Türkiye´nin en büyük Atatürk fotoğraf arşivine sahip olan, Atatürk ve Atatürkçülük üzerine 50´ye yakın kitaba imza atan, dünyanın dört bir yanında Atatürk´ü anlatmaya devam eden Hanri Benazus, geçtiğimiz günlerde eşsiz arşivini Ankara Büyükşehir Belediyesi´ne bağışlayarak yeniden gündeme geldi. Benazus ile Atatürk sevgisini konuştuk.
Sizi tanımayanlar için kendinizi biraz tanıtır mısınız?
27 Mart 1930’da İzmir’de doğdum. 530 yıllık İzmirli bir ailenin çocuğuyum. İlk, orta ve lise tahsilimi İzmir’de yaptım. İzmir Atatürk Lisesi mezunuyum. Maddi imkânsızlıklar sebebiyle yüksek tahsilimi tamamlayamadım.
Uzun yıllarımı iş hayatında geçirdikten sonra 1988 yılından itibaren emeklilik yaşamına geçtim. Yıllarca Altay Spor Kulübünde yöneticilik ve başkanlık yaptım. Koyu bir Altay taraftarıyım.
Fanatizm derecesinde bir Atatürk hayranı ve Atatürkçülük felsefesi tutkunuyum.
Uzun yıllardır insan, yakın tarihimiz, Atatürk ve Atatürkçülük konusunda kitaplar yazmakta, konferanslar vermekte, sergiler açmaktayım. Halen bu etkinlikleri Türkiye içinde ve dışında birçok okul, üniversite, dernekler kademesinde devam ettirmekteyim. Bugüne kadar 100 kitabım yayınlandı.
Yaşamınızın en önemli anısı 1937 yılında Aydın’ın Ortaklar beldesinde Atatürk’le karşılaşmanız olmuş; hatta Atatürk’ün masasındaki leblebileri yemişsiniz. O günden beri de Atatürk’ün büyük bir hayranısınız. Biraz o günü anlatır mısınız?
Ben, Hanri Benazus o küçücük yaşımda belki de tüm yaşamıma yön verecek bir olağanüstülüğü yaşama şansına erdim. Benim için bunun öyküsü, araştırmacı Gazeteci Profesör Şadan Gökovalı’nın kaleminden yansıyan satırlarında bugün gibi canlı… Cumhuriyet’in 75. yılında, 29 Ekim 1998’de Sabah Gazetesinde de yayınlanan bu yazının bazı satırbaşları şöyle:
“Atatürk’ün ‘Nöbet’ini tutanlardan Cevdet Tolgay’ın 9 Ekim 1937 Cumartesi günkü tutanağına göz atıyorum:
Aziz Ata, o gün saat 11’de, ‘Hususi Trende’ uyanmış. 14’te Nazilli’ye inmiş. Cumhuriyet’in ümran eserlerinden Nazilli Basma Fabrikasının açılış törenini onurlandırmış.
Saat 16.30’da Ata’mızla birlikte, Bakanlar Kurulu Üyelerini ve öteki seçilmiş konukları taşıyan ‘Özel Tren’, Söke yönüne doğru hareket etmiş.
Kısa sürede ‘Kutsal Yolcu’yu taşıyan ‘Özel Tren’in Nazilli’den kalktığı, tüm istasyonlara tellendi. O zaman köy olan Ortaklar da karşılamaya durdu.
Karşılayıcılar arasında Muhtar, Öğretmen, İstasyon Şefi İsmail Bey, İmam ve İncir Tarım Satış Kooperatifinin Yazmanı İshak Benazus, devleti temsilen başı çekiyordu.
Bir yandan da, İshak/Fortüne çiftinin yaklaşık yedi yıl yedi ay önce, yani 27 Mart 1930 Perşembe günü doğmuş olan oğlu Hanri, babasının ceketinin eteğini çekiyordu.
- Baba, ben de göreceğim Atatürk’ümüzü...
Kurucu Cumhurbaşkanı trenden indi. Kendisini yürekten karşılayanları vakur bir gülümseyişle selamladı.
Tam bu tarihsel anda Küçük Hanri, babasının elinden kurtulup, Ata’nın eline yapıştı. Ata bir yandan Hanri’nin kıvırcık saçlarını okşarken, bir yandan da halkına şu altı en az iki kere çizilecek sözleri söyledi:
- Ellerinizi birbirlerine değil, yüzünüze tutun, başınıza vurun. Çünkü ufukta Cihan Savaşı var...”
Büyük Ata, Küçük Hanri’nin elini bırakmadı. Onu da aldı kompartımanına. Çoğu kez olduğu gibi, rakısını ve leblebisini getirdiler. Hanri, karşısına oturduğu Ata’sını hayran hayran seyredip dinlerken, bir yandan da tabaktaki leblebilerini yiyip bitirdi.
İşte böyle başladı Türk iş adamı ve yazar Hanri Benazus’un Atatürkçülüğü...”
İşte tüm bunlar bir küçücük yüreğin içindeki coşkuların, yaşamına Atatürk’ü tanımaktan doğan bir büyük gurura, Atatürkçülük’ü de olağanüstü bir onura ve tutkuya dönüşüşünün kısacık hikayesi...
“Adımın anlamını sadece Atatürk sormadı” demişsiniz. Bu cümleyi biraz açar mısınız?
Bu konu gerçekten yaşamımın bir dönüm noktasını oluşturmakta. Ben devamlı olarak sergiler açan ve imza günleri olan biriyim. Bu etkinlikler sırasında karşılaştığım bazı kişiler, adıma bakarak benim, ne ve kim olduğumu ısrarla sormaktan kaçınmaz.
Halbuki Atatürk adımı ve sonra soyadımı sorduğunda, yanıt olarak da “Hanri Benazus” dediğimde, bana “Sen nesin? Sen kimsin? Adın neden Ahmet, Mehmet vs değil?” diye sormadı. Bu sormadıkları ile gerçek Türklüğün ne anlama geldiğini anlatmış olmuyor muydu?
Atatürk’ün ve felsefesinin büyük bir hayranısınız. Nedenlerini biraz anlatır mısınız?
Yukarıda da belirttiğim gibi Atatürk’ün sormadıkları bana bu toplumun has bir üyesi olma ayrıcalığı tanıdı ve dolayısıyla hiçbir zaman bir ayrışma noktasına gelmedim. Bu sebeple herkes gibi topluma karşı görevlerimi eksiksiz olarak yapmaya çalışıyorum. Doğaldır ki Büyük Atatürk’ün bana yükümlediği bir sorumluluk da oldu kanımca.
Atatürk konulu kaç kitap yazdınız? Atatürk hakkında bu kadar bilgiyi nereden edindiniz? Biraz kitaplarınızdan bahseder misiniz?
Bugüne kadar yazdığım kitap sayısı tam 100. Herkesin zannettiğinin aksine bir tarihçi değilim. Ben aslında felsefe, kişisel gelişim ve deneme türü kitaplar yazan sıradan bir yazarım. Ancak özellikle son 20 yılda Atatürk’ün yanlış anlatılmaya, yanlış anlaşılmaya ve yanlış yorumlanmaya başlanması üzerine derinlemesine araştırmalara girerek Atatürk ve dönemini kapsayan, olsa olsa bir ‘araştırmacı yazar’ oldum çıktım. Burada bahse konu olan benim idolüm olan Atatürk’ü savunmak değil, O’nu gereği gibi anlatmaya çalışmaktan ibarettir. Böylece bugüne kadar yazdığım Atatürk ve dönemi kitaplarımın sayısı neredeyse 50’yi aşmış bulunmakta.
Atatürk hakkında çok sayıda konferansa katıldınız, yurt içinde ve dışında sayısız sergi açtınız.
Bugüne kadar verdiğim konferanslar, paneller o kadar çok ki, sayısını hatırlamam mümkün değil. Gün geldi Londra Avam Kamarasında, gün geldi Paris Cumhuriyet Meclisinde konferanslar verdim.
Bu yıl dahi pandemiye rağmen Zoom üzerinden de olsa Amerika’da dokuz, Londra’da üç, Paris’te iki, Almanya’da iki ve Melbourne’de bir olmak üzere toplamda tam 49 konferans verdim. Yurt içi ve yurt dışında, beş kez ‘Yılın Atatürkçüsü’ ödülü aldım.
Bunlar olsa olsa Atatürk’e olan borcumu ödemeye başladığımın tesellisi olmakta. Unutmamak gerekir ki ben aynı zamanda “Atatürk ile beraber olup hayatta kalan son kişiyim.”
“Atatürk’ün iki kare fotoğrafı için ABD’ye kadar gidip geldim” demişsiniz bir yazınızda. Bu olayı anlatır mısınız?
Olay 1984 yılında New York’tan gelen bir telefonla başladı. Telefondaki kişi, kendisinde Atatürk’ün hiç bilinmeyen iki fotoğrafı olduğunu, bunları satmak istediğini söyledi. Küçük bir araştırmanın sonunda arayan kişinin babasının eski bir gazeteci olduğunu ve bu fotoğrafları 1921 yılında Ankara’da yapılan röportaj sırasında çekildiğini anladım. O günlerde mali durumum iyi olduğu için talep edilen parayı yanıma alarak günü birlik Amerika’ya giderek fotoğrafları aldım.
“Çocuklara ‘Atatürkçü olmayın! Atatürk olun!” diye seslenerek ne demek istediniz?
Benim görüşüm odur ki, bizler toplum olarak ne Atatürk’ü ve ne de Atatürkçülüğü tam anlamıyla kavramış değiliz. Atatürk, yurdumuz adına Allah tarafından gönderilmiş bir ödüldür. Yaptıkları tarihin kitabına altın harflerle yazılmıştır. Ancak Atatürkçülük birçok kişi tarafından tüm iyi niyetlerine rağmen yanıltıcı anlatımlarla sunulmakta ve ister istemez bu konunun tartışılması noktasına gelinmektedir. Aslında Atatürkçülük yalın bir ifade ile anlatılabilecek alternatifleri olmayan bir felsefedir. Bu sebepledir ki “Atatürkçü değil birer Atatürk olun… Bu memleketin her zaman yeni yeni Atatürk’lere gereksinimi vardır” demekteyim. Atatürkçülüğün anlatım alternatifleri olabilir, ancak Atatürk alternatifsizdir.
Türkiye’nin en geniş Atatürk fotoğrafları koleksiyonuna sahip Hanri Benazus, bu arşivi neden Ankara Büyükşehir Belediyesine bağışladı?
Ankara Büyükşehir Belediyesi, Ankara Kalesinin yapılmakta olan restorasyonunun ardından orada Atatürk’ün “Ankara Fotoğrafları” ile ilgili bir müze kurmak istediklerini belirtti. Ben de elimden geldiğince kendilerine yardımcı olacağımı belirttim.