“Geçmişi hatırlamayanlar onu bir kez daha yaşamak zorunda kalırlar” George Santayana
2018 yılında, başrollerinde Avatar filminin yıldızı Sam Worthington’un yer aldığı, yönetmenliğini Lennart Ruff yaptığı ‘The Titan’ adlı bir film yayınlandı. Film gittikçe yaşanmaz hale gelen ya da getirilen dünyadan daha elverişli koşullara sahip yeni bir gezegene göç üzerine odaklanır. Yerleşilecek yeni dünya Satürn gezegeninin en büyük uydusu olan Titan’dır. Yalnız, aşılması gereken bir problem vardır. O da insanlığın anatomik yapısının Titan’da yaşamaya elverişli olmamasıdır. Çözüm ise bu iş için özel seçilmiş askerlere yapılacak belli başlı aşılar ve operasyonlarla yeni dünyada yaşamaya uygun bedenlerin ortaya çıkmasını sağlayacak mutasyonun tetiklenmesidir. Mutasyon bir canlının genomu içindeki DNA ya da RNA diziliminde meydana gelen kalıcı değişmelerdir.
Kahramanımız hava kuvvetleri pilotu Rick Janssen, insan ırkının başka bir gezegenin koşullarına uyum sağlamasına yardımcı olacak, yani bir mutanta dönüşmesini sağlayacak bu deneye katılmaya hak kazanır! Hak kazanır kazanmasına ama onunla beraber bu yolculuğa çıkan bazı askerler ve aileleri bu mutasyonun bedelini maalesef canlarıyla öderler. Gerçi, sonuçta hedef insanlığın gelişimidir, öyle değil mi? Bu uğurda elbette birkaç kurban verilebilir! Ne de olsa bu sadece bir film! Hollywood bu, yine yapmış yapacağını dediğinizi duyar gibiyim! Fakat tam da filmimizin yayınlandığı yılda enteresan bir haber dünya gündemine bomba gibi düştü.
“Dünyanın ilk genetik tasarımlı bebekleri Çin'de doğdu!” haberi basına yansıdığında tarihler 26 Kasım 2018’i gösteriyordu… ABD’li üst düzey bir yetkili “Çin biyolojik olarak geliştirilmiş süper askerler yaratmak için insan deneyleri yapıyor!” açıklamasını yaptığında ise 5 Aralık 2020’yi gösteriyordu. Peki, korona aşılarının da DNA’mıza etkisi olup olmayacağının tartışıldığı bu günlerde, insan geni üzerinde yapılan bu çalışmalar nasıl başladı ve kökeni neye dayanıyor? Gelin hep beraber zamanda ve mekânda yolculuk yaparak bu soruların cevabını bulmaya çalışalım. Belki de bu sayede aşılama telaşının arkasında neler yattığını görebiliriz.
Rotamızı antik dünya ya çevirdiğimizde karşımıza ilk olarak Platon çıkıyor. O devletin vatandaşların üreme eylemlerini denetlemesi gerektiğini ileri süren ilk filozoftu. Amacı ise daha sağlıklı ve yetenekli bireylerin üreme düzeyinin arttırılmasıydı. Yetişkinlerce kontrol edilip yaşamını sürdürüp sürdürmeyeceğine karar verildikten sonra sağlıksız olan bebekleri Taygetus Dağında öldüren Spartalılar da aynı yolu takip etmişlerdi! Romalılar da uygun bulmadıkları güçsüz bebekleri Tiber Nehrinde boğarak öldürürlerdi. Dünya tarihinde Spartalılara hayran olan bir kişi daha vardı. O da Adolf Hitler’di!
‘Saf’ ve ‘üstün’ bir Alman ırkı yaratmak isteyen Hitler’in ilk işi 1933 yılında ‘Kalıtımsal Olarak Hastalıklı Zürriyetin Engellenmesi Kanunu’ çıkarmak oldu. Böylece topluma faydası olmayan insanlar kısırlaştırılacaktı. Bu politika ile 200 Kalıtımsal Sağlık Mahkemesi kuruldu. Mahkemenin kararlarıyla 400 bin kişi rızası olmadan kısırlaştırıldı. 1 Ekim 1939 tarihinde yürürlüğe giren, adını Berlin'deki Tiergartenstraße 4 numaradaki Şansölye Ofisinden alan T4 programı ile resmi rakamlara göre 200 bin kişi hayatını kaybetti. Bir ötenazi (iyi/güzel ölüm) programı iddiası olmasına karşın, program bireylerin rızası dışında yürütülüyordu. T4 programının ışığında, Alman ırkının sözde ıslahı amacıyla milyonlarca Yahudi, Romanlar, eşcinseller, suçlular Nazi Rejimi tarafından toplama kamplarında katledildi.
Yapılan bu soykırımın kavramsal bir karşılığı bile vardı ‘Öjenik’. Bu kavramı ilk ortaya atan kişi ise Evrim Teorisi ile bilinen dünyaca ünlü bilim adamı Charles Darwin’in akrabası Sir Francis Galton’du. 1883 yılında kaleme aldığı ‘İnsan Fakültesi ve Gelişimi Üzerine Araştırmalar’ isimli kitabında ‘öjeni’ (Yunanca: eu-genēs: iyi-doğan) kavramını türetti. 1904 yılında ise öjeniyi ‘İnsanın doğum kalitesini arttırma ve en yüksek avantajı sağlama bilimi’ olarak tanımladı. Yani insanların genetik açıdan kontrol altında tutularak ve ayıklanarak insan ırkının ıslah edilmesi! Öjeni kavramını Almanya'da ilk benimseyen ve yayan kişi ise, ünlü evrimsel biyolog ve filozof Ernst Haeckel’di.
Bilinenin aksine öjenik çalışmaları Nazi Almanya’sı öncesinde ABD’de yayılmaya başlamıştı. Amerikalı bir bilim insanı olan Davenport, 1904 yılında Biyolojik Deney İstasyonunu kurdu ve 1910'da Öjenik Kayıtları Ofisini hayata geçirdi. Bu kurumlar, öjenik kurallarını belirleyecek olan kurumlar olacaktı. Bu kurumlardan en önemlisi Amerika Planlı Ebeveynlik Fedarsyonuydu. Bu federasyon da Amerikan Öjenik Derneğinden (1926-1972) doğmuştu. Amerikan öjeni hareketine önderlik edenler, Hitler'in, ‘öjeni’ kelimesini lekelemesinden sonra algıyı değiştirmek üzere öjeniyi tanımlamak için yeni sözcükler seçmişlerdi. Bu nedenle 1942'de Amerika Doğum Kontrol Federasyonunun adı, Amerika Planlı Ebeveynlik Federasyonuna dönüştürüldü. Bu federasyonun yönetim kurulunda yer alan en önemli isim ise aşı çalışmalarına milyarlarca dolar yatırım yapmış olan Bill Gates’in babası William Henry Gates’di!
Şaşırdığınızı biliyorum! Evet! Sözün bittiği yerdeyiz… Ama siz yine de kötü düşünmeyin lütfen! Ne de olsa amaç insan ırkının ıslahı! Öyle değil mi?