Efraim ve Menaşe berahasını anlamak
Şabat akşamları Kiduş öncesinde çocuklarımıza beraha veririz. Kızlarımıza verilen berahayı anlamak daha kolaydır. Çünkü dört annemizi sayar ve çocuklarımızın onlar gibi olmasını isteriz. Erkeklere beraha verirken ise üç atamızı saymamız beklenirken, karşımıza Efraim ve Menaşe çıkar. Neden böyle bir farklılık vardır? Çünkü kadınlar Tora’nın pek çok mitsvasından muaf olduklarından, onların karakter özellikleri daha ön plandadır. Nitekim atalarımız kendilerine eş seçecekleri zaman, adayların iyi karakter özelliklerine göre seçimlerini yapmıştı. Ama erkekler için iyi karakter özellikleri yetmez, Tora’ya bağlılıkları da önemlidir. İşte bu aşamada, Efraim ve Menaşe’nin iyi karakter özelliklerinin yanı sıra, Tora’ya farklı bir boyutta nasıl bağlı olduklarına bakacağız: Yaakov ölmeden önce, Yosef’in çocukları Efraim ve Menaşe’ye özel bir bereha vermişti. Onları kendi öz çocukları statüsüne yükseltmiş ve onların kendisi için Reuven ve Şimon gibi sayılacaklarını söylemişti. Nitekim ‘Efraim UMenaşe’ ifadesiyle ‘Reuven veŞimon’ ifadesinin gematriyaları aynıdır. Yine Yaakov onları mübarek kılarken, Tora’da da açıkça yazdığı gibi hem kendi isminin, hem de babaları Avraam ve Yitshak’ın isimlerinin Efraim ve Menaşe ile anılmasını söylemiş ve en sonda da berahaya konu olan “Tanrı seni Efraim ve Menaşe gibi yapsın” ifadesini kullanmıştır.
Peki, nedir onları bu kadar değerli kılan? Öncelikle en önemli özellikleri, birbirlerini kıskanmamaları ve birbirleriyle sürtüşmeye girmemeleriydi. Yaakov ellerini çaprazlayarak aslında küçük kardeş olan Efraim’e behorluk payesini verdiğinde dahi, Menaşe bunu kıskanıp tepki göstermedi, Efraim de ona hiçbir zaman büyüklük taslamadı. Bu yönleriyle onlar, adeta Yosef’in kardeşleri tarafından kıskançlık yüzünden satılması olayının tikun (tamirine) yardımcı olmuşlardı. Nitekim atalarımızın çocukları arasında ilk defa kardeşler arasında çekişme ve sürtüşme olmuyordu. Bunun yanı sıra, Efraim ve Menaşe sürgünde (galut) doğan ilk kardeşlerdi. Mısır’ın yozlaşmış ortamında, hem de vezir çocuğu mertebesinde büyümelerine rağmen asimile olmamışlar ve inançlarını korumayı başarmışlardı. Yaakov peygambersel öngörüyle, Yisraeloğulları’nın uzun yıllar sürgünlerde yaşayacağını öngörmüş ve soylarının devamını koruyabilmeleri için, Efraim ve Menaşe gibi inanç ve kültürlerine bağlı kalmalarını istemişti. Ayrıca Talmud’da dediği gibi “Bir ailede art arda üç nesil Tora’ya bağlı yetişirse, Tora o ailede her zaman kalıcı olur.” Yaakov da torunları Efraim ve Menaşe’nin bu üçlü zinciri tamamladığını görmüş ve nesiller boyu sürecek berahayı bu şekilde oluşturmuştur.
Mucizelere şükredebilmek
Mucize deyince, genelde aklımıza doğaüstü olaylar, beklenmedik üst düzey durumlar gelir. Dolayısıyla hayatımızda çok az mucize olduğunu zannederiz. Oysaki mucizeler, Tanrı’nın, doğanın işleyiş mekanizması içinde var ettiği doğal olaylardır. Bu olaylar bazen nadir olur, bazen sürekli. Bazen düşük şiddette gerçekleşir, bazen yüksek şiddette. Biz, bunlardan sadece nadir ve yüksek şiddette olanları mucize olarak nitelendiriyoruz. Yağmurun yağması bizim için normaldir, doğaldır. Ama tufan boyutunda sular ortaya çıkıp her şeyi yok edince bunu mucizevi bir olay olarak algılarız. Oysaki Tanrı Tora’da da açıkça belirttiği gibi, tufan için sadece yeryüzündeki ve gökyüzündeki mevcut suları bir şekilde kullanmıştır. Rüzgârın esmesi bizim için doğaldır, ama rüzgâr Babil Kulesi olayındaki gibi 70 milleti değişik yerlere sürükleyince veya Kızıldeniz’i yarınca, biz onu mucizevi bir olay olarak nitelendiriyoruz. Oysaki Tanrı, her zaman doğanın içinde var olan mekanizmalarını kullanmaktadır. Bir adım ileri gidersek, aslında yağmurun her yağışı başlı başına bir mucizedir. O yağmur yağana kadar doğanın içinde pek çok mekanizma çalışmıştır onu oluşturmak için. Yağmur yağdıktan sonra da mucize devam eder. Toprak ve ürünleri bereketlenir. Rüzgârın her esmesi de mucizevi bir olaydır. Rüzgâr bulutları hareket ettirerek uygun yerlere yağmurunu bırakmasını sağlar, yine bitkilerin üzerindeki sporların uçuşarak çoğalmalarına yardım eder. Şimdi farkındalığımızı biraz daha arttırırsak, uyumak ve uyanmak da bir mucize değil midir? Yemek yemek, onu sindirmek, yemekteki yararlı maddelerin vücuda karıştırılması ama yararsızların atılması mekanizması mucize değil midir? Ya nefes almak… Bizler ancak bir şeyleri kaybettiğimiz ve sonra bir şekilde geri kazandığımız zaman mucizeleri hissediyoruz. Koronaya yakalanıp entübe olanların çoğunun söylediği ortak söz, nefes almanın ne büyük bir mucize olduğuydu. Veya prostat hastaları, tıkanıklık yaşayıp tuvalete çıkamadıklarında, tedavi olup normale dönünce, tuvalete çıkmanın bile ne büyük mucize olduğunu fark ediyorlardı. Mucizeler hayatımızdayken, küçük büyük demeden onları fark edelim ve Tanrı’ya hep şükredelim. Bir hikâyeyle olayı pekiştirelim... Bir sinagogun rabisi, dua çıkışı kolu alçıda bir yahidin şeker dağıttığını görmüş ve sebebini sormuş. Adam önceki gün büyük bir kaza atlattığını ve mucize eseri sadece kolu kırılarak kurtulduğunu, bu nedenle şeker dağıttığını söylemiş. Ertesi gün duadan çıkanlar bu kez Rabi’nin şeker dağıttığını görünce sormuşlar, “Sen de mi kaza geçirdin Rabi?”
Rabi cevap vermiş: “Hayır. Ben dün başıma hiçbir kaza bela gelmediği, sağ salim günü bitirip eve döndüğüm için bu şekerleri dağıtıyorum.”
‘Leha Dodi’ duasındaki bir sırrı anlamak
Her cuma akşamı Şabat’ı karşılarken okuduğumuz çok güzel melodili bir duamız vardır; ‘Leha Dodi’. Şabat’ı adeta bir gelin gibi karşılamamız gerektiğini vurgulayan bu duada, aslında birkaç sır gizlidir. Duanın İbranicesini anlayanlar bu sırrı daha iyi hissederse de, Türkçe tercümesini de okuyunca birtakım ipuçları olduğunu hissedebilir. Mesela, Şabat’ı gelin gibi karşılarken eğildiğimizde aslında ilave Şabat ruhunu alıyor olmamız. Mesela, Tanrı’nın Şabat’ı yaratılış günlerinin sonunda yaratmaya en baştan beri kararlı olduğu. Mesela, Maşiah’ın gelişinin müjdelemesi. Bu sonuncu ile ilgili, iki şahsiyetten bahsediyor dua. Bir tanesi ‘Ben Yişay Bet Alahmi: Betlehemli İşay’ın oğlu’, diğeri ise ‘Ben Partsi: Perets’in oğlu’.
Bunların ortak özelliği ve bağlantısı nedir?
Bilindiği gibi Maşiah, David’in soyundan gelecektir. David’in babası, günahsız öldüğü farz edilen birkaç şahsiyetten biri olan İşay’dır. Büyük büyük dedesi ise, Yehuda’nın iki oğlundan biri olan Perets’tir. Yani Maşiah, Yehuda’nın oğullarından Perets’in soyundan gelen İşay’ın oğullarından David’in soyundan gelecektir. Perets’le David arasındaki bağlantıyı gematriyal olarak da şöyle teyit edebiliriz. David’in gematriyası 14’tür. Perets’in ise At-Baş (yani alfabenin ilk harfinin son harfle, baştan takip eden her harfle de sondan geri gelen her harfin eşdeğer olduğunu vurgulayan yöntem) gematriyası yine 14 çıkmaktadır.
Mısır köleliği sırasındaki ‘kotser ruah: nefes darlığı’ndan ders almak
Moşe, Tanrı’dan aldığı emirle, önce zulüm gören Bene Yisrael’e gider ve yaklaşan kurtuluşun müjdesini verir. Onlara Tanrı’nın öğrettiği işaretleri göstererek, kafalarındaki şüpheleri giderir. Ama yine de, halk yeterli tepkiyi veremez. Tora’nın diliyle, halk ağır işlerden ve nefes darlığından dolayı Moşe’yi dinlememiştir. Burada kullanılan ‘kotser ruah’ sözcüğü yüzeysel olarak nefes darlığı anlamına da gelse, esas anlamı ‘maneviyat eksikliği’dir. Yani halkı Moşe’yi dinlemekten alıkoyan, aslında yoğun çalışmaktan çok, Mısır kültürüne maruz kalmaktan dolayı maneviyatlarının çok düşmüş olmasıydı. Yalnız bedenen değil, zihnen ve ruhen de tutsak hale gelmişlerdi. Nitekim Tanrı Mısırlılara her verdiği belayla aslında Bene Yisrael’e mesajlar veriyor ve onları bu uykularından uyandırmaya çalışıyordu. Peki, o gün, Bene Yisrael Mısır’da zorunlu köleydi. Silahların ve kırbaçların gölgesinde çalışıyor ve bazı şeyleri yapmaya zorlanıyorlardı. Bu durumda halkın maneviyattan uzaklaşmasını biraz olsun anlayabiliriz. Ya bugün, Bene Yisrael ne yapıyor: Hiçbir silah ve kırbaç zoru yokken, yaşadığı toplumların içinde birçok zaman kendi isteğiyle yoğun iş yüklerinin altına giriyor ve yabancı kültürlerin etkisinde kalıyor. Bu şekilde adeta kendi iradesiyle Tora’dan ve maneviyattan uzaklaşıyor. Mısır köleliğinde yaşananlardan ders alınması lazımdır. Tanrı, Moşe’yle Paro’ya yolladığı mesajlarda “Bırak halkımı ki bana ibadet etsinler” demiştir. Yani Tanrı Bene Yisrael’in, Paro ve Mısır’ın (Mitstrayim) fiziksel köleliğinden sıyrılarak, kendisine dönmesini ve manevi olarak hizmet etmelerini istemiştir. Bu mesaj ebedidir, bugün için de geçerlidir. O zaman, günümüzde dünyada kendini gösteren Mısır’dakine benzer çeşitli belaların dozu artmadan, mesajı alıp fizikselliğe gömülmekten kendimizi sıyırarak, acilen Tora’ya ve maneviyata yönelme zamanıdır.
Bunları biliyor musunuz?
Vefat eden bir kadının aşkava (anma duasında) okunan duanın başlangıcı olan ‘Eşet hayil mi yimtsa’nın, her cuma akşamı Şabat Seudası öncesinde okunan ‘Eşet Hayil’ duasından alınmış olduğunu ve bu duanın da, Şelomo Ameleh’in Mişle kitabında bulunan bir bölüm olduğunu... ‘Eşet Hayil’in, aslında Şelomo Ameleh’in, erkeklerin eşlerini ve annelerini onurlandırmaları için yazdığı 22 alfabetik harfle başlayan akrostiş bir şiir olduğunu ve 22 pasuğundan her birinin, Tanah’taki kadın şahsiyetlerin iyi eylemlerini yansıtmakta olduğunu…
Atalarımızdan sadece Avraam’ın başta kısır olduğunu, annelerimizin ise hepsinin başta kısır olduklarını ve hepsinin dualar sayesinde çocuk sahibi olabildiklerini…
‘Mitsrayim: Mısır’, kelimesinin esaret ve köleliğin ipucunu verdiğini… Mitsrayim’in ilk harfi olan Mem’in bir açıklığı varken, sondaki Mem’in hiçbir açıklığı olmayan bir harf olduğunu. Dolayısıyla Mitsrayim’e, yani Mısır’daki köleliğe girişin son derece kolay gerçekleşirken, çıkışın Tanrı’nın yardımı olmasaydı imkânsız olduğunu…
Sorularla düşünelim
Neden Tora’da bahsedilen benzer iki olaydan birinde Moşe altını ateşe atmış ve ortaya Menora çıkmışken, diğerinde ise Aaron altını ateşe atmış ve ortaya altın buzağı çıkmıştır?
Soruların cevapları
‘Ay üzerinde bulunması gereken Yahudi bir astronot, zamanı gelmişse Birkat Alevana (Ay Kutsaması) söyler mi?’ diye sormuştum. Cevabı; bu durumda Yahudi astronot Birkat Alevana (Ay kutsama duası) söylemez. Bunun sebebiyle ilgili ipuçlarını dua metninin içinde bulabiliriz. Öncelikle bu kutsamayı yapabilmek için, ayı gökyüzünde net şekilde görmek gerekmektedir. Ayrıca yine metinde, ona dokunmaya kalkışsak da dokunamadığımızı, bu şekilde bize kötülük yapmak isteyenlerin de bize dokunamadığı vurgulanmaktadır. Yani bu duayı, ancak yeryüzünde olup da gökte ayı net bir şekilde gören bir kişi söyleyebilir, o da dolunay zamanı gelmeden önce…
Yorum ve görüşleriniz için: [email protected]