23 Şubat günü Hollanda´nın başkenti Amsterdam´da yapılan binlerce kişilik Black Lives Matter (Siyahi Hayatlar Önemlidir) gösterisi, 80 yıl önce Yahudilerin lehine ve Nazilerin aleyhine yapılan, ülke çapındaki üç günlük grevlerin 80. yılının anısına yapıldı.
80 yıl önce 200 binden fazla Hollandalı işçi, Alman işgalcilerinin Yahudileri ilk kez kitlesel bir şekilde sınır dışı etmesini protesto etmek için ‘Şubat Grevine’ katılmıştı. Hollanda, Yahudi vatandaşlarına yönelik zulmü protesto etmek için ülke çapında grev düzenleyen ilk ve tek Nazi işgali altındaki ülke oldu.
‘Şubat Grevi’ Almanya’nın Avrupa’ya saldırısına karşı ilk geniş çaplı halk protestosuydu. Grev ilk zamanlarda Hollandalıların direnişi şeklinde anılırken, on yıllar sonra, 100 bin Hollandalı Yahudi’nin sınır dışı edilip öldürüldüğü Holokost anlatısını içerir hale geldi.
Grev sırasında, Hollanda dokuz aydır Almanya tarafından işgal altındaydı. Grevi katalize eden olay Amsterdam’ın Jodenbuurt adındaki Yahudi mahallesinde 425 Yahudi erkeğin Almanlar tarafından tutuklanarak sınır dışı edilmesiydi.
Bir gece planlama toplantısının ardından grev organizatörleri fabrikalarda işçileri ‘Toplumumuzun ağır darbe almış Yahudi kesimiyle dayanışma göstermeye’ çağıran broşürler dağıttı. Hareket, “Amsterdam’ı bir günlüğüne kapatın” haykırışı ile birçok Hollanda şehrine sıçradı ve ülkeyi felç etti.
Şubat Grevi, Almanya’nın Yahudilerle ilgili planlarını değiştirmesine neden olmasa da yeni doğmakta olan Hollanda Direniş Hareketi, üç günlük protesto sırasında gösterilen dayanışmadan ilham aldı.
Hollandalı tarihçi Bas Kortholt’a göre ABD’deki son olayların, 80 yıl önceki grev hareketiyle bazı benzerlikleri bulunuyor. Eskiden transfer kampı olarak kullanılan Westerbork Müzesinde uzun süredir araştırmalarını yürüten olan Kortholt, “Tarihi olayları karşılaştırmak her zaman zordur” diyor. Hollanda’nın Uluslararası Holokost Anma İttifakı Delegasyonunun da bir üyesi olan Kornholt, “Ancak grevi ve geçen yazın Black Lives Matter protestolarını karşılaştırırsanız, her ikisinin de güçlü bir sembolik işlevi olduğunu görüyorsunuz” diye ekliyor. Kortholt’a göre, her iki olay da büyük ölçekte insanlara konuşma ve fikirlerini duyurma olanağı verdi.
“Tüm Amsterdam’ı Kapatın!”
Nazilerin Yahudilere yönelik zulmüne karşı ilk Hollanda protestoları, Leiden’deki ve diğer şehirlerdeki öğrencilerin üniversiteler de dahil olmak üzere Yahudilerin kamu görevlerinden alınmasını kınadıkları 1940 yılının sonunda gerçekleşti.
1941’in başlarında, ‘NSB’ olarak adlandırılan Hollanda yanlısı Nazi Örgütü, Yahudi cemaatlerini korkutmak için mahallelerine ‘Savunma Bölümü’ çeteleri gönderiyordu. Buna cevaben, Yahudi topluluğu, Almanya’nın ‘Kahverengi Gömleklileri’nin Hollanda versiyonuna karşı korunmak için kendi çetelerini örgütledi.
Şubat ayının başlarında, Yahudi ve NSB gruplarından savaşçılar, NSB üyesi Hendrik Koot’un ölümcül şekilde yaralandığı bir ‘meydan savaşı’ düzenledi. Devam eden münakaşalar Almanların Yahudi mahallesini dikenli tellerle kordon altına almasına neden oldu. Kanal köprüleri yukarı kaldırıldı ve Yahudi olmayanların girişini engellemek için kontrol noktaları kuruldu.
23 Şubat’ta şehrin Nazi işgalcileri ilk katliamlarını gerçekleştirdi. İki günlük şiddet sırasında, hepsi 20-35 yaş arası 425 Yahudi erkek tutuklandı ve sınır dışı edildi. İkisi hariç tümü, Mauthausen veya Buchenwald’da öldürüldüler.
Şubat 1941 Amsterdam Alman pogromu
Almanların Yahudilere yönelik niyetleri netleşince, yasa dışı Hollanda Komünist Partisi bir grev düzenlemeye karar verdi. 24 Şubat akşamı Jordaan Mahallesinde komünistler ve sendika temsilcileriyle bir toplantı yapıldı. Bir sonraki gün yapılacak grev ile “Tüm Amsterdam’ın bir günlüğüne kapatılması” kararı verildi.
Ertesi sabah ulaşımı felç etmek için ilk grev yapan tramvay işçileri oldu. Sağlık ekipleri ve liman işçileri onları takip etti. Sabahın ilerleyen saatlerinde fabrikalar ve mağazalar kapandı.
Grev Amsterdam’ın ötesine, diğer Hollanda şehirlerine yayılırken, Almanlar hazırlıksız yakalandı. Merkezi Amsterdam’da bulunan ve Naziler tarafından atanan Yahudi Konseyi, komünistlerden, sınır dışı edilmelerin arttırılması korkusuyla grevi sona erdirmelerini rica etti
Protestoların ikinci gününde Almanlar, tüfek ve el bombalarıyla misilleme yapıyordu. Üçüncü gün hareketin söndürülmesiyle, dokuz grevci öldürüldü ve yüzlercesi yaralandı.
Zorluklarla Dolu Bir Görev
Birkaç hafta sonra Naziler, üç grev lideri de dahil olmak üzere 18 Hollandalı grevciyi kum tepelerinde idam etti. Görevlerinden ihraç edilenler Amsterdam Belediye Başkanı, belediye meclisi ve sadakatsiz olarak görülen belediye işçileri oldu.
İnfazlar halkın ruh halini önemli ölçüde etkiledi. Örneğin ‘On Sekiz Ölülerin Şarkısı / Het Lied Achttien Dooden’ adlı şarkı sözlerinin yazılı olduğu anma kartı ‘Rijmprent’ basıldı ve saklanan Yahudi çocuklara para toplamak için satıldı. Şarkı, Yahudilere yardım etme suçundan Neuengamme Kampında öldürülen gazeteci, tiyatro eleştirmeni ve yazar Jan Campert (1902-1943) tarafından yazılmıştı.
Günümüzde Amsterdam’da bulunan Jan Kampert Anıtı’nın üzerinde ‘On Sekiz Ölünün Şarkısı’ adlı şiir yazılıdır. Şiirin bir kısmı şöyle:
“Bir hücre, ancak iki metre uzunluğunda
ve belki iki metre eninde
daha da küçüğü toprak parçası
tam bilmiyorum,
ama anonim olarak nerede yatacağımı
benim gibi arkadaşlarım,
hep birlikte on sekiz yaşındaydık,
hiç kimse şafağı göremeyecek.”
Şubat Grevi, şiir kartlarından daha sonraki silahlı direniş örneklerine kadar, Almanya’nın Hollanda’nın bazı kısımlarını aç bıraktığı ‘Açlık Kışı’ kıtlığı da dahil olmak üzere, savaş boyunca güçlü bir sembol olarak kaldı.
Kortholt, “Bu anlamda grev önemli. Grevin etkileri yalnızca 1941’de değil, uzun süreler hissedildi ve savaş sırasında ve sonrasında eski Direniş Savaşçılarının sembolü haline geldi” diyor.
1952 yılında, grevi anmak için ‘Liman İşçisi / The Dock Worker’ heykelinin açılışı yapıldı. İri, orta yaşlı bir işçi figürü, eski bir direniş eylemcisi olan heykeltıraş Mari Andriesen tarafından yapıldı ve 1941’in üç günlük grevcilerini temsil etmeyi amaçladı.
Jodenbuurt baskınlarının gerçekleştiği Portekiz Sinagogunun önünde yer alan Liman İşçisi heykeli, şehrin karşısındaki Anne Frank’ın evine benzer bir işlev görüyor. Her iki bölgede de savaş zamanı direnişin erdemleri yüceltiliyor.
Kortholt, “1950’lerde ve 60’larda anlatılanlar ağırlıklı olarak direniş hakkındaydı ve grev, savaşı hatırlatmada en çok bilinen ve en çok kullanılan sembollerden biriydi” diyor.
Liman İşçisi Heykeli
Anne Frank ve Auschwitz
1970’lerden başlayarak, Hollanda’nın savaşla ilgili belleği, Holokost üzerine daha fazla eğilmeye başladı. Direnişe ek olarak, insanlar işbirlikçilerin rolünü ve Hollanda bürokrasisinin Nazilerin her yedi Hollandalı Yahudi’den beşini öldürmesine nasıl olanak sağladığını tartışmaya başladı. Kortholt, 1970’lerden başlayarak, savaş anısının perspektifinin Holokost’a kaydığını söylüyor ve “Bugün genel halkın çoğu Anne Frank ve Auschwitz hakkında bilgi sahibi olurken, özellikle de gençler arasında grev ve diğer direniş olayları hakkındaki bilgiler kayboluyor” diye devam ediyor.
II. Dünya Savaşı boyunca, Nazi yanlısı NSB örgütünün 101 bin üyesiyle 1944’te zirvede olduğu için Nazilere yönelik Hollanda desteği yüksek düzeyde kaldı. Bu üyelerden bazıları, Almanlar tarafından ‘ödül avcıları’ da dahil olmak üzere Yahudilerin toplanıp kamplara gönderilmesine edilmesine yardımcı oldu.
Son yıllarda, Liman İşçisi heykelinin önünde heykelin evrensel anlamını genişleten birçok ırkçılık ve bağnazlık karşıtı protesto düzenledi. Kortholt’un değerlendirmesine göre ABD’deki son olaylar gelecekteki eylemlere ilham vermek için sembolik bir işlev görebilir.
Kortholt, “Siyahi Hayatlar Önemlidir protestolarının veya ocak ayında Washington’daki olayların anısının, grevin anısında olduğu gibi benzer bir yol alacağını görmek ilginç olacaktır” diyor.
Kaynak: Times of Israel