Nostalji geriye dönüktür ve tüketicidir. Zamanı dondurma, insanın kendisini ´Kronos´un elinden kurtarmanın beyhude çabasıdır.
Benim herhalde 60 yıldır okur, 30 yıldır da şu veya bu şekilde içinden biri olarak izlediğim basınımızın değişmeyen bazı klişelerini her gördüğümde güleyim mi ağlayayım mı bilemem. Sıkı bir kar yağar ertesi gün manşetler ‘beyaz felaket’ diye çıkar. Bir olay olmuş o gün trafik tıkanmıştır, ertesi gün gazeteler haberi ‘trafik çilesi’ diye verir. Yağmur yağar, başlık bellidir: ‘İstanbul sele teslim’. Buna benzer daha neler neler…
Bir tek, bildiğim ve anımsadığım kadarıyla, Türkiye’de sosyologlardan ve akademiklerden çok daha keskin gözlemlerde ve saptamalarda bulunan Çetin Altan ustamız bu konuya dikkat çeker, çocukluğundan bu yana değişmeyen sorun ve tepkileri dile getirirdi. Ustanın yakınması daha ziyade Türkiye’nin sorun çözememe kapasitesine dönüktü. Nasıl olur da her yağmurda şehri sel basar, her kar yağışında trafik dururdu?
Ben bir akademik olarak gene işin o yanını ihmal edip gazete manşetlerinin değişmezliğine dikkat çekeyim. Bunu Çetin Altan’ın sorusuyla bütünleştirip, eğer sorunlar da manşetler de aynıysa ortada ciddi bir yaratıcılık problemi var diye saptayayım. Daha doğrusu ‘yaratamama’ sorunu. Nasıl olur da basın yıllar yılıdır benzeri konuları hep aynı başlıklarla verir?
Bu minvalde bir başka örnek vererek sözü başka yere bağlayayım.
***
Tıpkı kar, yağmur, trafik gibi basının aynı haberi aynı şekilde mek parmak değiştirmeden vermesine bir başka ‘yakıcı’ misal bayramlar, dinî bayramlar. Aklım ereli herhalde gene 60 yıla yakındır ve ben el’an, şu güne kadar ‘eski bayramlar’ teranesinin bir temcit pilavı gibi ısıtılmadığı bir tek bayram anımsamıyorum. Diyelim bundan 55 yıl önce gazetelerde ‘eski bayramlar’ var. Peki. Çocuğum ve “Demek eskiden bayramlar böyleymiş” diyebiliyorum. Ama ben bu tarihi şimdi yaşadım. ‘Eski bayram’ 2021 yılında geçmişin hangi yılına denk geliyor?
Eğer 19. yüzyıldan bahsetmiyorsak, mesela 1850’lerde ne olup bittiğini konuşmuyorsak 60 yıl bir ulusun ve kültürün bilincinde az buz bir zaman değildir ve 60 yıl öncesiyle bugünkü bayram ‘kutlamaları’nı karşılaştırdığımızda ‘eski’ olan ne, farklı olan ne? (Bu arada belirteyim, daha öncesi zaten yoktur ‘kutlama’ anlamında, ‘Ramazan eğlenceleri’ de sosyal hayatı kapsayan eğlence mantığı da 19. yüzyıl modernleşmesinin, Tanzimat sonrasının armağanıdır.)
Soru önemli. Çünkü, modernleşme bizde öncelikle kentliliğe ait bir kavramdır. Taşra elbette daha fazla geleneğin, örfün, göreneğin içinde yaşar. 19. yüzyılda Osmanlı ve erken 20. yüzyılda Cumhuriyet modernleşmesi henüz gelenekten o kadar da kopmadığımız bir dönemdi ve kentli aileler gelenekle moderni birleştirme çabasındaydı. Mesela bayramlarda büyüklerin eli öpülür, harçlık alınır ama ‘likör’ içilirdi. Buyurun! (Bu likör meselesini ayrıca yazmak, irdelemek şart.)
Zamanla kentte ve burjuvazide gelenek kısmı büsbütün geriye itildi, bu olgu taşraya veya Müslüman burjuvaziye terk edildi. Ama kent çevresindeki (hatta merkezindeki) gelenekçi kesim kendi adetini sürdürüyor: Gene bayramdan önce gidip alışveriş yapıyor, çocuklarına yeni giysiler giydiriyor, evde baklava hazırlıyor, gene az veya çok büyükleri ziyarete gidiyor. Kısacası bundan 60 yıl önce bir kesim ne yapıyorsa bugün de aynı şeyler yapılıyor. O zaman ‘eski bayram’ nerede? Yani, hiç bilmediğimiz ‘Direklerarası’nı mı özleyelim, evin bahçesinde kurban kesmeyi, o sırada öd ağacı yakmayı, akşam da gerdan tatlısı yemeyi mi?
Evet, bu ‘eski bayram’ meselesinin bir gerçekliği yok. Bir klişe sadece ve bir nostaljiye tekabül ediyor.
***
Nostalji içinde yaşadığımız çağın ‘ağır’ gerçeklerinden biri. Neredeyse her şeyde bir nostalji yaşanıyor. Siyaset, siyasal tarih bile nostaljiyle ‘anımsanıyor’. Nostalji sözcüğü ‘nostos’ ve ‘algos’ sözcüklerinden türüyor, antik Yunancada. ‘Nostos’ eve dönüş demek, ‘algos’ ‘acı’ anlamına geliyor. Sıla acısı/hasreti demektir. O zaman nostalji bizim için bir şeye geri dönmek, kopmak istemediğimiz bir şeye yeniden kavuşmak. Nostaljinin özgün bir hali elbette vardır, işte, besbelli, eve dönmek. Ev, büyük bilinç dışıdır. Kopsak da kopamayacağımız, bizi derinden etkileyen ve işleyen olgudur.
Güzel, ama bugünkü manasında nostalji o kadar masum bir kavram değil. Modernleşmenin getirdiği bir özlem. Çünkü modernleşme her şeyi yakıp yıkmakla, geleceği geçmişin yerine koymakla meşgul. O hercümercin içinde ‘özlemek’ bir tür direniş alanı oluşturuyor: modernleşmeye direnmek, dönüşümden hazzetmemek, en azından hazmetmek için zaman beklemek. Sert bir aforizmada bulunayım ve nostalji modernleşmeyle sorunu olanların meselesidir diyeyim. Hepimiz özleriz ama nostalgia başka bir özlemdir.
***
Başka bir çare yok değil eğer bugünden sıkılıyorsak: hayal kurmak. Hemen belirteyim, şu yaptığım tanımlar çerçevesinde hayal modernlikle ilgilidir. Modern bilinç daima hayal kurar. Hayalin önü açıktır, sınırsızdır hatta ve hayal yaratıcıdır. Yeni bir şeyi hayal eder insan, eskinin hayali başka bir manaya gelir. Yahya Kemal “Hayale dalınır zevk alınır” diyordu ama ondan söz etmiyoruz. Halbuki nostalji geriye dönüktür ve tüketicidir. Zamanı dondurma, insanın kendisini ‘Kronos’un elinden kurtarmanın beyhude çabasıdır.
Devam edeyim: hayal uygulanır. Düşlersiniz ve gerçekleştirirsiniz. Zaten gerçekleştirmek için düşler insan. Oysa nostaljinin neyini ‘uygulayacaksınız’? Nostalji zaten uygulanmış bir şeyin anımsanmasıdır-sadece. Bana göre nostaljinin bellekle de ilgisi yoktur. Yapay, hiç değilse yüzeysel bir hafızadır nostaljiyi ‘işleten’. Nostaljik anımsama zamanla ‘ayıklamacı/seçmeci’ bir bellek meydana getirir ve biraz daha süre geçince bu defa nostaljik olan gerçek dışını kurgulamaya döner. Hiç olmamış bir dizi ‘şey’ nostalji tarafından icat edilir. Kurmaca bir edimdir nostalji, yapıntıdır. Bu nitelikleriyle de gerçek dışıdır, gerçek somuttur, nostaljinin gerçeğiyse uydurulmuştur.
Öylece de nostalji kiçe ait bir düzlemdir. Mitolojik oluşuyla, gerçekten kopukluğuyla, uydurulmuşluğuyla nostalji hızla kiçleşir ki, kiç tam da odur: gerçek gibi durur, gerçek duyguyla işi olmaz, yapay bir duygusallık yaratır. Ve hiçbir kiç ‘orijinal’ olanla ilgilenmez, yığın şeklinde, kütle şeklinde üretilenle uğraşır. Nostaljinin, bu özelliklerden kopuk olduğunu kim söyleyebilir?
***
İşte, ‘eski bayramlar’ klişesi bu zeminde cereyan eder. Olmayan bir kavramın üstünden, ne aradığımızı bilmeden, hiçbir şeyi sorgulamadan salt nostalji duygumuzu tatmin etmek için sürdürüyoruz o hikâyeyi. Ama sadece bayram konusunda değil biz her konuda kendisini nostalji seline kaptırmış, o selde boğulan bir toplumuz. Demektir ki, henüz modernleşmeyi o kadar da içselleştirmiş bir toplum olamamışız.
Bakın etrafınıza, belki de kendinize, göreceksiniz.