Tarihte Sefaradlar, hem içinde yaşadıkları toplumlarda hem de Yahudiler arasında öncü konumda oldu…
Aaron Nommaz
İddialı bir başlık ancak Sefarad tarihi onu anlatıyor.
Sefaradlar, İspanya ve Portekiz’de en yüksek makamlara kadar yükselmiş, ülkenin prensleri haline gelmişti. O dönemde Sefaradlar sadece servetleri ile değil aynı zamanda ilim, edebiyat ve devlet adamları olarak ülkenin ileri gelenleri arasındaydılar. Keşiflerin ve dünyanın değişmesinde Yahudiler arasında sadece Sefarad önemli roller oynamışlardır. En başta Kristof Kolomb.
Onunla başlayayım. Kristof Kolomb’un oğluna yazdığı mektupların tepesine בה “B’ezrat HaShem” stigmasının olmasının ne anlama geldiği net. Yahudiliğini gizlemediği kişilerden biri olan oğlu ile açıkça bir Yahudi olarak konuşabiliyor, haberleşiyordu.
Kristof Kolomb Sefarad mıydı?
Ayrıca Kraliçe Isabel’le tüm konularda anlaşmışken niye İspanya kanunlarının geçmediği (engizisyon giremeyeceği) bir toprak talebinde bulunmuştu? Bu girişimi, onun bir ‘anusim’ olmasına rağmen kalben ve ruhen kendini Yahudi kabul etmesi ve dindaşlarının çektiği eziyetlere son verecek çare arayışında oluşundandır. Toprak talebi, ancak Yahudilerin kendilerini müstakilen yönetebilecekleri bir toprak sahibi olmaları emeli ile açıklanabilir. Bu talebi neredeyse Kolomb’u keşfe çıkmayı red etmesi noktasına getirmişti. Sonunda gariban Kristof, saraya davet edildiğinde uygun bir halde olması için Kraliçe ona düzgün kıyafet göndermiş, o da eşek sırtında saraya gelmişti[1]. Kristof büyük bir mücadele sonunda Kraliçe’yi bu tavizi vermeye ikna etmiş ve ancak bundan sonra anlaşabilmişlerdi. Her başarılı şahsiyet için olduğu gibi, her ülke Kristof’u sahiplenir. Kristof’u İspanyollar ve İtalyanlar kendilerine mal etmek için hep çaba içinde olmuştu. Evet, bir süre Cenova ve Barselona’da yaşamış[2] ve yazılarında bilhassa Barselona’da kullanılan dönemle ilgili kelimeler bulunmuş, Katalan uslubuna rastlanmışsa da, bu onu İspanyol yapmaz ve gizli Yahudi olduğu gerçeğini değiştirmez.
Bu konuya son bir ilave de keşfe giden filolar büyük törenlerle, Sarayın ve aristokratların katıldığı, din adamlarının organize ettikleri, başarı ve güvenli seyahat temennileri ile yolcu edilirlerdi. Kristof Kolomb ise sessiz sedasız, küçük bir liman olan Los Palos’dan yola çıkmış ve mutad merasimler yapılmamıştı. Bunun sebebi de Karavellerine aldığı kişilerin birçoğunun anusim olmalarındandı. Ayrıca planlandığı gibi Tişa BeAv günü yola çıkmamış, seyahat bir gün sonraya ertelenmişti. Bu iddialar beni fazlasıyla Kristof’un bir Sefarad olduğuna ikna etti.
Portekiz’de sayısız Sefarad devlet adamları ve âlimler vardı. İzak Abravanel maliye bakanı ve kral danışmanı, Zakuto açık deniz seyahatlerini mümkün kılan alet ve kılavuz tabloları yapan dahi, ‘sentura’ların[3] yazarı Amatus Lusitanus gibi tıp âlimi, Rönesans edebiyatında aşk konusunda, Cervantes’e göre okunması gereken en önemli eser ‘Dialogos d’Amor’un yazarı, edebiyatçı Leon L’Hebreu gibi saymakla bitmeyen şahsiyetler...
Başlıkta Sefaradlara ‘Yahudilerin prensleri’ deyişimin nedeni Almanya, Kuzey Afrika veya Orta Avrupa’dan ilk gelenlerin gettolarda bu imkânlardan mahrum kalışlarıdır.
Şimdi de ikinci iddiam: Sefaradların öncü olmaları. Dünyanın Yahudiler için kilit kabul edilen yörelerine, yani Kuzey Amerika ve Filistin’e, ilk yerleşenler Sefaradlar oldu. Onların hazırladıkları zemin üzerine diğer gruplar yerleşmiştir. ‘Endülüs’ten Osmanlıya Paraya Yön Veren Yahudi Bankerler’ kitabımda anlattığım gibi Mendesler Avrupa’da tehdit altında yaşayan Yahudileri Tiberyas’a yerleşmeye ikna edememişlerdi. Bunun sebebi de gettolarda mevcut olan Yahudi yaşamının – diğer bir deyişle kaşer kasap, sinagogların – Tiberyas’da olmayışı idi. Bu açıdan Sefaradların değindiğim yörelerde ilk yerleşimciler olmaları, arkalarından yeni gelen Yahudilere büyük kolaylık sağladığı gibi göç seçimlerinde önemli rol oynamıştır.
Amsterdam yerine Yeni Amsterdam
Sefaradların Kuzey Amerika’ya gelişleri de diğer Yahudi gruplardan onlarca asır önce olmuştur. Kesin olarak tespit edilen ve birazdan bahsedeceğim öncü bir grup, meşhur 23’lerdir[4]. Bunlar Hollanda kolonisi Brezilya’da muhteşem bir yaşam sürerken Portekizlilerin gelip, başkent Recife’yi 1654’te almalarıyla kovulurlar ve tekrar yola düşerler. Hollanda 16. yüzyılda Avrupa’nın en medeni ülkesiydi. Azınlıklara her zaman (halen de) saygılı ve toleranslı davrandılar. İngilizlerin VIII. Henry zamanında elleri ile yemek yeyip ağızlarını gömlek manşetleriyle sildiklerinde Amsterdam’da gümüş takımlarla çay servisi yapılırdı. Bu da Sefaradların rafine adetlerine çok uygundu. Hatta şık giyimli ve bakımlı, fötr şapkasız sokağa çıkmayan Sefaradlara halk “senyörlerden türeme” Sinjoren lakabını takmıştı.
Sefaradlar Brezilya’dan filo halinde çıkıp Amsterdam’a giderken St. Jacques adındaki gemileri fırtınaya tutuldu ve dolaylı bir şeklide kendilerini “yaşam olan dünyanın sonu” diye niteledikleri depolar ülkesi Yeni Amsterdam’da (bugünün New York’unda) buldular. Sefaradlar yola çıkarken Amsterdam’a vardıklarında mali durumları iyi olup kendilerine destek olacak yakınlarına güveniyordu. Ancak yolculuk uzun sürünce ve tekrar yalın ayak kaçmak zorunda kaldıklarından vardıklarında, kalan paraları kaptanın talep ettiği yolculuk bedellerini karşılamıyordu. Elde avuçta kalanı Fransız Kaptan Jacques Motthe’ye verdiklerinde Kaptan, bu meblağın yetersiz olduğunu ileri sürmüş. Geriye kalan yol parasını da talep eden Kaptan Motthe, ödeme tamamlanana kadar yolcuları gemide tutup karaya ayak basmalarına izin vermemişti. Kaptan dava açmış ancak gemide kalanların yardımına Solomon Pietersen adında biri yetişmiş ve konuyu inceleyince yol paralarını sadece kaptana değil de bütün mürettebata anlaşarak dağıtılması gerektiği maddesini bulmuştu. Tayfalar dağıldığından ayrıca da Motthe’ye ödenen bedelin onun payına düşeni karşıladığından, çaresiz yolcular serbest kalabilmişti. Amerika’nın Yahudi aleminde, köklerini 23’ler denen bu gruba dayandırmak gurur kaynağı ve statü sembolu diye kabul ediliyor. Ailelerinin köklerini bu gruba dayandırabilenler, Natanlar, Seixaslar, Enrikesler ve Kardozolar olmuştu. 1656’da ufak bir toprak alıp onu mezarlık yapmışlar, 1682’de de bugün halen yerinde duran New York’ta Chetham mezarlığına sahip olmuşlardı. Ancak 1760 yılına kadar New York’ta sinagog kurulamamış ve o yıl Manhattan’da Mill Sokağındaki sinagog Amerika’nın ilki olarak açılabilmişti. O zamana kadar dualar ve kutlamalar hep evlerde yapılıyordu. 1492’de İspanya’dan kaçan Yahudilerin önemli bir bölümü de doğrudan Amsterdam’a yerleşmiş, işlerini ilerletip tekrar önemli bir konuma gelmişti.
Bitmeyen ayrımcılık
Başlığıma geri dönersek, Kuzey Amerika’ya ilk yerleşenlerin Sefaradlar olduğunu ve örf adet olarak oldukça sofistike olduklarını görüyoruz. Bilahare kaşer kasap, mezarlık, toplu kutlama ve dua etme imkânları oluşturulduktan sonra diğer Yahudiler gelmişti. Sefaradlar her ne kadar onları yadırgamışsa da içlerine almış, ama “asil Sefaradlar ve gettocu Almanları” görgüsüz bulup üstenci tavrı takınmaları maalesef kaçınılmaz olmuştu. Safaradlar kendilerine saygın bir yer edinmişken, Almanya’dan gelenlerin başta züccaciye, bakkaliye gibi işlerle uğraşmaları, aralarındaki farkları kaçınılmaz yapmıştı[5]. Maalesef burada da problemler çıkmış, artık toplumda kendilerine saygın bir yer edinmiş, gıpta edilen bir yaşam noktasına gelmiş Sefaradlar da “bu kaba Almanlar da nereden çıktı” tavrıyla snopluk etmiş, hatta meşhur bir teyzenin de lafı “Bunlar dondurmayı kaşıkla yiyorlar” diye görgüsüzlükle itham etmişti. Endişeleri, zor temin ettikleri Yahudi olarak muteber olma statüsünün ekmek parası için çırpınanlar tarafından yok edilmesiydi. İtibarlarının ne kadar önemli olduğunun bir örneği de 1789’da George Washington Amerika’nın ilk başkanı seçildiğinde, Newport cemaat başkanı, Portekiz kökenli Moses Seixas’ın kendisine ince bir şekilde şu fikirleri ihtiva eden bir mektup yazmış olmasıydı. Mektubun ana fikri şuydu:
Umarım hurafeye prim vermeyen, zulme destek olmayan, cömertçe bütün halkına ayrım yapmaksızın engin hürriyetler sağlayan, dil, din, ırk yapmaksızın görev veren bir hükümet kurarsınız.
Daha da önemlisi Wasington bu mektuptan o kadar etkilenmiş ki aynı ögeleri taşıyan uzun bir mektupla kendisine cevap verip bu prensiplere sadık kalacağının teminatını vermişti[6].
Tabii zamanla bilhassa Almanya’dan gelenler çalışkanlıkları ve sıkı tasarruf tedbirleri sayesinde bankerler olarak önemli servetlere kavuşmuşlar ancak uzun süre paraları da bu algıdan kurtulmalarına yetmemişti. Yahudi imajını rafine olmak yerine güçlü ve ezici bankerler olarak değiştirmişlerdi. Wilson, ABD Başkanı seçilince Morgenthau’ya serzenişte bulunup “Biz bunlara kol kanat geriyoruz, onlar ise borcu olan halkı acımasızca eziyorlar” demiş.
Alman Yahudileri de daha sonra Polonya ve Rusya’dan gelenleri görgüsüzlükle itham etmiş ve aynı dini paylaşmaktan rahatsız olmuştu. Ayrımcılıktan bu kadar çekmiş Yahudilerin kendi içlerinde bitmeyen üstenci davranışları artık sonlanmalı. Her Yahudi ruhunda bu arayış içinde olmalı, “Ben ayrımcılık yapıyor muyum?” sorusunu samimiyetle sormalıdır. Çünkü 11. Emir “Ayrımcılık yapmayacaksın” der…
[1] Jewish Pirates of the Carrabean, kindle loc 226
[2] Jewish Pirates of the Carrabean, kindle loc 262
[3] Senturalar Amatus’un 16. YY da karşılaştığı her 100 hastalığın çözümü ile yazdığı açıklayıcı kitaplardır. Anvers’ten kaçarken tek sindiremediği 6. Sentura’yı kurtaramamasıydı
[4] The Grandees, America’s Sephardic Elite, Stephan Birmingham, Rowlan Littlefield Sa.49
[5] Our Crowd:The Great Jewish Families of New York, Kindle, Sa. 155
[6] The Grandees, America’s Sephardic Elite, Stephan Birmingham, Rowlan Littlefield Sa.184