Alberto Kohen, nam-ı diğer Şeytan Beto çok farklı ve ilginç bir yaşam öyküsüne sahip. Hayatını Or Yom´da sürdüren bu küçük dev adamı yakından tanıyalım.
Kendinizi Şalom okurlarına tanıtır mısınız?
Beni ‘Şeytan Beto’ diye tanırlar. Asıl ismim Alberto Kohen. Yetmiş üç yaşındayım. Annem Yuna, İzmirli bir Müslümandı. Babam Yasef, Kasımpaşalı Yahudi bir balıkçıydı. Annemle babam hiç evlenmemişler. Bu yüzden nüfus cüzdanımda annemin ismi yerine babamın ölen karısının ismi yazılı. 1948 yılında beni Musevi okuluna yazdırdılar. Okul çıkışı Şehzadebaşı’ndaki sinemalara giderdim. On yaşındayken babamı kaybettim. Babam felç geçirmişti, sonra da sakat kaldı. Annem temizlik işlerine giderdi. Kuledibi’nde otururduk. Başka kardeşim yok. Hiç evlenmedim.
Hamallığa nasıl başladınız? Neden bu işi seçtiniz?
Babam beni bir kutucunun yanına çırak olarak koymuştu. Ancak ben, Eminönü’ye gidip bir semer aldım ve Eminönü Balık Halinde hamallığa başladım. O zamanlar yoksul Yahudiler, Balat, Hasköy, Aynalıkavak’ta yaşardı. Varlıklı Yahudiler ise Kuledibi’nde otururdu. Orası o zamanlar Paris gibiydi.
Fakirlik yüzünden bu işi seçtim. Başka bir iş yapamazdım.
Kazancınız sizi geçindirmeye yetiyor muydu?
On üç, on dört yaşında hamallığa başladım. Altmış yıl boyunca da bu işi yaparak geçimimi sağladım. Günlük kazancım belli olmuyordu. O günün parası ile 20-50-60 lira. Anneme Yahudi cemaati destek oluyordu. Ev kirasını öder, evin ihtiyaçlarını karşılarlardı. Sonradan annemle beni huzur evine aldılar. 2000 yılında annemi kaybettim. Ben gündüzleri hamallık yapar, akşamları huzurevine yatmaya giderdim.
Kaç kiloya kadar eşya taşıyabiliyordunuz? Hamalcılığın püf noktaları var mı?
Tabii ki püf noktaları var, olmaz mı? Elli beş yaşlarında iken 150 kiloya kadar taşıyabiliyordum. Gençken 250-300 kilo taşırdım. Örneğin 200-300 kiloluk bir para kasasının dört kat nasıl çıkartılacağının tekniğini biliyorum. Bu taşıma işini iki kişi yapacaksa, ikisi de işin tekniğini bilmeli. Önce eşyaya bakardım, gözüm kestiyse tek başıma yapardım. Yoksa yardımcılar bulurdum. Bu işte çok güvendiğim adamlar vardı. Merdiven dar mı, geniş mi eşyaya göre hesaplardım. Karşındaki adam yanlış adım atarsa bitersin. Bu teknik işidir.
Hamallık yaparken hiç kaza geçirdiniz mi?
1993 yılında sol dizimin üstüne buzdolabı düştü. Ayağım kırıldı. Balat Musevi Hastanesi beni Şişli Etfal Hastanesine yolladı. Orada ameliyat oldum. Sol ayağıma platin takıldı. İyileşince huzurevine geri döndüm. Hareketsizlikten bacağım kireçlendi, dimdik oldu, bacağımı kıvıramıyordum. Fizik tedavi için beni tekrar Şişli Etfal Hastanesine yolladılar. Her gün Kuledibi’nden Şişli’ye yayan gidip geliyordum. Böylece kaslarım açıldı. İş çıkınca “Bunu Beto yapar” demişler. Böylece uzun bir süre sonra tekrar hamalcılığa başladım.
Size Şeytan Beto lakabını kim taktı?
Kendim bu adı koydum. İşverenim yoktu. Nerede iş çıkarsa oraya giderdim. Hayali bir firma uydurdum kendime: Şeytan Nakliyat. Böylece beni Şeytan Beto diye çağırmaya başladılar.
Ne gibi işlerde çalıştınız?
Tahtakale’de semerle hamallık yaptım. Oradan yüz yüz elli tonluk kağıt balyalarını Galata’ya götürdüm. O zamanlar ambarlar Sirkeci’de idi. Kuledibi’nden Sirkeci’ye mal götürürdük. Kuledibi’nde bitpazarına eşya taşırdım. Kasımpaşa’da kasaplara et taşırdım. Neve Şalom’da düğün davetlerinin işlerini görürdüm. Matan Baseter’de düğün davetlerinde ev eşyalarını taşırdım. Masa sandalye düzenleme işlerini yapardım, yemekleri taşırdım. Hamursuz fırınında da on yıl kadar çalıştım. Peynir, şarap taşıdım. Azapkapı’da balık hali vardı. Semerle balık taşırdım. Adaya yazlığa gidenlerin eşyalarını taşırdım. Evden ada vapuruna, oradan tekrar yazlık eve. Aldığım gibi teslim eder, her şeyi yerli yerine koyardım.
Hamal olarak işinizde başarılı mıydınız?
Benden yeni evine eşyalarını taşımamı isteyen bir işverenim beni şöyle anlatmış: “Ev taşımak için çevredeki esnafa önerecekleri isim var mı diye sorduk. Beto dediler. Birlikte taşıma işi yaptığı kişileri bir orkestra şefi gibi idare eden, eşyalara zarar gelmemesi için büyük özen gösteren, koca buzdolabını ve beyaz eşyaları sırtında sünger yatak gibi taşıyan bu küçük dev adamın işine bağlılığı ve gücü beni çok etkiledi. Onu boksör olarak hayal ediyorum. Elimde olsa ona bir de antrenör tutardım. Ülkemize ağır sıklet şampiyonu olarak madalyalar kazandırırdı.”
Sizden başka Yahudi hamal var mıydı?
Elli yıl önce bir-iki kişi vardı. Şimdi isimlerini hatırlamıyorum.
Hamal arkadaşlarınız size saygılı mıydılar? Arada bir iş kavgası çıkar mıydı?
O camiada herkes beni sever, bana saygı gösterirdi. İş kavgası her zaman olurdu. Ancak herkesin bir iş alanı vardı. Kimse kimsenin alanına giremezdi. Birinin iş alanına el atmak cesaret isterdi.
Hiç seyahat ettiniz mi?
Kazandığım para ile İzmir’e Antalya’ya giderdim. Paraları orada yerdim. Hiçbir zaman sigortam olmadı. Kaplıcalara giderdim. Türkiye’deki kaplıcaların çoğunu bilirim. Gittiğim yerde otelde kalırdım. Birkaç gün kalıp dönerdim. Her gün rakı ve şarap içerdim. Ama en çok deniz kenarında tek başıma içmeyi severdim.
İlginç bir anınız var mı?
1968 yılında askerden yeni gelmiştim. Bir kadınla iş ortağı olduk. Kadın havlu işleri yapardı. Çok kişiye borcu vardı. Meyhanelere kağıt havlu pazarlamaya başladım. Borçlarını da ödemeye yardımcı oluyordum. Ama sonra iş yürümedi, kadın iflas etti.
Bir keresinde de mezarcı bir arkadaşımla Kuzguncuk’ta mezar kazmaya gittik. İki şişe de şarap aldık. Mezarlıktaki bekçi bizi gördü “Kafirler ne içiyorsunuz?” diye bizi kovaladı.
Or Yom’da ne zaman yaşamaya başladınız?
Barınyurt’a (o zaman ismi öyleydi) annemle 1990 yılında girdik. Cina Frayman, Klara Perahya, Momo Benbasat orayı açmışlardı. Annemle Kuledibi’nde, cemaatin kirasını ödediği bir evde kalıyorduk. Cemaat yetkilileri anneme ve bana “Hiçbir eşya almadan gelin, biz size bakacağız” dedi. Buraya öyle geldik. Ben akşamdan akşama oraya yatmaya gidiyordum.
Bugün 73 yaşındasınız. İş çıksa yine gider miydiniz?
Şu anda iş çıksa yine hamallık yapabilirim. Semerim hâlâ duruyor. Yüz kiloya kadar yük taşıyabilirim.