Meri Kohen Gershman, İstanbul´da doğan, çocukluk yıllarının bir kısmını İsrail´de geçiren ve halen yaşamını Türkiye-ABD ekseninde sürdüren değerli bir tasarımcı. Sanatsal yönünü ve yeteneğini babaannesinden aldığına inanan Gershman, uzun yıllar tekstil-moda sektöründe dünya markalarıyla çalıştıktan sonra, kendini daha iyi ifade edebileceğini düşündüğü altın tasarımına yöneldi. Birçok seçkin işe imza atan sanatçı, meslekteki ilk ve şimdiki yıllarını anlattı.
“Kendimi bildim bileli, çocukluktan beri en büyük tutkum, resim yapmak ve bir şeyler yaratmak oldu” diyorsunuz. Biraz çocukluk yıllarınızdan ve bu tutkunun o yıllarda yansımasından bahseder misiniz?
Yuva ve ilkokul yıllarının büyük bir bölümünü İsrail’de geçirdim. Resim, müzik gibi yeteneklerin, kazanıldığı kadar genetik olduğuna da inanırım. Babaannem moda tasarımcısı ve terziydi; bu kabiliyetin bana, ondan miras kaldığını düşünüyorum. Öğrencilik yaşamımın ilk dönemlerinden itibaren, boş zamanlarımı hep resim yaparak geçirirdim. 14 yaşında, bu dalda kazandığım ortaokullar arası birincilik ödülü vesilesiyle Musevi Lisesine getirdiğim plaketi hâlâ hatırlarım. Annemin ülke ve aile özlemi nedeniyle Türkiye'ye geri döndük ve ben kolayca İstanbul’a adapte oldum.
Yüksek eğitiminizi nerede, hangi dalda yaptınız?
Yüksek eğitimimi İstanbul Bilgi Üniversitesinde iki dalda yaptım: Pazarlama ve Sahne Performansları Yönetimi. Sonrasında da bir buçuk sene, La Salle Academy’de moda tasarımı eğitimi aldım.
Tasarımcı olarak en başından beri büyük markalarla çalışmaya başlamanız sizin için büyük bir adım olmuş. Bu markalara ulaşmanız nasıl oldu ve bu zincirlere neler pazarlıyorsunuz?
Tekstil sektöründe çalışmaya başladığımda, bir gün bir arkadaş ortamında Marks and Spencer İstanbul Liaison Ofisinin yeni yapılandırılıp büyüme kararı aldığını öğrendim. İlgili kişilerle toplantı yaptıktan sonra ikinci görüşmede satınalma müşteri temsilcisi olarak işe kabul edildim. Direktörüm, iç çamaşırı ve çorap sektöründe ihtiyaç olduğu için beni bu departmana seçmişti. Böylece, yıllardır içinde olduğum çorap sektörüne girmiş oldum. Büyük markalarla çalışmak için sahip olunması gereken en önemli becerilerden biri, kişinin vizyonunun olmasıdır. Bu da markanın kişiliğini anlayıp özümsemek, ona göre ürün tasarlamak ve onu müşteriye sunmaktır. Bu vizyonu geliştiren unsurlar, kişinin geçmiş hayatı, okuduğu okullar, arkadaş ortamı, kültürel birikimi, yani tecrübesi ve modaya olan ilgisidir. Bu konuda şanslı olduğumu düşünüyorum; öyle ki, uzak görüşlülüğüm sayesinde yıllardır Avrupa ve İngiltere’deki tüm büyük markalarla çalıştım. Onların koleksiyonlarını yaptım ve sattım. Bir işi başarmanın anahtarı da, o işin mutfağını bilmektir. Ancak yapılan ürünün imalat aşamalarına hâkim olduğunuz zaman, onu en iyi şekilde tasarlayabilir, doğru şekilde sunabilir ve pazarlamasını yapabilirsiniz. 2013 yılında kendi şirketim olan Meri Lou Tekstil’i kurdum ve Zara, H&M, Topshop gibi dünyaca ünlü firmalara ürettiklerimi ihraç ettim. Birkaç sezon Zara’da sadece Meri Lou’nun ürettiği çoraplar satıldı. İşim dolayısıyla çok seyahat etme imkânım oldu. Bu yolculuklarımın birinde de eşimle tanıştım.
Dönüşümlü olarak, New York ve İstanbul’da yaşıyorsunuz. Biraz bu ikili yaşamdan bahseder misiniz?
Evli ve iki çocuk annesiyim. New York ve İstanbul’da dönüşümlü olarak yaşıyorum ama daha çok New York’ta yaşıyorum denebilir. New York, dinamik yapısı ve uluslararası bir şehir olması nedeniyle bana daha çok hitap ediyor ama işim ve ailem için sık sık da İstanbul’a geliyorum.
Tasarımlarınızla insanlara vermek istediğiniz mesajlar olduğunu söylüyorsunuz. Bu mesajları tekstille veremediğinizden başka bir yol seçtiniz. Biraz anlatır mısınız?
Altın tasarımı yıllardır yapmak istediğim bir şeydi. Vermek istediğim mesajları, insanlara anlatmak istediğim hikâyeleri çorap tasarımlarıyla anlatabilme şansım yoktu. Altın tasarımları, insanların ruhuna dokunabilmek için kestirme bir yol oldu. Çünkü altın hem değerli, hem spritüel, hem de tüm gün boyunca bedenin üzerinde kalan, eskiyip paslanmayan zamansız bir maden.
İlk koleksiyonunuz neyi anlatmaya yönelik?
Tasarımlarımı iki koleksiyon adı altında topladım ama Haute Couture koleksiyonu da çok yakında huzurunuzda olacak. İlk koleksiyonum Urban Effervescence, dinamik şehir hayatında insanı çevreleyen sosyal faktörleri anlatıyor. Treasures of Nature koleksiyonumda ise, doğanın bize verdiği nimetleri nesnelleştirdim.
Koleksiyonunuz birçok bölümden oluşuyor. Bu bölümleri ve mesajlarını kısaca özetler misiniz?
Treasures of Nature-Annelik: Bu çalışmamda bir kalbin içinde bebeğini kucaklayan bir anne var. Karakalem çizimimden yola çıkarak bu parça oluştu. Hiçbir şey sevgi dolu bir annenin yüreği kadar kutsal olamaz. Dünyanın en büyük sorumluluğu biz annelerde; çocuklarımıza gösterdiğimiz sevgi paha biçilmez. Onların gelecekte sağlıklı birer birey olmasındaki tek anahtar, onlara verebileceğimiz koşulsuz sevgi, güven ve destek.
Urban Effervescence-Sosyal Dilemma (ikilem): İçimdeki iki kişi, el ele, insan, savaşçı… Sosyal Dilemma, sosyal medyanın insan hayatında uzun vadede yarattığı psikolojik tahribatı, yalnızlaşma serüvenini, kaygı, özgüvensizlik, depresyon gibi psikolojik problemleri nasıl tetiklediğini anlatan bir çalışma. Yayınlanan ‘Masumiyet’ dizisi buna çok güzel bir örnek.
El Ele ve İnsan: Dini, ırkı, mezhebi ve cinsel tercihi ne olursa olsun herkesin insan olduğunu, eşit olduğunu, ayni haklara sahip olması gerektiğini ve bu perspektifle hayatın çok daha yaşanılır olabileceğini anlatıyor.
Savaşçı: Bu çalışmamda bir Yunan savaşçısını görebilirsiniz. Hayat bize ne getirirse getirsin, her koşulda vazgeçmeden savaşmamız gerektiğini, yılmadan çalışarak her şeyin üstesinden gelebileceğimizi anlattım. İster öğrenci, ister anne, ister kanserle savaşan bir hasta ol, asla vazgeçme!
Pençemde Kalp: Hayat bazen çıkmazda görünebilir. İçinde olduğumuz durumun karışıklığı, negatifliği bizi kayıtsız bırakabilir veya hissettirebilir. Böyle anlarda hayata sevgi ile yaklaşmak, içinde bulunduğumuz durumu olumluya çevirmek için tek şansımız. Her gecenin bir sabahı vardır. Yeter ki, hayata sevgi ile bak.
‘Two Wolves Inside Me’nin verdiği mesajı da kısa bir anekdotla anlatmaya çalıştınız…
Bu anekdot bir kişinin içinde var olan iki kişiliği anlatıyor. Hangi duyguları beslersek kişiliğimizin hayatımızı o yönde değiştirdiğini gösteriyor. Aynı zamanda meditasyonun önemini de vurguluyor. Tam anlatımı da şöyle:
Yaşlı adam torununa, “Oğlum içimizde iki güdünün savaşı vardır. Bunlardan bir tanesi kötülük; bu, öfke, kıskançlık, hırs, küskünlük, aşağılık duygusu, yalan ve egodur. Diğeri ise iyilik; bu da coşku, sevgi, barış, ümit, alçak gönüllülük, nezaket, empati duygusu ve doğruluktur."
Çocuk düşünür ve sorar: “Büyükbaba bunlardan hangisi kazanır?”
Yaşlı adam sessizce cevap verir: “Hangisini beslersen o kazanır.”
Tasarımlarınızı hazırlarken aynı zamanda bir amacınızı da gerçekleştirmeye çalışıyorsunuz. Nedir bu amacınız?
İş hayatımda, dünyaca büyük şirketlerle çalıştığım zaman, hep üzerinde durduğumuz bazı değerler vardı. Sosyal sorumluluk, çevreyi korumak, ayrımcılığa karşı eşit bir yaklaşım ile çalışmak, kendinle birlikte dünyaya ve doğaya daha az zarar verecek bir şekilde bir üretim zinciri oluşturmak, sağlıklı ve sürdürülebilirliği olan bir ürün tasarlayıp dünyaya sunmak. Bu değerler artık benim için bir yaşam tarzı oldu. Bunlar eskiden bu kadar yazılıp çizilmiyordu. Sadece sektörün içinde olan kişilerin farkındalığı vardı; ama ne yazık ki, yıllardır sorumsuzca yapılan üretim, doğaya verdiğimiz zarar, betonlaşma, endüstrileşme şimdi insanları uyarıyor. COVID-19, yaşadığımız ve gelecekte yaşayacağımız tehditlerden sadece biri. Her ne kadar geç kalınmış olsa da bilinçlenerek ve bu değerlerin üzerinde durarak, gelecekteki felaketleri önleyebileceğimiz düşüncesindeyim. Bu yüzden de bu değerleri kendi markamda olabildiğince uygulamaya çalışıyorum.
Eğer tasarımlarımla insanların yüreklerine dokunup, hayatlarını olumlu yönde bir nebze etkileyebilirsem, iyiye, güzele ve doğru davranışa yönlendirebilirsem amacıma ulaşacağım demektir!