Turkuaz denizi, güzel manzaraları, eşsiz lezzetleri ile Lesvos Adası bizi kendine hayran bıraktı.
Selanik ile başlayan Yunanistan sevdamız, Thassos ve Chios adaları ziyareti sonrası nerdeyse bir tutku haline dönüştü. Denizleri adeta akvaryum kadar güzel, yemekleri damak çatlatan, insanları cana yakın, tarih derseniz bizden izler de var, bir gezide daha başka ne istenir ki.
Bu kez farklı bir ada seçtik, Lesvos. Türkiye’de bilinen adı ile Midilli Adası. Nobel Ödüllü Yunanlı şair Odiseas Elitis bu ada için söyle demiş: “Dünyanın hiçbir yerinde güneş ve ay o kadar ahenk içinde batmaz. Hiçbir yerde güçlerini o kadar eşit paylaşmazlar.”
Bu sözler adada bizleri bekleyen büyüleyici atmosferi biraz da olsa anlatıyordu. Lesvos, Yunanistan’a bağlı Girit ve Evia’dan sonra en büyük üçüncü ada. 1.632 kilometrekar yüzölçümlü adanın beşte biri ormanlık, üçte biri zeytin ağaçları ile kaplı. Adanın en önemli körfezleri Kalloni ve Gera. Ayrıca irili ufaklı birçok koyu bulunuyor. Adanın merkezi ise Mytilene.
İnternetten araştırmalar yapıldı, bloglar okundu, giden arkadaşlardan bilgiler toplandı; artık gitmeye hazırdık. Hareket günü Ayvalık’tan sabah saat 9 katamaranı ile yola koyulduk. Yaklaşık bir saat süren deniz yolculuğu sonrası adaya vardık. Gümrük işlemleri sonrası İstanbul’dan kiraladığımız aracın yetkilisi bizi karşıladı. Gemi ile araç kiralama acentesi yürüme mesafesinde. İşlemleri yapıp saat 11 civarlarında aracımızı aldık, doğru otelimiz Lasia’ya gittik. Valizleri odaya bıraktıktan sonra otel görevlisine gitmeyi planladığımız bölgeyi belirttik. O da yardımcı olarak haritada bölgeyi ve yolları gösterdi.
İlk hedefimiz, Skala Mistegnon istikametindeki Nees Kydonis sahilinde Beach Xambelia oldu. Plaja girer girmez harika bir deniz, nefis bir manzara, denize nazır panoramik lokanta bizi karşıladı. Şezlonglara yerleştiğimiz gibi sıcaktan bunalan bedenlerimizi Ege’nin serin sularına bıraktık.
Öğlen olunca yavaş yavaş acıkmaya başladık. Hasır tente altındaki lokantasında, buz gibi biralarımıza, kızarmış patatesleri katık yapıp hafif atıştırmalıklarla manzaranın ve günün keyfini çıkardık. Geç saate kadar plajda kaldıktan sonra dönüş yolunda şehrin merkezinde biraz dolaşıp çarşıyı tanımaya çalıştık. Aslında niyetimiz otele dönüp akşam yemeği için şehir merkezine gelmekti. Ancak saatler biraz deniz, biraz çarşı yüzünden sarkınca otele dönmeden direk akşam yemeğine gitmeye karar verdik.
Akşam balık – Uzo keyfi
Çarşıda dolaşırken birkaç adalıdan yemek için sahilde Şişman Jeemy önerisini aldık. Sahilin sonunda yan yana sıralanmış lokantaların arasındaki Şişman’ın yerini bulduk. Cuma akşamları ne yazık ki müzik yokmuş. Olsun biz de rakı, meze, balık keyfi yapmak için oturduk. Yunan mutfağının olmazsa olmaz mezelerini sipariş verdik. Grek salad (Çoban salata peynirli), Caciki (Koyu bir cacık), Sağanaki (Beyaz peynir pane), Papucakis (Peynirli Patlıcan sandalı), kabak tava ile birinci kadehleri parlattık. Tabi ki mavi etiket Barbayani Uzo rakısı ile. Balık siparişlerimiz farklıydı. Kimimiz barbunya, kimimiz kılıç ızgara söyledi. Bazıları farklı deniz mahsullerini tercih etti. Uzolar su gibi aktı. Harika bir yemek sonrası yol üstünde bir dondurmacıya uğradıktan sonra kendimizi otele attık.
Biraz tarih, biraz deniz
Mütevazı bir açık büfe kahvaltısından sonra yeniden güne başlamaya hazırdık. İkinci gün programımızın rotası Molivos ve Petra idi. Adanın kuzeybatısındaki bu bölgeye ulaşmak hafif virajlı yolda yaklaşık 1,5 saat sürdü. Molivos’a vardığımızda önce bölgenin kalesini ziyarete gittik. 14. yüzyılda yapılan kale Bizans döneminde dışarıdan gelecek saldırılara karşı yapılmış, Osmanlı döneminde biraz değişikliğe uğrasa da günümüze kadar ayakta kalmayı bilmiş. Şu an kalede zaman zaman konser gibi sanatsal etkinlikler yapılıyormuş. Kalenin burçlarında gözüken manzara müthişti. Kalenin kafesinde biraz soluklanıp bir şeyler içtikten sonra Molivos’un merkezinde kısa bir keşfin ardından Petra’ya yöneldik. Sahili baştanbaşa geçip, gelmeden önce bloglarda okuduğum bir plajı ararken, kendimizi Petra’dan 5-10 dakika mesafedeki Anaxos’da bulduk. Bu sahil Petra’nın uzantısı olsa da farklı bir bölge olarak geçiyor. Uygun bulduğumuz bir plaja havlularımızı serip kendimizi turkuaz renkli sulara attık.
Plajda denizi harika, lokanta püfür püfür, yemekler lezizdi… Akşam saat 7’ye kadar plajda kaldık. Dönüş yoluna Molivo’da gün batımını tepeden izleme hayaliyle çıktık. Ancak yolu kaybedince kendimizi dağlar arasında bulduk. Elimizde şarap güneşi batırmayı hayal ederken güneş bizi batırdı. Hava kararınca mecburen Mytelene’ye dönüş yaptık. Sahildeki bir İtalyan lokantasında bu sefer makarnalı, pizzalı, şaraplı bir akşam yemeği tercih ettik. Yemek sonrası tatlılarımızı sahildeki bir pastanede yiyip otele döndük.
Pazar günü kahvaltı sonrası, önce çarşının içinde bulunan adanın en büyük katedraline gittik. Pazar ayini başlamış, papaz vaaz veriyordu. Katedrali fotoğraflayıp broşürlerinden kilise hakkında bilgi aldık. Bahçesinde yer alan Bizans Müzesini, pazar günleri kapalı olduğu için ziyaret edemedik.
Bir sonraki hedefimiz Plomari idi. Bu bölgede Yunan rakısı Uzo’nun bir ünlü markası Barbayani’nin üretildiği fabrika yer alıyor. Rakının nasıl damıtılıp üretildiği gelen ziyaretçilere gösterilip tadım yaptırılıyormuş. Ancak Pazar oluşundan dolayı fabrikayı da giremedik.
Adanın güneyinde bulunan Plomari’de plajlar Agios İssidor adı verilen sahilde yer alıyor. Önce akşam için yemek yenecek yerleri kolaçan ettik. İki yer tavsiye edilmişti. Eleni’nin işlettiği taverna Madam Katerina ya da Türklerin deyişi ile Ali Baba, orijinal ismiyle Axibada. Her iki yere de göz atıp plaja yöneldik. Pazar günü olduğundan olsa gerek diğer günlere nazaran sahil daha fazla kalabalık, plajlar doluydu. Yer bulmakta zorlandıysak da bir tanesine havluları serdik. Rüzgârın etkisinden buradaki deniz daha çalkantılı idi. İlk başta çok mutlu olmasak da daha sonra gençlerin cıvıltıları, plajın hareketliliği neşemizi eski haline getirdi. Öğlen yemeğini kilise çıkışı pastaneden aldığımız Paskalya çöreği, tatlı ve tuzlu bisküvilerle birlikte içtiğimiz Frape ile geçiştirdik. Plajı daha erken terk edip “Bu akşam gün batımını rakı keyfi ile yapalım” diyerek akşam 7 gibi Taverna Axibada’ya geldik. Marina manzaralı masamıza çilingir soframızı kurduk. Mezeler, ara sıcaklar, balıklar, mavi etiket Barbayani, gün batımının aksesuarı oldu.
Pazartesi adadaki son günümüzdü. Bu günü serbest bıraktık. Yapılabilecek birkaç alternatif vardı; Kalloni Körfezinde flamingoları izlemeye gitmek, zeytinyağı fabrikası ziyareti, Mytilene Kalesi turu, zeytin ağacı tahtasından üretilen muhtelif objelerin satıldığı dükkâna uğramak gibi. Otelden çıkışı yaptıktan sonra valizleri araca yükleyip önce Yunanistan seyahatlerinde mutlaka uğradığımız Jumbo Market’e gittik. Gıda harici birçok şeyin uygun fiyata satıldığı bir market burası. Kısa bir alışveriş molasından sonra alternatiflerin içinden seçimimizi Olive Wood House’tan yana kullandık.
Mytilene’den Pamfilya istikametinde bulunan çok şirin bir köyün içinde, tüm objelerin zeytin ağacı odunundan el yapımı hazırlanan bir dükkâna geldik. Mekânın sahibi orta yaş üstü çok bakımlı, ağzı çok iyi laf yapan, ikramlarıyla, servisiyle, tezgâhtarlığıyla bizleri kendisine hayran bırakan bir kadın. El yapımı ince işler olduğundan, fiyatlar biraz pahalı olsa da alışveriş yapmadan duramadık. Alan memnun, satan memnun ayrıldık dükkândan. Bu sefer yol üstünde karşılaştığımız bir süpermarkete girip Yunanistan’a özgü konserve tuzlu balıklardan, Feta gibi muhtelif peynirlerden alıp tekrar sahile geldik. Biraz daha çarşıda adanın havasını soluyup dolandık.
Ayrılık vakti yaklaşıyordu; önce aracı teslim ettik. Son kez sahilde bir pazartesi öğlen vakti rakı meze keyfi yapıp Mytilene’nin panoramik manzarasına karşı adayla vedalaşmak istedik. Harika geçen bir tatil oldu. Her Yunan adası gezisinde olduğu gibi bu da çok güzel geçmişti. Yasas komşum, arayı fazla açmayız merak etme. Tüm dostlara Kalimera…
Bir Tutkudur Seyahat…