Biteatral'ın Zoom oyunu: 'HİKÂYELERİMİZ'

“Yaşadığı şiddetten, tacizden, tecavüzden utanan, korkusundan susan, derdini söyleyemeyen ya da zorunlu olarak boyun eğen kadınların ve çocukların sesi olmanın birçok yolu var kuşkusuz. Biz ´anlatmayı´ seçtik. Hepimizin bitsin diye ümit ettiği ama günümüzde hâlâ devam etmekte olan tacizler, tecavüzler, şiddetler, cinayetler bir gün sona erecekse bu hepimizin ortak direnciyle olacak. Bizler de nefesimiz yettiğince ´Hikâyelerimiz´ ile susmayıp anlatalım istedik.”

Erdoğan MİTRANİ Sanat
14 Nisan 2021 Çarşamba

1963 İstanbul doğumlu Ayşe Lebriz Berkem, MSÜ Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü 1985 mezunu. 1985-2018 yılları arasında Bursa ve İstanbul Devlet Tiyatrolarında çalışmış.

Akademisyen, oyuncu, yönetmen Ayşe Lebriz Berkem, duruşu ve etrafına tepeden bakışıyla ‘ben buradayım’ diye bas bas bağıran kadınlı erkekli ünlü sahne ‘divalarından’ çok farklı biri. Tiyatro aşkıyla yarattığı birbirinden etkileyici işlere, sahnelere kazandırdığı sayısız gence karşın, müthiş çalışkan, sade ve alçakgönüllü bir büyük sanatçı. Sinema ve dizi sektöründe de oyunculuk yapan Berkem, tüm meslek yaşamı boyunca tiyatro yapmak isteyen gençlere destek olmuş, İstanbul’un genç özel tiyatrolarının birçok projesine oyuncu olarak katılmış, otuz yılı aşkın bir süredir de eğitmenlik yaparak her yaşta çok sayıda genci yetiştirmiş.

2010 yılında kurduğu Tiyatro Biteatral’ın, ‘Medea’ ile başlayan 11 yıllık yolculuğunda, çoğunu Ayşe Lebriz’in oynadığı ve/veya yönettiği, birbirinden ilginç ve etkileyici metinler sahnelenmiş. Tiyatroyu çevrimiçine zorlayan pandemi sürecinde yeni oyununu, banttan değil de, Moda Sahnesinin ya da GalataPerform’un yaptığı gibi, sahneden canlı gösterime çıkarmayı yeğleyen Biteatral, Ayşe Lebriz Berkem’in erkek egemen toplumun kadınlara reva gördüklerini Zoom üzerinden canlı anlattığı performansı ‘Hikayeler’ ile evlerimize konuk oluyor.

‘Hikâyelerimiz’, üç öykü ve bir baladdan oluşuyor.

Ayfer Tunç’un Fehime adlı öyküsü, yaşananların bir çocuğun ağzından anlatıldığı müthiş acı bir pedofili hikâyesi. Hiç dur durak bilmeyen bir çocuk, kardeşiyle beraber yaşamak zorunda kaldığı karabasanı tek nefeste, bir şelale gibi akıtarak anlatırken izleyiciyi de nefessiz bırakıyor.

Berkem’in gerçek hayattan yola çıkarak kurguladığı Gülfer, bir çocuk gelinin öyküsü. Kendisinden yaşlı bir adamla evlendirilen, çocuk yaşta anne olan, çocuklarıyla beraber büyüyen Gülfer’in çok katmanlı hikâyesi, kocasının tecavüz ettiği komşularının çocuk yaştaki kızını, hapisten kurtulmak amacıyla, eve kuma getirmeye kalkışmasıyla bir bilinçlenme ve bedeli ne olursa olsun mücadele öyküsüne dönüşüyor.

Duygu Asena’nın yazdığı Nur ya da Yalan, hiç beklenmedik bir kişiden, beklenmedik anda gelen şiddet olgusunun, insanı alt üst edişi anlatılıyor. Dokuz yıl hapisten çıkmasını bekledikten sonra sadece yedi ay evli kaldığı büyük aşkı Ömer’e kavuşan Nur’un, kocasının takıntılı kıskançlığı ve hırsını fiilen şiddete çevirmesiyle sevinci kursağında kalıyor. En ürkünç olan, ‘koca dayağı’ olgusunun sadece ülkemizde değil, dünyanın her yerinde, en bilinçli ve eğitimli kesimlerde bile sıklıkla var olması değil, şiddete maruz kalan kadının bunu ‘aşk’ olarak algılayıp kabullenmesi.

‘Hikâyelerimiz’, Süreyya Karacabey’in Kadın Savaşı Baladı ile noktalanır: “İçimizden kırılgan düşlerin geçtiği masallarınız bitti, çiçekli böcekli bir elişi kitabına boyadığınız ya da kırık bir iğneyle kelebek gibi bir fon perdesine iliştirdiğiniz ömrümüz, cehennem kaçkını bir ruhla birleşip öldü ve yeniden dirildi ve acı çektirdiğiniz bütün kız kardeşlerimiz için hesap sormak için döndü.”

Ayşe Lebriz Berkem, metni Zoom oyununa dönüştürürken ‘Hikâyelerimiz’i sadece başını ve kimi zaman ellerini görebildiğimiz çok yakın plan çekimlerle anlatmayı yeğlemiş. Çok da iyi yapmış. Zaten bir yılı aşkındır Zoom aracılığıyla bireysel ya da grup olarak karşısındaki canlı kişiyle birebir iletişim kurmaya alışmış olan izleyiciyle anlatıcı/oyuncu arasında göz göze, burun buruna, neredeyse oyuncunun nefesini yüzünde hissettiği interaktif bir ilişki kuruluyor. Böylece ‘Hikâyelerimiz’i izlemek, Ayşe Lebriz ile seyirci arasında teke tek yaşanan, mahrem bir sohbete, bir dertleşmeye dönüşüyor. Bu biçem, oyunun tanıtımındaki amacına ulaşmasına büyük destek oluyor. Tabii ki bunda, kuşağının en başarılı oyuncularından Ayşe Lebriz Berkem’in, benzersiz içtenliği ve doğallığıyla Fehime’nin tokat gibi final cümlesinin acısını ta içimize akıtan ya da Nur’un yediği her yumruğu yanağımızda şaklatan olağanüstü yorumunun büyük payı var.

Dekor ve kostüm tasarımını Zeynep Erdem’in üstlendiği ‘Hikâyelerimiz’i her karakter için ayrı bir kostüm giyerek keyifli bir fon perdesinin önünde (balad için arkasında) canlandırıyor ama sesinin tınısı ve tonlaması, şive kullanımı, bakışları, mimikleri ve yüz ifadesiyle kişilerini öyle bir ayrıştırıyor ki, siyah bir fonda, siyah bir kostümle bile oynasa seyirci kimin Fehime, kimin Gülfer, kimin Nur olduğunu anında fark edebilir.

Pandeminin tiyatroda yarattığı zorunlu evrimi, kusursuz bir oyunculuğun tadına vararak izlemek için mutlaka seyredin derim. Hele anlatılanlar ya da benzerleri başınızdan geçmişse sakın kaçırmayın. Yaşayıp da anlatamadıklarınızı, duyulmasından korktuğunuz için sustuklarınızı, baskılayarak içinize akıttıklarınızı sizin adınıza söyleyebilen bu kadını izlemek, emin olun ki tedavi edici bir terapi etkisi yaratıyor.

Yılın olmazsa olmazlarından. Mutlaka izlenmeli.

18 Nisan, 2 ve 16 Mayıs Pazar saat 18.00’de. Biletleri mobilet’ten temin edebiliyor.

Pandemiye rağmen Moda Sahnesinde yeni prodüksiyon:Ormanlardan Hemen Önceki Gece’                 

"Sokağın köşesini dönüyordun, seni o zaman gördüm, yağmur yağıyor, üst baş sırılsıklam, saç baş perişan, olacağı bu tabii yersen o kadar yağmuru, ama olsun dedim içimden..."

20. yüzyıl tiyatronun kült yazarlarından Bernard-Marie Koltès, 1948’de Fransa Metz’de doğmuş, şiddetin, uyuşturucu bağımlılığının, intihar teşebbüsünün eksik olmadığı kısacık yaşamı, AIDS kaynaklı kanserler yüzünden 1989’da, Paris’te sona ermiş. Öldüğünde sadece 41 yaşındaymış. 

Rimbaud ile Jean Genet’nin duygudaşı Koltès, kısacık ömrüne, çoğunlukla yalnızlık ve ölüm temalarının öne çıktığı 15 oyun ve iki roman sığdırmış.

1976’de 28 yaşında yazdığı, ilk kez 1977’de Avignon’da sahneye koyduğu tek kişilik ‘La Nuit Juste Avant Les Forêts / Ormanlardan Hemen Önceki Gece’, oyun bile sayılamayacak, upuzun bir monolog.

Yalnız bir adam, köşe başında karşılaştığı bir yabancıya, bulabildiği tüm sözcüklerle kendi dünyasını anlatır. Bu suskun ve hareketsiz yabancının çekip gitmesini engellemek için onunla hiç kimseye söyleyemeyeceklerini paylaşır. Bu zaman zaman kendini tekrarlayan karmaşık monolog, yalnızlıktan ölmek üzere olan bir adamın, aralıksız tek bir nefeste, belki ötekine, belki de kendi kendine söylediği upuzun bir cümledir. Bu noktasız, virgülsüz, kesintisiz tek cümle, aynı anda birçok farklı şeyi düşünmekte ve bunları iç içe anlatmakta olan adamın belki de yalnız başına ölmemek için haykırdığı son bir aşk ve isyan çığlığıdır.

Moda Sahnesi, yabancı metinleri sahnelerken yepyeni bir çeviriden yola çıkma geleneğini sürdürerek Ayberk Erkay’ın argo ve küfürden çekinmeyen yepyeni Türkçe aktarımından yola çıkmış. ‘Ormanlardan Hemen Önceki Gece’yi Kemal Aydoğan yönetiyor, Sahne tasarımı Bengi Günay’a, ışık tasarımı İrfan Varlı’ya, müzikleri Fidel Kılıç’a ait.

Barış Yurtsever, 2014 yılında Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarından mezuniyet projesi olarak 55 dakikaya indirgeyerek yönettiği ve oynadığı oyunun bu kez 85 dakikalık tam metnini yorumluyor.

Aydoğan, söylenen her sözcüğün anında yeni bir sözcük doğurduğu karmaşık metni belli ki neredeyse kelimesi kelimesine inceleyip irdelemiş. Koltès’in, oyunu yazdığı dönemde Fransız Komünist Partisi üyesi olduğunu da unutmadan metnin politik yanını da açığa çıkaran bir yorum yapmış ve metinde dinleyicinin beyaz tenine özenen anlatıcıyı Cezayirli bir göçmen olarak göstermiş. Başkişisinin ‘yabancılığını’, ‘ötekiliğini’ vurgulayan bakış açısı, kanımca, kendi de ‘öteki’ olan, kendisini çağdaş dünyada sürgündeymiş gibi hisseden Koltès’e çok yakışmış.

Metinde adamın Cezayirli kökeninden hiç söz edilmediğinden, bu olgunun kostümü her zaman sahne tasarımının bir öğesi olarak gören Bengi Günay’ın muskasına kadar düşünülmüş giysisiyle aktarılması müthiş parlak bir buluş.

Aydoğan, suskunluğu, tepkisizliği ve gerçekliğiyle var olan ya da düşselliğiyle anlatıcının beyaz tenli alter egosu olan dinleyiciyi fiilen oyuna sokmaya karar vererek bu rolü izleyiciye yüklemiş. Galaların tüm önlemlerin alınarak kısmen yüz yüze yapıldığı oyunda salon ışıkları her seyirciyi yanındakilerden arındırarak oyuncuyla baş başa bırakacak kadar yarı yarıya karartılmış.

Sonuç olarak her daim tazeliğini koruyan ünlü bir oyunun, aykırı ve çok parlak bir yorumu. Bu anlaşılması zor metni tam kavrayabilmek için bir kez izlemek kesinlikle yeterli değil. Zaten Barış Yurtsever’in olağanüstü performansı da birkaç kez izlenmeyi hak ediyor.

30 Nisan’da sahneden canlı olarak yayında. Mayıs ayında pandeminin durumuna bağlı olarak sahneden naklen ile birlikte 15 günde bir küçük gruplara yüz yüze de düşünülüyor. Her iki biçemde de sakın kaçırmayın derim.

Herkese sağ ve sağlıklı seyirler dilerim…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün