması yanında, onun gelmesiyle diğer takım parçaları da yerine oturdu. Basketbolda iyi bir takım olmanın yazılı olmayan kurallarından biri uyumlu yıldız bir ikili ya da üçlü tutturmaktır. Guduric'in takıma yerleşmesiyle Vesely, DeColo ve onun oluşturduğu üçgen ligin en tehlikelilerinden birine dönüştü.
İkinci olarak ise Koç Kokoşkov’un bir Avrupalı olmasına rağmen 22 senedir NBA’de çalışmış olmasından dolayı edindiği bazı alışkanlıkları değiştirmesi oldu. Örneğin, NBA’de genellikle her takımın belirli bir ilk beşi ve ikinci takımı olur, her oyuncunun ne kadar süre alacağı üç aşağı beş yukarı belirlidir. İlk zamanlarında Kokoşkov da aynı düzeni devam ettirip keskin rotasyonlara başvurunca, özellikle kadro derinliği zaafiyeti yaşayan takımda ciddi iniş çıkışlara yol açtı. Maç içinde kaybedilen ritim bir daha toparlanamayınca kırılgan bir görünüm yarattı.
Koç Kokoşkov’un esnekliği
İşin strateji tarafında hatasından dönmeyi başaran Kokoşkov bunu davranışlarıyla da destekledi. Amerika’da koçlar görece sakin duruşlarıyla tanınsa da Avrupalı koçların oyunculara ve hakemlere nasıl bağırdığını hepimiz biliyoruz. Sukunetinin kayıtsızlık olarak algılanabileceğini anlayan Koç, sesini saha kenarında daha çok çıkarmaya başladı.
Kokoşkov’un bu değişimi onun esnekliğini kanıtlıyor. Daha önceki yazımda belirttiğim gibi basketbol kültürü olarak ne Avrupalı ne de Amerikalı olmasından dolayı her iki dünyanın parçası olabilmesi için bu esnekliği gösterebilmek zorunda. Kendisi de şubat ayı başında Tivibu Spor’la yaptığı röpotajda bunun onun için bir hayat felsefesi olduğunu anlatıyor. İki basketbol ekolünde de ‘öteki’ olarak görüldüğü için yıllar içinde bulunduğu ortama ayak uydurma alışkanlığını edindiğini de ekliyor.
Bu da bizi üçüncü adım olan oyuncu gelişimine getiriyor. Esneklik ve adaptasyonu kendine şiar edinmiş bir koçla çalışan oyuncular, “hak ettikleri sürece” belli başlı özgürlüklere sahip olacaklarını biliyorlar. Bu yüzden inisiyatif alınması gereken yerde bunu yapmaktan daha az çekinmeleri normal. Ayrıca bazı Avrupalı koçlar gibi dogmatik bir felsefe yerine oyuncuların yeteneklerine göre bir düzen yaratma çabası olması da oyuncuların bireysel olarak artılarını ön plana çıkarmaya, eksilerini ise örtmeye yardımcı oluyor. Bunun hem Euroleague tecrübesi olmayan Jarrell Eddie ve Dyshawn Pierre gibi oyuncuların, hem de Nando de Colo ve Jan Vesely gibi süper yıldızların üzerindeki etkiyi görmek mümkün.
İki ay içinde gösterilen değişim ve içinde CSKA deplasmanı da bulunan on maçlık galibiyet serisi takdire şayan. Daha da önemlisi yazının başında belirttiğim gibi bu sezonun hikâyesini basketbol severler için çok daha cazip kılıyor. Pandemi sürecinde her takımın tökezlediği dönemler yaşadığı düşünülürse yakalanılan bu havayla, bu hikâyenin sonunun nerede ve nasıl yazılacağını kestirmek imkânsız. Özellikle kendi hayatımızda da aşıyla beraber bir geri dönüş hikâyesi yazmak istediğimiz bu dönemde, Fenerbahçe Beko’nun yolculuğundan biraz da olsa ilham alabiliriz belki.