Büyük yası anma günü

Perspektif
7 Nisan 2021 Çarşamba

Merve Çakır Gök

 

Keşke birkaç hüzünlü film karesinden ibaret olsaydı yaşananlar…

Keşke sadece izleyip, gözyaşlarımızı sildikten sonra ‘neyse ki sadece bir filmdi’ diyebilseydik.

OYSA GERÇEKTİ…

İbranice’de ‘İbranice’ İvrit demektir biliyor musunuz?

İvrit, Avar kelime kökünden türetilmiştir. Geçmek demektir ‘avar’, ve ‘geçenlerin dili’dir İvrit.

Varoluşlarından bu yana hep bir yerden bir yere geçmek zorunda kalmışların dili…

Sürekli sevdiklerini kalplerinde, sermayelerini dimağlarında, evlerini sırtlarında, sorumluluklarını omuzlarında taşımak zorunda kalmışların dili…

Ve bir nefes umutla çıktıkları yolların bile sessiz ayaklarından kıskanıldığı ve bu kez geçemeyenlerin, geçmelerine müsaade edilmeyenlerin günü olan YOM HA SHOAH…

Bir buçuk milyonu çocuk, yaklaşık altı milyon insanın bütün dünyanın gözleri önünde, dünya tarihinde emsali görülmemiş bir acımasızlıkla, hukuki / kriminal bir kavram olan ‘taammüden’ sözcüğünün hakkını vere vere, bilerek, isteyerek, planlayarak ve sistematize ederek katledildiği o Büyük Felaket’in anma günü…

İbrani takviminde yılın ilk ayı olan Nisan’ın 27. Gecesi, aynı zamanda İnsanlık Tarihinin de en karanlık gecelerinden biri…

Düşünün…

Çırılçıplak soyulmuş annelerin, bir yandan hicapla avret yerlerini örtmeye çalışırken, bir yandan kendileri gibi çırılçıplak edilmiş evlatlarının soğuktan buza kesmiş ellerini umutsuzca tutup, çaresizce sustuğunu düşünün.

Düğününden gelinliğiyle alınıp, eşine kavuşamadan eşinden koparılmış, kalabalığın içinde sırma sarılı saçları kazınıp çırılçıplak edilmiş, tırnakları patlayana kadar kendi mezarlarını kazmaya zorlanmış, gözü önünde kimi sevdiklerinin kurşuna dizilip, kiminin de gaz odasında öldürülerek cansız zavallı bedenlerinin adam boyu fırınlarda yakıldığını düşünün.

Ve tüm bunları sadece Yahudi oldukları için yaşamak zorunda kaldıklarını düşünün.

Biliyorum, senelerdir alışılagelen antisemit politikalar Yahudi deyince akla iyi giyimli, para babası ve acımasız figürler getirme konusunda mahir olmuştur, ama kısa da olsa bir an, bu imgelerden sıyrılıp, 1940’ların Anadolu’sunda gezmeye çıksanız göreceğiniz insanlardan hiç de farkı olmayan mazlumların evlerinden zorla çıkarılıp sürüklene sürüklene ölüme götürüldüklerini düşünün.

Öylesine kendi halinde, öylesine kendi yağında, öylesine zararsız insanların, sırf egemen güçlerinkinden farklı bir aidiyetleri var diye, madden ve manen türlü gasp ve tecavüzle yaşama haklarından koparıldıklarını düşünün.

Yaşlı olanların bir adım öne çıkması istendiği vakit, kendilerine acınacak zannedip hızla ileri atıldıklarında tek kurşunla oracıkta katledildiklerini, Birinci Dünya Savaşı’nda bekası için gazi olduğu Almanya’nın protez bacaklarını kenara ayırıp, genç yaşında gazi olmuş Yahudi gençleri “artık yarım” diye gaz odasında boğduğunu düşünün.

Yahudi olduğunuz için bacağınızı da verseniz Alman olamayacağınızı! Ulusal devlet yalanının soğukluğunu, ne verirseniz verin hep öteki olmaya mahkûm olduğunuzu ve bunun bedelini ancak canınızla ödeyebileceğinizi düşünün…….

 

Eğer düşünmek, yazmanın bana ağır geldiği gibi sıkıştırıyorsa kalbinizi; o zaman bu satırları tekrar okuyun, tekrar tekrar okuyun ve tekrar tekrar düşünün.

Evet Holokost benzersiz olmasına rağmen dünya tarihinde bir ilk değildi, ne yazık ki son da olmadı. Eller yazdı gözler okudu daha nicesini…

Ruanda’yı, Srebrenitsa’yı, Halepçe’yi, Doğu Türkistan’ı…

Ama Holokost gibisi hiç olmadı. Dünya, Nazi kıyımından daha çirkinine, daha alçağına hiç şahit olmadı.

Okuyun, okutun, anlatın.

Kalbinize ağır da gelse, vazgeçmeyin, anmaktan da hatırlamaktan da hatırlatmaktan da sakın vazgeçmeyin.

Vazgeçmeyin ki insanlar artık öteki oldukları için bir bedel ödemek zorunda kalmasın.

Vazgeçmeyin ki farklılıklarımız aramıza çekilen setlere değil, ellerimize uzanan ellere dönüşsün.

Vazgeçmeyin ki ırkçılığı, faşizmi ayaklarımızla hep birlikte eze eze kara toprağına gömelim tarihin.

Vazgeçmeyin ki dallarımızda bahar çiçekleri olsun, köklerimizde kan ve kin yerine…

Ben bu akşam Yahudi olmaktan başka kabahati(!) olmayan, Varşovalı Sewek Frenkiel’in temiz anısı için bir mum yakıyorum, 1939’da katledildiğinde, Sewek henüz yalnızca bir yaşındaydı.

Dilerim bu mum, Yom Aşoa günü yakılacak milyonlarcasıyla birlikte kötülüğün, ötekileştirmenin, ırkçılığın karanlıkları üzerine güneş gibi doğsun.

İlk değildi, son değildi, ama artık son bulsun, insanın insana anlamsız öfkesi...

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün