Shahar Fineberg, Kudüs doğumlu, İzmir kanı taşıyan, uzun süre Paris´te yaşamış, İstanbul´u keşfetme fırsatı bulunca da buraya âşık olmuş rengârenk bir karakter. Kendisini ilk kez İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu´nun YouTube kanalında izledim. Shahar eline bağlamasını alıyor, hem çalıp hem de Neşet Ertaş´tan ´Gönlüm hep seni arıyor´ şarkısını söylemeye başlayınca olan oluyor ve kendisinin izini sürmeye başlıyorum…
Shahar, tam bir müzik aşığı. Aynı zamanda radyocu, çevirmen ve yazar. Birçok dili konuşabiliyor. Ayrıca Yidiş ve Judeo Espanyol gibi unutulmaya yüz tutmuş dillerde radyo programları yapıyor. İstanbullu Yahudilerle yapmış olduğu Judeo Espanyol dilinde iki programı (https://radiorcj.info/diffusions/shahar-fineberg-a-istamboul-part-1-2) bulunuyor. İstanbul’u çocukluğunu geçirdiği Kudüs’e benzetiyor ve burayı yeni yuvası yapmak istiyor. Bir süre önce bir belgesel çalışması için ABD’ye giden bu çok renkli ve sempatik kişilik Shahar Fineberg’i gelin hep beraber daha yakından tanıyalım.
Kendinizi okurlarımıza tanıtır mısınız?
33 yaşındayım. Kudüslüyüm; ancak son sekiz yıldır Paris'te yaşıyorum. İstanbul'da birkaç ay yaşadıktan sonra burayı yeni evim yapmayı düşünüyorum.
“İSTANBUL'A GELMEMİN ASIL NEDENİ BÜYÜK BİR AŞKTI”
İstanbul’da kısa bir süre yaşadınız. Sizi buraya size getiren ne oldu?
İstanbul'a gelmemin asıl nedeni büyük bir aşktı. Bu arada içimde bir aşk daha gelişti. Bu yeni aşk ise şehrin ta kendisineydi.
2020 yazından sonra, Paris'te olabilecek bir sonraki COVID-19 kilitlenmesinden kaçmaya karar verdim.
Birkaç aylığına Türkçemi geliştirmek ve ‘kendime burada bir hayat kurabilir miyim’i deneyimlemek üzere İstanbul’a geldim.
Tarlabaşı, İstanbul’un en muazzam kültür mozaiğinin adresi idi. Talihsiz olaylardan sonra maalesef buradaki doku değişti. Tarlabaşı'nda yaşamak nasıl bir deneyim oldu sizin için?
Tarlabaşı'nda tesadüfen yaşadım diyebilirim. Arkadaşlarım evlerini kiralıyordu. Mahallenin tarihi hakkında pek bir şey bilmiyorum, ancak kendi deneyimlerime göre, sakinler arasında güçlü bir dayanışma duygusu olduğunu söyleyebilirim. Komşular kibar ve sevecen. Hatta buradaki bakkallardan biri neredeyse küçük bir toplum merkezi gibi, yolumu bulmakta zorlanırsam her zaman gittiğim yer.
“NEŞET ERTAŞ’IN BAZI ŞARKILARINI İBRANİCEYE ÇEVİRİYORUM”
Hem yazarlık hem de çevirmenlik yapıyorsunuz. İlgi alanınızı paylaşır mısınız bizimle?
‘Yazar’ kelimesi sanırım biraz fazla oldu. Çoğunlukla komik şeyler yazıyorum, çünkü ne zaman ciddi bir şey yazmaya çalışsam gülünç oluyor.
Bu yüzden çizgi romanlar, radyo skeçleri, fıkralar yazıyorum. Şu anda üzerinde çalıştığım birkaç senaryo mevcut.
Ayrıca çevirmenlik yapmayı çok seviyorum. Şu anda A. Lutzky'nin Yidiş Kitap Merkezindeki (ABD) şiirlerini Yidiş'ten İngilizceye çevirisi üzerinde çalışıyorum.
Ayrıca Neşet Ertaş’ın bazı şarkılarını İbraniceye çeviriyorum.
Bir videonuzda Unkapanı ve Balat'a yoğunlaştığınızı, hatta bunu kültürel tur olarak tasarladığınızı izledik. İstanbul’da çok kısa bir süre yaşamanıza rağmen bir İstanbulluya veya diğer turistlere tarihi yarım adayı anlatmak sizin için nasıl bir deneyim?
Katıldığım İBB videosu için kamera ekibini Tarlabaşı'nın yanı sıra Balat, Unkapanı gibi semtlerde gezdirmeyi seçtim. Bu profesyonel bir tur organizasyonu değildi. Ancak buraları turistlere veya İstanbul'dan geçen herkese tavsiye ederim. Şehirde en sevdiğim yerlerden biri İstanbul Manifaturacılar Çarşısı veya İMÇ. Burası en iyi bağlama satıcılarının, büyük plak dükkânlarının ve Türkiye'nin tüm büyük şarkıcılarının geçtiği tarihi kayıt stüdyoların bulunduğu yer.
Balat, Unkapanı ve Yahudi mirası… Bu kombinasyonun vurgusu nedir sizin için?
Balat, 1492 İspanya sürgününün varış limanlarından biri olarak bilinir. 1666'daki Büyük Yangın'a kadar Yahudiler, Haliç boyunca eski şehir surlarının içinde yaşıyorlardı. Eminönü'ndeki Yeni Camii'nin bugünkü bölgesi ‘Porta Hebraica’ veya Osmanlı Türkçesiyle ‘Cifut Kapusu’ olarak biliniyordu. Unkapanı buranın hemen yanında ve surların içinde yer alıyor. Yahudi mirası hakkında özel bir şey bilmiyorum ama o zamanlar bile Yahudilerin en çok sevdikleri müzik dükkânlarına kesinlikle yakın olduklarını biliyoruz!
Sanatsal bakış açınızla İstanbul'u tanımlar mısınız?
O zaman Neşet Ertaş'tan alıntı yapıp sorardım:
“Hep yolcuyuz böyle gelir gideriz / Dünya senin vatanın mı yurdun mu.”
Bu özelliklerinizin dışında radyo yayıncılığı yapıyorsunuz. Ayrıca bağlamaya büyük bir ilginiz var...
Fransız radyosunda ‘Yiddish haynt / Yiddish Today’ adlı bir programın ortak sunuculuğunu yapıyorum. Bu programı aynı zamanda internet üzerinden de podcast olarak dinleyebilirsiniz. İnsanlarla Yidiş dilini ve bu dille yapılacak işler hakkında konuşuyoruz. Oldukça geniş bir kategori.
Bu aynı zamanda İstanbul'da Judeo Espanol (Ladino) dilinde iki gösteri yapmama izin verdi. Maalesef Yiddish haynt’ta çok fazla bağlama yoktu ama şair Arn Zeitlin hakkında Paris'te ‘Maison de la Culture Yiddish’de yaptığımız bir podcast için bağlama fon müziği kaydettim. Ayrıca Osmanlı armonisi ve makamından büyük ölçüde etkilenen Klezmer müziğinin armonik gerilimlerini anlamaya çalışan bir gösteri yaptık.
Ailenizde başka müzisyenler de var mı?
Ben sadece bir müzik aşığıyım ama kuzenim Guy Moses gerçek bir müzisyen. Anneannem klasik eğitim almış bir piyanistti. Ama eskiden söylediği gibi parmakları profesyonel olarak devam edemeyecek kadar kısa ve şişmandı. Ayrıca, büyükannemin kuzeni Gilad Sheba, dünyanın en iyi klasik müzik müzisyenlerinin de bulunduğu, genç kemancıların eğitim verdiği harika bir yaz kampı olan Keshet Eilon Music Center’ı kurdu ve halen yönetmekte.
İstanbul'da Yahudi hayatını nasıl buldunuz? Paris'le karşılaştırıldığınızda toplum ve kültür hakkında ne söylersiniz?
Avlaremoz sayesinde harika insanlarla tanıştım, ancak ne İstanbul'da ne de Paris'te Yahudi hayatıyla ilgili çok fazla deneyimim olduğunu söyleyemem.
“BABAANNEM JUDEO ESPANYOL DIŞINDA BİR DİL KONUŞMAZDI”
Bir videonuzu “mersi muncho” diyerek bitiriyordunuz. Judeo Espanyol konuşabiliyor veya anlayabiliyor musunuz? Ailenizde bu dili konuşan biri var mı?
Babaannem İzmirli bir Türk Yahudi’si. Avraham ve Benveniste ailelerinden geliyor. 1920'lerde Amerika’ya, 1970'lerde de İsrail'e göç ettiler. Babamın annesi Judeo-Espanyol dışında bir dil konuşmazdı. Atlantic City'de işlettiği küçük bir lokantada sadece iş İngilizcesini kullanırdı. Bir de yaramazlık yaptıklarında çocuklara küfür etmek için Türkçesini kullanırdı. Bu gibi durumlar dışında konuştuğu tek dil Judeo-Espanyol idi.
Çocukken, babaannemin Ladino dilinde söylediği Pesah şarkılarını dinleyerek büyüdüm. Bir de pişirdiği her yemeğe nasıl da fazla ‘azete’ (yağ) döktüğüne dair hikâyelerini dinlerdik. Bugün, Fransızca ve Latince çalışmalarım sayesinde, Judeo-Espanyol’u çok iyi bilmediğimi fark ettirmeden sohbeti ilerletecek kadar anlayıp konuşabiliyorum.
Shahar Fineberg’i izlemek için: https://www.youtube.com/watch?v=GkTSRxMjMMQ