“Filozoflar şimdiye dek dünyayı çeşitli şekillerde yorumlamışlardır; oysa asıl mesele dünyayı değiştirmektir.” Karl Marx
Alman burjuvazisinin saygın ve varlıklı ailelerinden gelen iki filozof, tarihçi ve siyaset bilimcinin, Yahudi Karl Marx (1818-1883) ile Protestan Friedrich Engels’in (1820-1895) birlikte yazdığı Komünist Manifesto, Avrupa’nın devrimci ayaklanmalarla çalkalandığı bir dönemde, Şubat 1848’de basılır. Bilimsel sosyalizmin kitlesel siyaset sahnesine çıkışının ilk kuramsal çalışması olan, neredeyse her dile çevrilen, onlarca kez toplatılan, basımı ve dağıtımı yüzlerce kez yasaklanan Manifesto, yayımlandığı günden beri hem en çok okunan, en çok tartışılan toplumsal siyasal metinlerden biri olmuş, hem de tarihteki tüm sosyalist ve komünist partilerin programlarının temelini oluşturarak milyonlarca insanın yaşamının değişmesinde rol oynamıştır. Proletaryanın burjuva düzenini ve özel mülkiyeti bir devrimle ortadan kaldırarak sınıfsız bir toplum düzeni gerçekleştirmesinin gerektiğini söyleyen Manifesto, yazıldığından bu yana tarihin akışı içerisinde büyük toplumsal değişiklikler de yaşansa, Sovyetlerin çöküşünün ardından siyasal doktrin olarak aşılmış, devrini doldurmuş da görülse, temel tartışması olan ‘ezenler’ ve ‘ezilenler’ arasındaki kavga günümüzde de sürmektedir. Oyun Sandalı, birileri hiçbir zaman tüketemeyeceği servetlere sahip olurken, dünyada yeterince beslenemeyen, temel ihtiyaçlarına ulaşamayan, okul yüzü göremeyen yüz milyonlarca insanın yaşadığı, kadınların eşitlik mücadelesi kazanımlarının ellerinden alınmaya çalışıldığı, çocuk işçiliğinin gün geçtikçe arttığı, emekçilerin emeklilik haklarını dahi kaybettiği dünyamızın şirketlerin para hırsı yüzünden can çekiştiğinin bilinciyle, kapitalizmin dünyayı bir felakete doğru sürüklediğini daha XVIII. yüzyılın ortalarında gören iki büyük düşünürün bu ‘uyaran’ eserini, çevre felaketlerinin eşiğinde yaşayan 21. yüzyılın insanlarıyla tiyatronun olanaklarını kullanarak buluşturmaya karar vermiş.
Komünist Manifesto, tarihte ilk kez tiyatro sahnesinde Harun Güzeloğlu’nun G. Doğan Görsev’in çevirisinden yola çıkarak uyarladığı, sahne tasarımın yaptığı ve yönettiği tek kişilik bir oyun olarak, ‘Manifesto’ adıyla dünya prömiyerini 21 Nisan 2021’de Moda Sahnesinde çevrimiçi olarak yaptı. Işık tasarımını Yüksel Aymaz, görsel tasarımını Orçun Kaya, müzikleri Dengin Ceyhan, koreografiyi Gülgün Nural, metin danışmanlığını Aydemir Güler, İngilizce altyazısını Bahadır Dülger üstlenmiş.
Yönetmen Harun Güzeloğlu’yla oyuncu Cansu Fırıncı, bir siyası toplumsal manifesto olan metni didaktik bir konferans olmaktan kurtarıp, parlak buluşlarla sağlam ve ilgi çekici bir teatral boyuta oturtmayı başarmışlar. Brecht’e selam çakan bol şakalı ve bol şarkılı epik biçem uyarlamaya cuk oturuyor. Metnin ruhunu ve önerdiği mücadelenin özünü korurken, ‘hastag’ından günümüzün siyasal söylemlerine. Nazım Hikmet’le Hasan Hüseyin Korkmazgil’in dizelerine güncelleştirilmesi de çok başarılı. Sahnelemenin en etkileyici yanı, sahneye Nazan Celebci’nin (ZeZe) çok başarılı stilize Şarlo’nun Küçük Serseri giysisi ile gelen Cansu Fırıncı’nın metni, şarkıları, mimikleri ve beden diliyle Charlie Chaplin ile büyük başarıyla özdeşleşerek aktarması. Biçem sahnelemeye keyifli bir akıcılık sağlarken Charlie Chaplin’in güldürü kalıbında ne kadar ciddi temalara değindiğini de simgeliyor. Oyunu, Chaplin’in ‘Modern Zamanlar’da söylediği anlamsız dildeki ünlü şarkıya Türkçe sözler uydurarak başlaması, sinemanın gelmiş geçmiş en büyük dehasına müthiş bir saygı duruşu.
Tiyatroyla yakından uzaktan hiçbir alakası olmayan bir metne gerçekten teatral bir boyut kazandıran çok ilginç ve etkileyici bir çalışma. Cansu Fırıncı’nın çok ciddi bir metnin hakkını verirken aktarımını Charlie Chaplin biçemi ile harmanlamasıysa harika.
Mutlaka izlenmeli.
Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu
‘Lorca’nın Acıklı Güldürüsü’
1995’de üniversite sonrası sanatsal faaliyetlerini sürdürmek isteyen Boğaziçi Üniversitesi mezunları tarafından kurulmuş olan Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST), hâlen İstanbul’da faaliyetini sürdürmekte olan ‘ödeneksiz’ tiyatrolarımızın en eskisidir.
Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği bünyesinde çalışmalarını sürdüren BGST, zaman zaman bağımsız, zaman zaman ortak çalışmalar yapan tiyatro, dans ve müzik birimlerinden oluşur. 2004 yılında oluşturulan Kuramsal Eğitim ve Araştırma Birimi, ekonomik, politik, toplumsal ve kültürel alanlarda ve çevre-ekoloji sorunları hakkında eğitim ve araştırma faaliyetleri yürütmektedir.
Profesyonelliğe hazırlanırken yeni bir proje oluşturmaya çalıştıkları dönemde, konsept danışmanları Ömer Faruk Kurhan’ın önerisiyle, üniversite tiyatrosu kökenleri nedeniyle genç seyirciyle olan alışverişleri de daha yoğun olduğundan, gençlik tiyatrosuna yönelmeyi yeğlemişler. Klasiklere yönelerek, klasik bir yazarın yaşadığı dönemi, hayatını ve oyunlarından bölümleri, belgesel tiyatro üslubu esprisinde bir kurguyla bağlayan, hem eğlendiren hem öğreten, teatral bir seminer formatına karar vermişler.
2009-2013 yılları arasında, BGST bünyesinde gençlik tiyatrosu örneği olarak dört oyun çıkarmışlar. Hâlen de sahnelenmeye devam eden, BGST’nin titiz ve kapsamlı araştırma çalışmalarını ürünü olan ‘Moliere Efendi’, ‘Selam Sana Shakespeare’, ‘Musahipzade ile Temaşa’ ve ‘Lorca’nın Acıklı Güldürüsü’ oyunları, hem gençlerle hem yetişkinlerle estetik ve entelektüel düzeyde sağlam bir iletişim kurmuş, çok sayıda seyirciye ulaşmış.
İspanya İç Savaşı sırasında 38 yaşındayken faşist rejim tarafından öldürülen Federico García Lorca’nın hayatını ve eserlerini konu alan ‘Lorca’nın Acıklı Güldürüsü’. 2013 yılında Aysel Yıldırım ve İlker Yasin Keskin tarafından yazılmış, 2017-2018 sezonunda, gençlik tiyatrosu formatı korunarak, yetişkin seyirciye sahnelenmek için düzenlenerek geliştirilmiş. Rejisi, Kurgusu ve Metin Yazımı Aysel Yıldırım ile İlker Yasin Keskin’e ait olan oyun, Moda Sahnesi Sahneden Naklen kapsamında bu son biçemiyle yer alıyor.
1898’de, beş asır önce bütün dinlerin kardeşçe yaşandığı Endülüs’ün gülü Granada'da doğan şair, müzisyen, tiyatro yazarı Federico Garcia Lorca, 38 yıllık kısacık yaşamına pek çok şey sığdırmış, tiyatro oyunlarının, şiir kitaplarının ünü ülke sınırlarını aşmış, yeni sözler yazıp, çalmasını Çingenelerden öğrendiği gitarı eşliğinde söylediği İspanyol halk türküleri, onun sayesinde unutulmaktan kurtulmuştur.
Lorca oyunlarında, köy, kasaba, aile, hane içindeki ilişkilerden yola çıkarak ülkesinin büyük derdini, faşist toplumda eşitsizlik ve baskıların meşrulaştırılmasını anlatır. Muhafazakâr ideolojinin açmazlarını, töre, kitlesel ahlak ve din olgularının toplumsal ve bireysel değerler üzerindeki yıkıcı ve yozlaştırıcı baskısı üzerinden ele alır. Geleneksel değerlerin bireyler üzerinde kurduğu tahakküm ilk oyunlarda alaya alınarak eleştirilirken, sonraki oyunlarda bu baskının trajik boyutları ortaya çıkar. Bu bakış açısı, Lorca’yı iç savaşta faşist Franko rejimi için hedef haline getirir; gezici kumpanyasıyla ülkeyi dolaşıp tiyatro yaparken, faşistler ondan ‘yeteneksiz şair, yazar, oyuncu, ressam, müzisyen’ diye söz ederler, onu ‘vatan haini’ ve ‘genel ahlaksız’ olarak nitelendirirler. Hem kralcılar hem cumhuriyetçiler arasında dostları olan Lorca, onu tanıyan insanların onu anlayacağını ve sahip çıkacağını düşünerek doğup büyüdüğü kasabaya döner ama faşist rejim onu ortadan kaldırmakta bir an bile tereddüt etmez. İspanyollar şiirlerini, oyunlarını ezbere bildikleri, şarkılarını devamlı terennüm ettikleri bu sevgili yazarlarının mezar yerini hiç bir zaman öğrenemezler. Sadece onu bulmaya çalışanlara, "Aramayın onu boşuna! İç savaşta öldürülen herkes Lorca'ydı!" manasında "Lorca eran Todos!” demeyi sürdürürler.
‘Lorca’nın Acıklı Güldürüsü’nün anlatıcısı, Franco rejimi altında yaşayan bir kuklacıdır. Her dört oyunda da sadece alıntı metinlerde değil, anlatının kendisinde de konu edindiği yazarın diline uygun bir tarz geliştiren Aysel Yıldırım ile İlker Yasin Keskin burada da, kukla tiyatrosunun grotesk, abartılı, stilize tarzı ile Lorca’nın 7’den 70’e herkesi eğlendiren, zaman zaman hüzünlendiren, duygulandıran üslubuna büyük ustalıkla bağdaştırırlar.
Proje danışmanlığını Uluç Esen’in, dekor ve aksesuarları İlker Yasin Keskin ile Özgür Eren’in, kostümleri Duygu Dalyanoğlu ile Dila Okuş’un, ışık-efekt uygulamasını Zilan Kaki’nin üstlendiği, müzikleri Federico Garcia Lorca, Paco de Lucia, Pascal Comalade, Marisol, Gritos de Guerra ve Cristóbal Sánchez’e ait olan oyunda, Lorca’nın hayatından ve şiirlerinden kısa kesitlerin yanı sıra, Kanlı Düğün, Don Cristobita ile Dona Rosita’nın Acıklı Güldürüsü, Eskicinin Tazesi, Yerma ve Kız Kurusu Gül Hanım oyunlarından sahneler de yer alır. Bu metinlerin bir kolaj gibi durmayışı, birleştikçe yama işi bir yorgan gibi benzersiz bir bütünlüğe ulaştırılması çok başarılı.
BGST’nin her zaman kusursuza yakın olan görselliği, yönetmenliği ve takım oyunculuğu ‘Lorca’nın Acıklı Güldürüsü’nde de müthiş başarılı. Kılıktan kılığa, karakterden karaktere girip çıkan ekibin beş oyuncusu Aysel Yıldırım, Duygu Dalyanoğlu, Elif Karaman, İlker Yasin Keskin ve Özgür Eren da birbirinden iyiler. Her zaman hayran olduğum Aysel Yıldırım’ın tüm kadınlığını koruyarak sesi ve bedeniyle tam erkeksi bir Lorca yaratması olağanüstü. Sahnelenmesi, görselliği, ışıklandırılması ve Flamenko koreografisi ile tek kelimeyle muhteşem o Kanlı Düğün sahnesi ise bir kez görenin bir daha unutamayacağı bir bölüm…
Her yaştan izleyici için müthiş etkileyici bir çalışma. Lorca’yı bilen ve çok seven biri olarak, bu arada onu bu oyunla ilk kez keşfedecek olan liseli ve üniversiteli gençlerin heyecanını da bir parça kıskanarak, müthiş keyifle izledim.
Her iki oyun, Moda Sahnesi Sahneden Naklen kapsamında önümüzdeki aylarda devam edecek. Sakın kaçırmayın derim.
Hepinize sağ ve sağlıklı seyirler dilerim.