Hayatlar, tanıklıklar, anılar: ÇEK KAYIKÇI BALAT'A

Şalom Dergi Genel Yayın Yönetmeni-Yazar Suzan Nana Tarablus´un ikinci kitabı ´Çek Kayıkçı Balat´a´ Varlık Yayınlarından çıktı. Tarablus, akıcı kalemiyle bu kez okuru, bir zamanlar o semtlerde yaşayanların anılarından yola çıkarak Altın Boynuz´un iki yakasındaki Balat ve Hasköy´ün bağrına götürüyor. İnsan doğup büyüdüğü yerle, çocukluğunda biriktirdikleri, hayatın yaşattıklarıyla çoğalır ve şekillenir. Yıllarca Yahudilerin yoğun olarak yaşadığı bu iki antik semt; dayanışma duygusunun ağır bastığı, birlikte gülüp ağlandığı, aynı ekonomik iklimin insanları olarak bir arada, aile gibi yaşandığı mutlu, sıcak bir yuva olmuş onlara, o kadar ki izleri hiç silinmemiş belleklerinden... Gelin hep birlikte Tarablus´un rehberliğinde Haliç´e ve anılara uzanalım...

TUNA SAYLAĞ Sanat
17 Mart 2021 Çarşamba

Bir Sabah Galata’da Uyandım’dan sonra ‘Çek Kayıkçı Balat’a’ kitabını kaleme aldın. Proje nasıl doğdu; eski Balatlı ve Hasköylülere nasıl ulaştın?

‘Bir Sabah Galata’da Uyandım’ pandemi dönemini fırsata dönüştürme projesi olarak başladı. Varlık Yayınları tarafından gün yüzüne kavuşturulduğunda, kısacık bir zamanda geniş bir okur kitlesi tarafından öylesine ilgiyle karşılandı ki, yolumu bu yönde çizmeye karar verdim. Bu sözlü tarih çalışmamda toplumsal hafızamızı gündeme taşıyıp, tazelerken İstanbul’un kentsel belleğine de kalıcı bir miras bırakmış oluyorum. Galata’da başladığım yolculuk, ‘Çek Kayıkçı Balat’a’ ile Hasköy-Balat ekseninde tanıklıklara yer veriyor. Eski Balatlılara ve Hasköylülere ulaşmak hiç sorun olmadı. Tespit edip, aradığım herkesin seve seve katıldığı bu ikinci çalışmamın da beğenileceğine inanıyorum.

Kitaba başlarken ne gibi ön hazırlıklar yaptın? Mesela Balat-Hasköy’ü yeniden keşfettin mi?

Elbette, ön çalışmalar yaptım. Tıpkı bir yolculuğa çıkarken valizinizi hazırlamak gibi… Okumalar, araştırmalar, uzun sohbetler… Çok öğretici ve benim açımdan doyurucu oldu. Balat, sayısız dostun doğum yeri. Baba tarafım Hasköylü. Her bir tanıklık, bize bizi anlatıyor duygusu içindeyim. ‘İnsan öyküleri’ beni her daim heyecanlandırıyor. Bir de artık aramızda bulunmayan aile bireylerini satırlarımın arasında yâd ediyorum: “Çünkü hayatlarımız bizi hatırlayan son insan kadar uzundur.”

Anılarında, herkes kendi Balat ve Hasköy’ünü anlatırken birçok konuda da fikir birliği ettiler. Bu ortak duygulardan ve yaşam tarzından söz eder misin?

Aslında ‘fikir birliği’ etmekten çok benzer şartlarda, benzer inançlardaydılar. Bu durum sadece Hasköy veya Balat’a has değildi. Söz edilenler dönemin şartlarıydı, o günlerin seçenekleriydi, daha doğrusu seçeneksizlikleriydi. İletişimin ve ulaşımın kısıtlı olduğu bir zaman dilimi düşünün. Üstelik Cumhuriyetin ilk adımları, yüzyılın ilk yarısına isabet eden yıllardı. Tanıklıkların ortak anlatılarından eğitime verilen öncelik, sosyal yaşamın temeli olan yardımlaşma ve dayanışma ruhu, ailenin yadsınamaz öncelikli değeri, insanlar arası komşuluk, samimiyet, güven, paylaşımcılık gibi günümüze azalarak ulaşan kavramlar yalınlıkla dile getirildi. Tanıklarımdan birinin de not düştüğü gibi, “kıskançlık duygusu taşımama, rekabetsizlik Bu kentsoylu, çok dilli insanların erdemleriydi.

O yıllarda Yahudi erkekleri, günümüzde artık hiç yapılmayan itfaiyeci, sokak satıcısı, balıkçı, manav, şekerci vs. gibi meslekleri icra ediyordu. Nasıl bir değişim yaşandı da bu esnaflar artık hiç yok toplumumuzda?

Manavı, eskicisi, şekercisi, kasabı, zabıtası, gazetecisi, hahamı, çalgıcısı, gönüllü itfaiyecisi, meyhanecisi, kunduracısı, hatta kayıkçısı… Yaşam yelpazesindeki bütün renkler, bütün seçenekler… Okul okumuşluk ve samimiyet başroldeyken kimse kimseye üstten bakmazdı. Herkes herkesle tanış idi.  Balat’ta gösteriş yapacak kendini ispat edecek bir durum yoktu. Herkes kendi yağında kavrulurdu. Neyi göstereceklerdi ki? Hepsi yokluktan çıkmıştı. Aynı zamanda demokratik ve özgür bir ortamdı. Tanıklarımdan birinin sözleriyle yanıtımı noktalamak isterim: “Bir Balatlı olarak bir dünya insanı olarak büyütüldüm.”

Suyun iki yakasındaki Balat ve Hasköy’ün arasında sosyal, ekonomik ne farklar vardı?

Zaman ve mekân açısından Balat ile Hasköy arasında kayda değer ekonomik bir fark olduğunu zannetmiyorum. Çünkü dönemin politik ve içtimai zorlukları aynı eşitlikle kaimdi. İki semt arasından elbette yaşam tarzı farkı vardı. Fakat mekânsal yakınlık, akrabalık ilişkileri vb. nedenlerle hep yan yana anılırlar. Coğrafi yakınlık, iki semtin kimliğinin şekillenmesinde, gündelik hayatın benzer pratiklerden oluşmasına yeterli sebep değil. Balat ile Hasköy de farklı sularda akmış, farklı kimliklere sahip olmuş iki komşu semt. Balat’ın geçmişten getirdiği Sefarad altyapısı, Hasköy’ün (eski adı Picridion) ise Karay mirası var. Hasköy, Yahudilerin ilk yerleşim bölgelerinden biri. Avram Galante’nin verdiği bilgilere göre, 19. yüzyıl sonlarıyla, 20. yüzyılın başlarında Hasköy’de yaklaşık 25 bin Yahudi yaşardı. Bunların 148’i hahamdı. Ağustos 1875’te Hasköy’de açılan Alliance Okulu, 1877’de erkek çocuklara da eğitim vermeye başladı. Bu, semtin tarihinde önemli bir dönüm noktasıydı. Hasköy artık ‘aydın’ bir semt olarak anılmaya başlamıştı. Kitaptaki tanıklarımın hemen hepsinin doğrudan ve dolaylı bir Alliance anlatısı var. Bu da demek oluyor ki, iki semti de etkilemiş bir okul. Okulun Hasköy’de olması, semtin toplum yapısını dönüştürdü, buradaki Yahudi cemaatine yeniden şekil verdi. Öyle ki, 19. yüzyıldan itibaren semtte yoğun bir batılılaşma çabası görülür. Alliance’ın eğitimi doğrultusunda Hasköy cemaati oldukça verimli, üretken ve ‘dünya insanı’ olmayı başardı. Balat ise yaşamın her kesiminden insanların yaşadığı bir semt. Yahudi nüfusunun en yoğun olduğu semtlerden... Balat’ın hiçbir yere benzemeyen, kendine özgü bir dünyası var. Balat’ta Türkler, Ermeniler, Rumlar da yaşıyordu. Türk esnaf, Yahudilerin nüfus üstünlüğünün farkındaydı, Yahudi çalışma saatlerine, tüketim alışkanlıklarına ve geleneklere uygun hareket ederlerdi. Esnafın büyük kısmı Yahudilerden oluşmaktaydı. Balatlılar genellikle kasap, manav, berber, bakkal gibi dükkân sahipleriydi. Kendi halinde akan bir zaman, semtin kendine özgü dinamikleriyle şekillenen bir gündelik hayat yaşanıyordu. Yine de iki semtin insanı birbirine takılmadan edemezdi: “Hasköylü ‘mansevo’ (genç, delikanlı anlamında), Balatlı ‘pasika’ (Tercümesi, kurutulmuş üzüm. Fakat pısırık veya zayıf anlamında kullanılıyor)”. Buradan bile Hasköy’ün üstünlük iddiası açıkça görülüyor. Semt sakinlerinin kendilerine paye vermesinde bu farkların öne çıktığını düşünebiliyorum. 

İki semtte de bu kadar çok sinagog olmasını neye bağlıyorsun?

Balat’ta Yahudi cemaatinin kurumsal bir altyapısı var. Sinagoglar, dernekler, okullar, atölyeler… Bunlar cemaatin kendi kendine yettiğini gösterirken, diğer toplumlarla kaynaşmayı önleyen bir gündelik hayat politikası üretilmesine de zemin hazırlamış. Tanıklarımdan birkaçı Tevrat’ın kurallarından dem vurup, her bireyin sinagoguna 500 adımda ulaşması gerektiğini anlattı. Bana kalırsa, o dönemin Yahudi toplumu Osmanlı’nın tebaa olmaktan sıyrılmış, lakin henüz Cumhuriyet’in vaadi olan anayasa uyarınca eşit vatandaşlık deneyimine ulaşamamıştı. Var olmanın gereksinimlerinden biri aidiyet olgusudur. Sanırım Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde ülke çapında Yahudi ‘vatandaşlar’ın maruz bırakıldıkları ayırımcılık, ötekileştirme, cezalandırılma yöntemleri neticesinde ulusal kimlik yerine toplumsal olan dini kimlik öncelikliydi. Öyle ki, neredeyse tanıklıkların birçoğu koyu dindar olmadıklarını vurguluyor.

O dönemin Yahudi aile yapısı (maddi-manevi) hakkında neler söylersin?

Bana göre çalışmamı oluşturan zaman diliminde Yahudi aile yapısı bugünlere nazaran daha patriarkal, daha muhafazakâr ve hayli içe kapanıktı. Kapalı devre hayatlar sürdüren toplum bireylerinin yaşama bağlılıklarını, dirençlerini, güçlerini ailelerinin birliği ve dayanışmasından sağladıklarını düşünüyorum. Toplumsal cinsiyet açısından o günlerde kadın evin erkeğine (babasına, kocasına, ağabeyine) biat etme durumundaydı. Aralarında Jale İbrahimzadeh, Ceni Franko Gülnihal gibi insanlığın evrensel serüvenine katkıda bulunacak şahsiyetler de vardı. Tüm kadın tanıklarımın anlatısının ortak bir noktası var: fedakârlık! Baba, ağabey, koca için yapılan fedakârlık! Pek çoğu en başarılı olduğu dönemde sırf bu yüzden okullarına devam edemediler. Erken evlenmek zorunda kaldılar. Onlardan ‘iyi bir eş’, ‘şefkatli bir anne’ olmanın dışında hiçbir şey beklenmiyordu. Bu unsur da toplumun ilerlemesini yavaşlatan nedenlerden biriydi. Diğer yandan ise okul eğitiminden yoksun bırakılan o günlerin Yahudi kadınları, erkeklerinin yokluğunda ailenin idaresini/geçimini sağladı.

Balat ve Hasköy’de antisemitizm yaşanmamasına, insanların mahallelerini çok sevmelerine rağmen 40’lı yılların sonunda İsrail’e büyük bir göç yaşandı; geriye kalanlar da ilerleyen zamanlarda başka semtlere taşındılar. Bu değişim neden yaşandı?

Belirttiğin gibi Balat ve Hasköy’de Yahudi aleyhtarlıkları yaşanmadı denebilir. Çalışmamda yer alan bütün dostların kalplerinde Balat sevdası halen yaşatılıyor. Fakat iki dünya savaşı, yeni baştan kurulan bir cumhuriyet, özellikle tek partili dönemde ekalliyetlerin (azınlıkların) maruz kaldıkları tehditkâr tutumlar, maddi-manevi her açıdan aşağılanmaları göz önünde tutarsak, asırlarca yaşadıkları toprağı, artık vatan olarak addedememelerini anlayışla karşılayabiliyorum. Çalışmamda ışık tutmaya çalıştığım meseleler, savaşlarda eşleri şehit olmuş kadınların ailelerinin yanına sığınmak zorunda kalmaları, 1934 Trakya pogromunda İstanbul’a gelerek bu kentte yaşam sürdürmeleri, 20’ler Sınıfı Nafıa Askerliği, Varlık Vergisi ve 6/7 Eylül 1955’in zihinlerde bıraktığı travmalardı. İsrail’e göç elbette kısmen dinsel bir çağrının neticesinde olsa da, o günlerde yeni ufuklar arayışı yadsınamaz bir gerçekti. Ben onları ‘umut yolcuları’ olarak nitelendiriyorum. Daha iyi şartların umudu olmasa neden bir insan henüz kurulma aşamasında olan ve neredeyse tamamına yakını çöl olan bir ülkeye gitsin?

Bütün yaşanmışlıklar çok değerli kuşkusuz… En çok kimlerin anılarından etkilendin?

Ah… Bu soruyu şöyle yanıtlayacağım: Anılarını anlatan, tanıklık edenler en samimi duygularını dile getirdiler. Hani neredeyse bir aile yakınlarıymışçasına aile tarihçelerini, kişisel hatıralarını (bazen de sırlarını) anlattılar. Öyle ki, çalışmamda yer alan konuklarımın her birinden çok etkilendim, çok değer verdim. Zaten bu yüzden kitabımda yer alıyorlar! Bu vesileyle, Balatlı bir dostun beni kökten etkileyen sözlerinin her daim kulaklarımda çınladığını belirtmek isterim: “Fakir bir ülke, fakir bir halktık. Fakirliğimizin bile farkında olmayacak, mukayese yapamayacak kadar

Baba tarafı Hasköylü, Kuzguncuk’ta doğup büyümüş biri olarak kitabı okurken yer yer çok duygulandım. O güzel insanlar, hayatlar yok artık. Bu bağlamda bu tanıklıklar ve kitabın çok değerli, geleceğe bırakılan bir mektup gibi… Sırada hangi semt var?

Evet, amacım geleceğe bir mektup bırakmak ve güzel insanların yaşamlarını anlamlandırmak. Bu gibi çalışmaların literatüre en önemli katkısı yeni çalışmaları teşvik etmesidir, kanımca. Bu nedenle sürdüreceğim. Üretmek benim de hayat felsefemi özetleyen evrensel bir değer! Üçüncü yolculuğum, karşı kıyıya, Asya kıtasına doğru olacak. 17. yüzyıldan beri ‘Yahudilerin kenti’ olarak adlandırılan bir mekân… Kudüs’e ulaşmak isteyenlerin oraya varmadan önce son durakları olan, kimileri için Kudüs kadar kutsal bir yerleşime gideceğiz… Bilmem ki, belki seninle de tekrar bir araya gelmem gerekecek.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün