İzmı̇r'ı̇n eskı̇ Yahudı̇ Mahallesı̇: BİRİNCİ JUDERİA

1993 senesinden beri İzmir ve çevresinde yaşamış Yahudi topluluklarının tarihi hakkında makaleler ve kitaplar yazan Dr. Siren Bora ile yeni kitabı ´Birinci Judeira´yı konuştuk. İzmir´in Eski Yahudi Mahallesini bir biyografi gibi ele alan Dr. Bora´nın kitabı, bir yandan tarihe ışık tutarken bir yandan da bu süreçteki yaşamı, toplumu ve kurumlarıyla okuyucunun gözünde somutlaştırıyor, bizi adeta tarihte bir yolculuğa çıkarıyor.

Mirey NASİ Söyleşi
7 Nisan 2021 Çarşamba

Dr. Siren Bora, okurlarımızın büyük bir kısmı sizi tanıyor ancak tanımayanlar için kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

İzmir doğumluyum. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü mezunuyum. 1985-1988 yılları arasında, Ege Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkilab Tarihi Bölümünde öğretim görevlisi olarak çalıştım. 1990-1993 arasında, burslu gittiğim Kudüs İbrani Üniversitesinde İbranice derslerine devam ettim. 1993’te, ‘İzmir Yahudileri Tarihi’ üzerine hazırladığım tezle ‘Tarih Doktoru’ unvanını aldım. O zamandan beri, İzmir ve çevresindeki yerleşim yerlerinde yaşamış Yahudi topluluklarının tarihi hakkında makaleler ve kitaplar yazıyorum. 40 kadar akademik makalem, sekiz kitabım yayınlandı.

Kitabınızın öyküsüyle başlayalım. Oldukça özenli ve kapsamlı bir araştırmanın sonucu olarak yazdığınız ve annenize ithaf ettiğiniz bu kitabın doğuş hikâyesini paylaşır mısınız? İzmir’in en eski yerleşiklerinden biri olan İzmir Yahudi Cemaati’nin eski mahallesi, Birinci Juderia’yı yazmaya nasıl karar verdiniz?

Bu kitabın yazım fikri, İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanı Sayın Sami Azar’a aittir. Bir yıl önce, Sami Azar beni davet ederek İzmir Yahudilerinin sosyal, kültürel ve ekonomik tarihine ilişkin kitap yazılması fikrini vakıf olarak desteklediklerini anlattı ve ilk kitabı benim yazmamı teklif etti. Vakıf üyelerine, hakkında araştırma yapılabilecek konu önerilerinde bulundum. Sonunda, İkiçeşmelik’teki eski Yahudi mahallesi, Birinci Juderia’nın tarihini yazmaya hep birlikte karar verdik. 2015’te İzmir’in ikinci Yahudi mahallesi, İkinci Juderia’nın tarihini yazmıştım. Kitabın adı, ‘Karataş Hastanesi ve Çevresinde Yahudi İzleri’. Ele aldığım dönem ise, 19. yüzyılın son çeyreği ile ailelerin Alsancak’a taşınması arasında geçen zaman süreci. Dolayısıyla, Osmanlı döneminde oluşan İzmir Yahudi Cemaati’nin başlangıç ve gelişme evreleri dahil değildi. Bu önemli boşluğun Birinci Juderia kitabım sayesinde doldurulacağı kanaatindeyim. Bu kitap, İzmir Musevi Cemaati Vakfı yayınları adı altında çıkan ilk kitaptır. Sırada, İzmir Musevi Cemaati Vakfı tarafından yayınlanacak üç kitabım daha var. Bunlar, Hahambaşı Hayim Palaçi, Karataş Hastanesi ve Çevresinde Yahudi İzleri, İzmir Yahudi Tarihi (1908-1923) adlı kitaplarımın yeni bilgi ve belgeler ışığında geliştirilmiş ikinci baskıları var. Ayrıca, AB delegasyonu destekli İzmir Yahudi Kültür Mirası Projesi kapsamında, İzmir Yahudi Basını’nı yazacağım.

 “MAHALLE TOPLUMUN AYNASIDIR”

İzmir’deki ilk Yahudi yerleşim yerlerini, mahalle ve sokaklarını, yaşamlarını anlatan kitabınızı, Birinci Juderia’nın ‘biyografisi’ olarak tanımlıyorsunuz. Hâlbuki biyografiler bir kişinin yaşam öyküsünü tanımlamak için kullanılır. Bir mahallenin biyografisi ne anlama gelir?

Haklısınız, kişinin biyografisi olur ama cansız nesnelerin biyografisi olmaz. Peki, “Mahallenin cansız bir nesne olduğunu kim iddia edebilir?” Bir evi barınağa; bir sokağı ya da mahalleyi yaşam alanına dönüştüren, bizzat insandır. İçinde insanın yaşamadığı ev, sokak ya da mahalle terk edilmiş bir görüntü sergiler. Ya da başka bir deyişle, beton yığınından ibarettir. Mahalle, içinde yaşayan insanlar vasıtasıyla bir beton yığını ya da bir idari birim olmaktan kurtulur ve can bulur. Bir aileyi tanımak mı istiyorsunuz? Önce yaşadığı mahalleye, sonra da evine gideceksiniz. Ev ve mahalle ailelerine ait izleri üzerinde taşır. Ailelerle büyüyen toplum da, içinde yaşadığı mahalleden izleri bünyesinde barındırır. Ya da şöyle izah edeyim: Mahalle, toplumunun aynasıdır. Çünkü, toplumunun yaşam enerjisini bir ayna gibi dış aleme yansıtır. Şimdi yazdıklarıma şöyle bir bakalım: Mahallenin karakter sahibi olduğundan, paylaşım yaptığından, enerjisinden ve bunu yansıttığından söz ediyorum. Demek ki canlı… Aman yanlış anlaşılmasın! Sözünü ettiğim canlılığın, günümüz robotlarıyla ya da elektronik cihazlarıyla herhangi bir alakası yok. Yukarıda kısaca yazdığım örneklemelerin tümü, toplum ile mahalle arasındaki etkileşimle ilişkilidir.

O halde Birinci Juderia’nın biyografisi, içinde bir değil yüzlerce ömür geçiren İzmir Yahudi Cemaati’nin biyografisi anlamına geliyor: Birinci Juderia, İzmir’e Yahudi ailelerin yerleşmeye başladığı tarihte doğmuştu. Kente gelen Yahudi göçmenlerle zenginleşmiş, gelişmiş ve büyümüştü. Depremlerle, yangınlarla ve salgın hastalıklarla yara almış ve nihayetinde yoksullaşmıştı. Önce Karataş bölgesinde kurulan yeni Yahudi mahallesine taşınanlar sebebiyle, sonra başta İsrail olmak üzere Güney Amerika, Kuzey Amerika ve Avrupa kentlerine olan Yahudi göçlerinden dolayı gitgide sönükleşmiş ve sessizleşmişti. Böylece adeta ölüme terk edilmiştir diyebiliriz.

Öncelikle “Smyrna (İzmir), Yahudiler açısından neden yerleşmeye değer bir kentti” buradan başlayalım, Yahudiler bu kente ne zaman, hangi koşullar altında yerleşti? Birinci Judeira nerede kuruldu?

Yahudilerin Smyrna’ya ilk yerleşim tarihi Antik Dönem’dir. Bu dönemi kitabımın giriş bölümünde kısaca anlattım. Birinci Juderia’nın kuruluş tarihi ise, 16. yüzyılın son çeyreğidir. Kurulduğu yer ise, günümüzde İkiçeşmelik olarak bilinen semtte, Kadifekale etekleridir. “Neden bu kente yerleştiler?” sorusunun yanıtına gelince; söz konusu yerleşimde etkili olan başlıca faktör, kentin artan ticari kapasitesidir. İzmir, 16. yüzyılın son çeyreğinden itibaren ticari faaliyeti ile dikkati çekmeye başlamıştı. 17. yüzyılda ise, bir ticaret merkezi olarak ön plana çıkmıştı. Ortadoğu’dan ve Anadolu’dan kervanlarla gelen mallar, İzmir Limanındaki gemilere yüklenerek Avrupa kentlerine gönderilmekteydi. Avrupa kentlerinden gemilerle gelen mallar ise, İzmir Limanında karaya çıkarılıp kervanlara yüklenmekte ve karadan gideceği bölgelere ulaştırılmaktaydı. Kısacası İzmir, Osmanlı Devleti’nin hem ihracat hem de ithalat limanı olarak yükselişteydi. Sözünü ettiğim ticari faaliyet içerisinde ise, tercüman, aracı, komisyoncu ve tacir olarak İzmirli Yahudilerin ayrıcalıklı bir yeri vardı.

 

Siren Bora

“İZMİR YAHUDİ CEMAATİ, NEVİ ŞAHSINA MÜNHASIRDIR”

Kitabınızdan, İzmir Yahudi Cemaati’nin homojen bir yapıya sahip olmadığını öğreniyoruz. İzmir’e farklı coğrafyalardan farklı zamanlarda gelen Yahudilerden bahsediyorsunuz. İzmir Yahudi Cemaati’nin kuruluşu ile ilgili bilgi verir misiniz? Cemaat ne zaman ve nerede kuruldu; göçlerin nasıl bir etkisi oldu?

Öncelikle şunu belirtmek isterim. Osmanlı döneminde kurulan İzmir Yahudi Cemaati, tamamen nevi şahsına münhasırdır. Ne İstanbul, ne Selanik, ne de Edirne Yahudi Cemaatlerine benzer. “Nedir farklılığı?” diye soracak olursanız sayayım: Öncelikle İzmir Yahudileri, kente Osmanlı’nın sürgün (zorunlu göç ya da zorunlu iskân) politikasıyla gelip yerleşmemişti. Yahudi göçmenler, daha iyi koşullarda yaşamak ümidiyle İzmir’e yerleşmeyi kendi iradeleriyle tercih etmişlerdi. İkinci olarak İzmir Yahudi Cemaati, çok farklı coğrafyalardan gelen göçmen Yahudiler tarafından kurulmuş; göçlerle beslenip büyümüş ve göçlerle küçülmüştü. Farklı coğrafya derken dikkati çekmek istediğim bölge, Kuzey Afrika ve Ortadoğu kentlerinden, Anadolu’ya; Akdeniz ve Ege Adalarından Balkanlara, İspanya’ya, Portekiz’e hatta İngiltere’ye kadar uzanmaktadır. Başka bir şekilde izah edeyim: Antik Dönem’den gelen Anadolulu Romaniotlar, sonra gelen Mizrahiler, Aşkenazlar, hatta belki de Karayitler ve Sefaradlardan oluşan bir cemaattir sözünü ettiğim İzmir Yahudi Cemaati. Bu yüzden, son derece zengin bir kültür mozaiğine sahiptir. Üçüncü ve önemli fark ise, bunca değişik coğrafyadan gelen göçmenlerin varlığına rağmen, İzmir Yahudileri çok sayıda kahale (cemaate) bölünüp parçalanmamıştı.

Bizi tarihte bir yolculuğa çıkartır mısınız? Birinci Judeira nasıl bir yerdi? 17. ve 18. yüzyıllarda Birinci Juderia’nın cadde ve sokakları nasıldı?

17. ve 18. yüzyıllarda Müslüman Türk, Rum, Ermeni ve Yahudiler kentin Kadifekale sırtlarında oturmaya devam etmekteydi. Frenkler ise, kıyı boyunca uzayan uzun bir sokakta (Frenk Sokağında) yerleşmişti. 17. yüzyılda İzmir’in oldukça kalabalık bir kent olduğunu öğreniyoruz: Kentte 90 bin kişi yaşamaktaydı ve nüfusun 12 ile 15 bin arası Yahudi’ydi. 18. yüzyılın sonuna gelindiğinde ise kentin nüfusu tahminen 100 bine yükselmişti. Bu nüfusun yüzde 62’sini Müslüman Türkler, yüzde 21’ini Rumlar, yüzde 6’sını Ermeniler ve yüzde 10’unu Yahudiler oluşturmaktaydı. Mütevazı konutların yer aldığı düzensiz bir yapıya sahip olan Müslüman Türk, Yahudi, Ermeni ve Rum mahallelerinde evler, dar ve kıvrımlı yollar üzerinde inşa edilmişti. 18. yüzyılda, büyük bir hızla artmaya başlayan Yahudi nüfus ile birlikte Birinci Juderia, İkiçeşmelik yolunun iki cephesine doğru yayılmıştı. Ama bu yayılma, kentin 16. yüzyıldan beri korunan üçgen formunun dışına taşmamıştı. 17. yüzyılda, Frenk Sokağında yer alan evler hariç, İzmir’in ve İzmir Yahudilerinin evlerinin büyük bir bölümü kerpiçti. 18. yüzyılda ise, kerpicin yerini ahşap almıştı. Evlerin ahşaptan inşa edilme nedeni ise, deprem korkusuydu. Birinci Juderia’da evler, girintili çıkıntılı, iki katlı ya da biraz daha yüksek inşa edilmekteydi. Daha yüksek olan yapılar, muhtemelen kortijolardı. Çatıları ise saçaklı ve birbirine bitişikti. İzmir’in hemen her evinde olduğu gibi Yahudi evlerinde de ihtiyaç duyulduğu zaman güneşten yararlanabilmek için birer teras mevcuttu. Evlerin arasındaki sokaklar ise çok dar ve yılankavidir (dolambaçlıdır). Sokakların genişliği 2 - 4 arşın arasıdır. Bir mimari arşını, 76 cm kabul edersek, sokakların genişliğinin 1,52 metre ile 3,04 metre arasında olduğunu söyleyebiliriz. Sokaklar dar olduğu için karşılıklı inşa edilen evler birbirine o kadar yakındı ki, birbirinin havasını ve ışığını engellemekteydi.

19. yüzyıla geldiğimizde, İzmir’e gelen seyyahlarca İzmir Yahudilerine ve Yahudi mahallesine ilişkin çizilen profilin ortak noktasının yoksulluk olduğu belirtilmiş. Bunun nedeni neydi ve ne zamana kadar bu şekilde gitti?

19. yüzyıl, İzmir Yahudileri için bir felaket yüzyılı olarak nitelendirilebilir. Yüzyıl boyunca meydana gelen büyük boyutlu yangınlar, pandemiye dönüşen veba ve kolera salgınları yüksek oranda can ve mal kaybına yol açmıştı. Yahudi okullarında verilen skolastik eğitim ise, toplumun diplomalı meslek sahibi ve okuryazar sayısını azaltmıştı. Artık İzmir Yahudilerinin sahip olduğu başlıca meslekler, seyyar satıcılık, ayakkabıcılık ve tenekecilikti. Dilencilik ise o kadar yaygındır ki, Osmanlı belgelerine, bir meslek grubu olarak kaydedilmişti. Öte yandan cemaat vergilerinin, özellikle gabela’nın tahakkuku ve tahsili sırasındaki adaletsizlik, toplumun sosyal tansiyonunu epey yükseltmişti. 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren İzmir’e kitleler halinde gelen yoksul Rusya ve Romanya kökenli Yahudilerin varlığı ise, İzmir Yahudi Cemaati’ni sosyal ve ekonomik açıdan müşkül durumda bırakmıştır. Alliance Israélite Universelle, 1873 yılından itibaren kentte modern eğitim veren okullar açmıştı. Bu okullar, cemaat üyelerinin bir bölümünün diplomalı nitelikli mesleklere sahip olmasını sağlamıştı. Öte yandan okurken yabancı dil (Fransızca), aritmetik, geometri gibi dersler alan ama mezun olmadan okuldan ayrılan gençler de ticarete atılarak zenginleşip Yahudi burjuva sınıfını oluşturmuştu. Nitekim Birinci Juderia’dan ayrılıp Karataş’a yerleşen aileler arasında ilk sırada onlar yer almaktaydı.

İZMİR’DE YAPI İSİMLERİ

Kitapta Birinci Juderia’da çok çeşitli ve önemli kurumsal yapıların mevcudiyetini anlatırken “Yapılarının pek çoğu, iki isim sahibidir” demişsiniz; bunun nedeni nedir? Ailelerin bu kurum ve yapılara etkisini örneklerle anlatır mısınız? Kurumlara ait bir anıyı paylaşır mısınız?

Birinci Juderia’daki başlıca kurumsal yapılar, sinagoglar, hastaneler, okullar, yetimhane, lazaretto ve hahamhanedir. Ayrıca cemaate ait mülkler arasında yer aldıkları için yahudihanelerin ve kortijoların bir bölümü, kurumsal yapılar kategorisine dahil edilmelidir. Vurguladığınız gibi Birinci Juderia’da yer alan yapılarının pek çoğu, iki isim sahibidir. Sözünü ettiğim özelliğin kaynağı, yapıların tarihçesinde saklıdır: Hevra Sinagogunun aynı zamanda Talmud Tora adıyla anılmasının nedeni, uzun yıllar sinagogun bir bölümünde (muhtemelen bahçedeki müştemilatta) eğitim veren Talmud Tora Okulu’nun mevcudiyetiydi. Tsontsino (Mahazike Tora) Sinagogu, önce Mahazike Tora adıyla yeşiva olarak kurulmuş, 1882’de yandıktan sonra, Tsontsino Ailesi tarafından sinagog olarak kullanılmak üzere tekrar inşa edilmişti. Dolayısıyla, onu inşa eden ailenin adını taşımaya başlamıştı. Beit Hillel (Palaçi) Sinagogunu bir yeşiva olarak kuran Eliezer Hillel’di. Yapı yıllarca Beit Hillel Yeşivası olarak hizmet vermişti. Sonra, Palaçi Ailesi tarafından dua evi olarak kullanılmaya başlanmış, böylece Palaçi Sinagogu olarak anılmıştı. Elimde Keçeciler Talmud Tora Okulu ile ilgili bir arşiv belgesi mevcut: Talmud Tora Okulunun Ziyaretçi Defteri. Defterde yer alan ziyaretçilere ait kayıtlar, 23 Ocak 1906 tarihinde başlıyor, 20 Aralık 1924 tarihinde sona eriyor. Ziyaretçiler arasında bir kişi var; Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biri. Şark Cephesi Kumandanı Kazım Karabekir Paşa, 19 Mart 1923’te okulu ziyaret etmiş. Kazım Karabekir’in el yazısıyla deftere düştüğü not ise, şöyle: “Eytam Mektebi ziyaretimden memnun oldum. Yetimlere muavenet edenleri takdir eyledim. 19 Mart 1339. İmza Kazım Karabekir”. 17 Şubat - 4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’de Birinci İktisat Kongresi düzenlenmişti. Kazım Karabekir Paşa ise, bu kongrenin başkanlığını yapmıştı. Paşa 19 Mart tarihinde, Talmud Tora Okulunu ziyaret ettiğine göre, kongre sona erdikten sonra, bir süre daha İzmir’de kalmış olmalı.

20. yüzyıla gelindiğinde o zamana kadar göç alan İzmir’in bu sefer de göç verdiğini görüyoruz. Göçmenleri taşıyan Cumhuriyet gemisinin hareket gününü anlatır mısınız?

14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti kurulduğu zaman, ekim ayından itibaren, çoğu gençlerden oluşan yüzlerce Yahudi, İsrail’e göç etmek için İzmir Emniyet Müdürlüğü Pasaport Şubesine başvurmuştu. Müdürlük, başvuru sayısının fazlalığı yüzünden yeni bir büro kurmak zorunda kaldı. Başvuranların sayısı ise, kısa zamanda 2 bini geçti. Göç etmek isteyenlerin büyük çoğunluğunun 15 ile 17 yaşlarında gençler olması nedeniyle, İzmir Yahudi Cemaati Yönetimi, göç için evlenme koşulunu öne sürdü. Evlilikleri teşvik etmek için, gençlerin düğün giderleri ile drahomalarının Yahudi cemaati tarafından karşılanacağı ilan edildi. Kısa zamanda, İzmir’in nüfus ve evlendirme daireleri, Yahudi gençlerle dolup taşmaya başlamıştı. Öte yandan, göçmenlerin evlerini satmaları nedeniyle Birinci Juderia ve İkinci Juderia’daki emlak fiyatları düştü. Birinci Juderia’nın özellikle Keçeciler semti hareketlenmişti. Arabalara sürekli eşya denkleri yüklenmekteydi. Birbirlerinden ayrılan Yahudi kadınlar gözyaşlarıyla sarılmaktaydı. Ayrıca limanda da göç sırasında duygusal sahneler yaşanmıştı. Göçmenleri taşıyan Cumhuriyet gemisinin hareket edeceği gün, liman onları uğurlamaya gelen akraba ve dostlarıyla dolmuştu. Gemi limandan ayrılırken güvertedeki göçmenler hep bir ağızdan İstiklal Marşı’nı söylemiş ve rıhtımdakiler tarafından alkışlanmışlardı.

Kitabınız bir yandan tarihe ışık tutarken bir yandan da bu süreçteki yaşamı, toplumu ve kurumlarıyla okuyucunun gözünde somutlaştırıyor. Dolu dolu yaşamış bir toplum görüyoruz. Peki, günümüze geldiğimizde Birinci Judeira’dan geriye ne kaldığını görüyorsunuz? Bu biyografinin neresindeyiz sizce?

1948 yılında başlayan göç dalgası ile kenti terk edenlerin ezici çoğunluğunu, Birinci Juderia’da oturanlar oluşturuyordu. 1950’lilerde İzmir Yahudi nüfusu 3 bine gerilemiş, 1948’de başlayan ve 1960’lı yıllara değin devam eden göç dalgaları, Birinci Juderia’nın sinagoglarının ve yeşivalarının cemaatsiz kalmasına yol açmıştı. Geride kalanlar ise, zamanla İkiçeşmelik’ten ayrılarak Karataş’a yerleşti. Yahudilerin boşalttığı konutlara yerleşenler ise, Anadolu’dan gelen Müslüman Türk göçmenlerdi. Dolayısıyla 1948-1950 yılları arasındaki dönem, Birinci Juderia’nın sosyokültürel açıdan dönüşümünün başlangıç noktasıdır. Kısacası Birinci Juderia, 1950-1960 yıllardan itibaren ölüme yatmıştır. Ya da başka bir deyişle, komaya girmiştir. Ta ki, 2000’li yıllara değin.

Birinci Juderia’dan geriye kalanlar, bu mahallede yaşayan Yahudi cemaatine ait yapılar (sinagoglar, okullar, hahamhane, şarap fabrikası, yahudihaneler ile kortijolar) ve Yahudilere özgü adlar taşıyan sokaklardır. Günümüzde İzmir Yahudi Cemaati Vakfı, İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir Yahudi Kültür Mirası Projesi ve sivil toplum örgütleri bir arada çalışarak, Birinci Juderia’yı ve çevresini komadan çıkarmak için yoğun bir çaba sarf ediyor.

Tarihsel kaynaklara dayanarak 430 yıllık bir süreci anlattığınız kitabınızın, İzmir Yahudi toplumuna ve İzmir’e nasıl bir katkıda bulunacağını öngörürsünüz ya da dilersiniz?

Bu kitap, Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi (İzmir), Central Archives for The History of The Jewish People (Jerusalem), Archives Historique de I’Alliance Israélite Universelle (Paris), Başbakanlık Osmanlı Arşivi (İstanbul), İzmir Yahudi Cemaati Arşivi ve özel arşivlerde mevcut arşiv belgelerinden, arşiv defterlerinden yararlanılarak yazıldı. Kitapta 1688 depremi öncesinde İzmir’de yaşayan Yahudi ailelerin adları da var. 1949 yılında kapanan sinagoglara ait envanter listeleri de. Birinci Juderia’da inşa edilen yapıların yerleri, adları tarihçeleri de yazılı. 1885 yılından sonra oluşturulan Yahudi mahallelerinde, 1898-1915 yılları arasındaki demografik değişimi gösteren istatistikler de. Hangi kurumların Birinci Juderia’yı komadan çıkarmak için çalıştığını söylemiştim. Demek ki, bölgede bir canlandırma faaliyeti mevcut. İşte bu noktada, kitabımın sözünü ettiğim kurumların tümü tarafından, bir rehber niteliğinde kullanılması ümidini taşıyorum.

Kitapta ele aldığım süreç, yaklaşık 430 yıl. İddia ediyorum, bu süreç aynı zamanda İzmir kentinin 430 yıllık biyografisidir. Sözgelimi İzmir Yahudi mahallesinin sokaklarının ve evlerinin profili, aslında İzmir’in 430 yıllık mimari profilidir. Ya da, kitapta sözü edilen depremler, yangınlar ve salgın hastalıklar ırk ve din ayrımı olmaksızın İzmirlilerin tümüne zarar vermişti. Öte yandan, değindiğim konulardan biri olan İzmir kentinin bir ticaret merkezi olarak yükselişi ya da sosyoekonomik ve kültürel yapı, kozmopolitlik ve topografik sınırlardaki değişim de, İzmir kentinin tarihi ile doğrudan ilintilidir. Bu yüzden, kitabımın önce güzel kentim İzmir’e, sonra İzmir Yahudi Cemaati’ne olumlu katkıları olacaktır. Buna gönülden inanıyorum.

Son olarak, altını çizerek vurgulamak isterim; tıpkı İzmir Yahudi Cemaati gibi, İzmir de, nevi şahsına münhasırdır. Diğer Anadolu kentlerine benzemez. Havasından, suyundan ya da popüler kültürde sıkça dile getirilen kızlarından söz etmiyorum. İzmir kenti, tıpkı İzmir Yahudi Cemaati gibi göçlerle beslenmiş ve büyümüştür. Farklı coğrafyalardan gelen Yahudiler; adalardan, Balkanlar’dan, Kırım’dan, Kafkaslar’dan ve kente yakın yerleşim yerlerinden gelen Müslüman Türkler; İngiltere, İskoçya, Hollanda, Almanya ve İtalya’dan gelip kente yerleşen ve Levanten nüfusu oluşturan Hıristiyanlar; Halep’ten, Orta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu kentlerinden gelen Ermeniler; İzmir’in en eski yerleşikleri olan Rumlar. Hepsi, Kadifekale’den İç Liman’a doğru, üçgen bir formda uzanan o küçücük kentte bir arada yaşamaktadır. Düşünebiliyor musunuz, kentte müthiş bir kültür bombardımanı mevcut. İşte o kültür bombardımanının sonuçlarından biri, tarihî yapılardır. Ve bu yapılar, sadece ilgili topluluklara değil, aynı zamanda İzmir kentine aittir. Bu yapılar kentin hafızasıdır. Dolayısıyla sözünü ettiğim yapılara, ‘İzmirliyim’ diye övünen her birey, sahip çıkmalıdır. Umuyorum ki, bu kitap vasıtasıyla her İzmirlinin zihninde ve kalbinde zaten mevcut olan, “kent kültürünü sahiplenme bilincine” bir nebze olsun katkıda bulunurum.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün