Berlin Kabarett oyunu, iki dünya savaşı arasındaki döneme tutulmuş politik, sosyal ve kültürel bir ayna… “Wilkommen, Bienvenue au Berlin Kabarett.”
Tilda Tezman
Eski bir fahişe olan Kristen, 1930’lu yıllarda, her alanda büyük bir çöküşte olan Berlin’de bir kabare işletmektedir. Weimar yönetimi altındaki kentteki bu kabarede gösteriler fütursuzca sahnelenmektedir. Kristen oğlu, eski sevgilisi, meşhur bir kompozitör ve iki müzisyen eşliğinde, seyirciyi geçmiş bir ihtişamın anıları arasına götürüyor ve Almanya’nın en karanlık devirlerine, hiciv ile parlatılmış bir yolculuğa çıkarıyor.
Seyirciler piyano, perküsyon ve trompetten kurulu enfes bir müzik grubunun hoş nameleriyle karşılanıyor… Sarışın, belden yukarısı çıplak, kurşuni kıllarla kaplı bedeni ve askılı pantolonuyla genç bir barmen, seyircileri, Berlin Kabarett oyununun sahneleneceği salona buyur ediyor. Müzisyenler bol makyajlı ve çoraplarında tozluklar var. Piyano, George Grosz’un ‘Berlin’de Bir Sokak’ tablosuyla çepeçevre kaplanmış. Bu tabloda sokağın sefaleti ve restoranların ihtişamı ile iki dünya arasındaki derin uçurum vurgulanıyor.
Küçük bir cep tiyatrosu olan Poche Montparnasse, bu oyun için bir Berlin Kabaresi’ne dönüştürülmüş; önde oturanların yanına yerleştirilmiş küçük sehpalarda bir kadeh şampanya, Alman kıyafetli bir garson tarafından seyircilere ikram ediliyor. Ahlak kurallarının hiçe sayıldığı bu ortamda bolca müzikle, dansla, şarkılarla, travestilikle ve alkolle seyirciyi oyalamak, gündelik problemlerinden bir nebze uzaklaştırmak ve eğlendirirken de içlerine nükte ile karışık direniş tohumları ekmek hedeflenmiş.
Ve gösteri başlıyor… İki saat boyunca aralıksız sürüyor… Dibe çökmüşlüğün atmosferinde, neşelenip hoşça vakit geçirmek için her gece kapılarını açan bu kabarenin içinde eğlence son süratle devam ederken, kapının dışında ise Yahudilere, eşcinsellere, komünistlere her türlü eziyet ve işkence sürmekte…
Yıl 1945… Kristen (Marisa Berenson), Fransız polisi tarafından sorguya çekilmekte… 1930’lu
kabare işletmeciliğini, bir yolunu bularak devam ettirmiş; kuvvetli karakteri, ödün vermez dik duruşuyla Kristen, kabaresini nasıl büyük bir özveriyle çalıştırdığını flashback’lerle anlatıyor.
Kristen çok güzel bir kadın… Ama maalesef sevmeyi bilmiyor! Kazara, bir tesadüf sonucu Victor (Sebastian Galeota) adında bir oğlu olmuş. Kristen, oğlunu acımasızca sömürmüş ve istismar etmiş. Viktor, bir travesti olarak bu kabarede dans etmeye, şarkı söylemeye başlamış. Viktor’un tek bir emeli var: Kendisini annesine beğendirebilmek ve hayatının aşkını bulabilmek… Bu kabarede, Kristen’in komünist bir yazar olan eski sevgilisi Karl (Jacques Verzier) ve piyanist Fritz (Simon Legendie) birlikte çalışmakta. Her ikisi de Yahudi olan bu sanatçılar, kimliklerini gizleyerek her gece gösterilerini sahnelemekteler. Bir yandan Kristen’in eşcinsel oğlu, diğer yandan da Yahudi ve Komünist müzisyenler, Nazi polisinin elinden nasıl kurtulacaklar? Tek çare bol bol beste yapmak, şarkı söylemek ve kurtların kapıya dayandıklarını insanlara duyurmak… Ama Kristen kendini kurban edebilecek yapıda bir kadın değil. Kendini kurtarabilmek uğruna herkesi, hatta oğlunu bile ihbar edebilecek biri, maalesef…
Ağır bir ekonomik krizden geçmekte olan Almanya’da, artistler ve sanatçılar, bozuk düzene şarkılar, skeçler ve iğneleyici göndermelerle muhalefet etmekteler:
-Büyük ve zalim kurttan kim korkar?
-İnekler ve Naziler!
Sahnede neşe, canlılık ve umut rüzgârları esse de işler sarpa sarıyor. Bir türlü sevemediği, ne yaparsa yapsın bir türlü beğenemediği oğlunu aşağılayan, azarlayan, rezil eden bu gaddar, egoist, kendisinden başkasına yaşama hakkı tanımayan kadın, gözünü kırpmadan eski sevgilisini ve müzisyenini Gestapo’ya ihbar ederken, oğlunu onlara teslim etmekte de bir an bile tereddüt etmiyor.
Stephen Druet’nin yazıp sahneye koyduğu Berlin Kabarett gösterisinin sahne rejisi mükemmel. Kostümler, dekor, ambiyans, müzik, 1930’lu yılların Berlin’ine tıpatıp uygun ve titizlikle seçilmiş. Sinemaya ve kabarelere bir güzelleme adeta… Druet, Marisa Berenson gibi bir yıldızı, Fransa’da sahneye çıkması için ikna etmekte bayağı zorlandı. Ama Marisa’nın, sahnede bir müzikalde boy göstermek gibi bir hayali de vardı.
80 yaşına merdiven dayamış Marisa Berenson’un güzelliği, kusursuz vücudu, vakur duruşu inanılmaz etkileyici. Büyük bir keyifle şarkı söylüyor, dans ediyor ve ahlaksız Kristen karakterine can veriyor. Sinemada Venedik’te Ölüm, Cabaret, Barry - Lyndon filmlerinin efsane ve unutulmaz yıldızı Marisa Berenson, sahnede de sanatını konuşturuyor. Her Zaman On Yedi Yaşında Değiliz şarkısını söylerken çok dokunaklı. Berenson çok klas, zarif, sahneden yansıyan aurası çok etkileyici. Hayatta kalabilmek için her türlü alçaklığı yapabilecek Kristen rolünü kabul eden ve hakkıyla oynayan bu büyük yıldıza kocaman bir alkış!
1977 Arjantin doğumlu Sebastian Galeota, oğul rolünde her zamanki gibi döktürüyor. Benim son yıllarda keşfettiğim ve derinden etkilendiğim Galeota çok başarılı bir oyuncu. Onu Renata, DolcEvita, Amor Amor oyunlarında beğenerek seyretmiştim. Bu oyunda da travesti rolünü muazzam bir performansla sergiliyor. Patroniçenin sevmediği, aşağıladığı, iğrendiği eşcinsel oğlunu oynarken muhteşemden öte: Akrobat numaralarıyla, sıra dışı kostümleri ve makyajıyla, olağanüstü danslarıyla ve billur sesiyle akıllara durgunluk veren bir gösteriye imza atıyor. O çok donanımlı bir oyuncu, seyircisini her an şaşırtabilen ve büyüleyen bir yetenek.
Théâtre de Poche-Montparnasse, Aralık 2019