Türkiye´nin Avrupa basketbolundaki başarısının hem Fenerbahçe hem de bu senenin şampiyonu Anadolu Efes üzerinden nasıl geliştiğini anlatmanın, diğer spor dallarında başarı için önemli dersler sunacağına inanıyorum.
Avrupa basketbolunu yakından takip edenler için mayıs ayı bambaşka bir tada sahip. Ekim ayından beri başlayan yolculuğun sonuna gelinen bu ay içinde önce playoff, sonra dörtlü finalin oynanmasıyla beraber hem heyecan hem de rekabet en üst seviyeye çıkmakta. Ayın son gününde bu yazıyı kelimelere dökerken kafamda bir Z raporu alıp bütün yaşananları tekrar yaşıyorum şu an. Ancak size bu seneyi değil, son 7-8 senenin yolculuğundan bahsetmek istiyorum. Türkiye’nin Avrupa basketbolundaki başarısının hem Fenerbahçe hem de bu senenin şampiyonu Anadolu Efes üzerinden nasıl geliştiğini anlatmanın, diğer spor dallarında başarı için önemli dersler sunacağına inanıyorum.
Bu iki takımın Avrupa şampiyonluğuna giden yolculuğuna bakarsak ilk göze çarpan etmenin, planlarından ve sürekliliklerinden taviz vermemeleri olur. 2013’te Obradovic ile yola çıkan Fenerbahçe önce salonunu, sonra Euroleague’de oynama alışkanlığını kazanırken üst üste oynadığı üç dörtlü finalin sonunda şampiyonluğa 2017’de ulaştı. Anadolu Efes’in bu seneki şampiyonluğu da aynı Fenerbahçe gibi üç sene üst üste dörtlü finale yükselmenin sonucunda geldi. Başka bir benzerlik de Koç Ergin Ataman’ın 2017’de Efes’in başına geçip dört sene sonra şampiyonluğa ulaşması oldu. Süreklilik, koça ve takıma birbirini tanıma fırsatı verirken, yaşanan hem saha içi hem saha dışı zorlukların aşılmasına zaman tanıyınca, takımın taraftarla kaynaşması da sağlanıyor. Birbirine bağlı olan bütün bu unsurların bir araya gelmesiyle Avrupa’nın en büyük sahnesi bile olsa başarının gelmesi kaçınılmaz oluyor.
Bunun yanında bu iki takımın yakın dönemlerde yükselmesi bir tesadüf değil. Sağlıklı bir rekabet ortamında bu iki takımdan birinin çıtayı yükseltmesi, diğerinin kendini geliştirmesi için bir motivasyon sağladı. Avrupa’nın en başarılı koçlarından Obradovic’in gelmesiyle yükselişe geçen Fenerbahçe’nin karşısına daha güçlü bir şekilde çıkmak isteyen Anadolu Efes de takımını geliştirmek için atılım yaptı. Her fırsatta rekabeti sevdiğini söyleyen Ergin Ataman da Euroleague şampiyonluğu kazanmadan adının aynı klasmanda geçemeyeceğini bildiği için hedefini en tepeye koydu. Hem Türkiye Ligi’nde hem de Euroleague’de birbiriyle karşılaşan bu ekipler, karşılıklı sundukları stratejiler ve takım kurgularıyla birbirlerini en üst seviyede oynanacak maçlar için hazır tutmaya devam etti.
Paranın parayı çektiği gibi başarının da başarıyı çektiği bir gerçek. Bu da bizi başarıyı getiren üçüncü etmene getiriyor - marka değeri. Bu iki takım da organizasyonunu ve devamlılığını kanıtladığı ve bunların sayesinde sürekli olarak başarıya ulaştığı için yıldız oyuncuları, kendini göstermek isteyen genç yıldız adaylarını çekmekte zorluk çekmiyor. Anadolu Efes kökenli oyuncuların özellikle 2000’li yılların başında yakaladığı başarılar, 2013’ten itibaren Fenerbahçe’den ayrılıp NBA’ye adım atan oyuncuların kurduğu kıtalararası bağ derken iki takımın basketbol dünyasındaki değeri tartışılmaz bir noktaya geldi. Bununla ilgili bir örnek vermek gerekirse, Obradovic sonrası koç arayışına giren Fenerbahçe, Igor Kokoskov gibi 20 senelik NBA tecrübesi olan bir Avrupalı koçu takımın başına geçirmeyi başardı. Kendisinin ayrıca Sırbistan Milli Takımı koçu olduğu da göze alınırsa Bogdan Bogdanovic gibi eski bir oyuncunun verdiği referansın ikna olmasında etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Süreklilik, rekabet ve marka değeri - bu üçlü birbirinden beslenen ve birbirini besleyen verimli bir döngünün parçaları. Basketbola sadece bir oyun değil, hayatın yanması olarak bakan biz sporseverler adına iki ekibimize de hem başarılarından hem de hayatımıza katmak için verdikleri değerlerden dolayı teşekkür ederim. Umuyoruz bu yolda devam eder ve nice başarılar elde etmeye devam edersiniz.