William Shakespeare, İngiliz tarihinin 12. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar olan dönemini kapsayan, her biri dönemin hükümdarını adını taşıyan ve ona odaklanan on oyun yazdı. Shakespeare’in Tarih Oyunları olarak adlandırılan bu oyunlar, yazılış yıllarına göre değil, tarihsel döneme göre şöyle sıralanır: King John / Kral John, Richard II, Henry IV Bölüm-1, Henry IV Bölüm- 2, Henry V, Henry VI Bölüm-1, Henry VI Bölüm-2, Henry VI Bölüm- 3, Richard III, Henry VIII.
Straford Festivali’nde Shakespeare oyunlarının sekizincisi bu, Tim Carroll’un 2015’te yönettiği, William Shakespeare’in Tarih Oyunlarından en az bilineni, ‘King John / Kral John’dur.
İngiltere Kralı II. Henry’nin dördüncü oğlu John, iki büyük ağabeyi ölünce kral olan, Aslan Yürekli lakaplı I. Richard’ın 1199’daki ölümünden sonra tahta geçmiş, 1216’da ölümüne kadar İngiltere kralı olmuştu. 1215’te baronlarının isyanının başlattığı iç savaşı barışçıl yollarla çözmeye çabalayan John, bireysel özgürlükleri öne çıkarıp, kralın bu alanda yetkilerine hukuksal kısıtlamalar getiren ‘Magna Carta’ anlaşmasını yapmıştı. İlginçtir, Shakespeare'in yaşadığı dönemde, İngiltere'nin bir hukuk devleti olmasında ilk büyük adım olan Magna Carta, şahsi hürriyetlerin kazanımı olarak değil, merkezi monarşik yönetimi zayıflatmak için güçlü soylu baronlar tarafından dayatılmış, utanılacak bir anlaşma olarak görülmekteydi. Bu sebeple, King John oyununda Magna Carta’dan söz edilmez. Hem öykü az bilindiği hem de dinin devamlı siyasete karıştığı, insanın başını döndürecek sayıda karmaşık ittifaklar ve siyasi oyunlar içerdiği için, oyunun ‘Game of Thrones’u aratmayacak kadar karmaşık konusunu genişçe anlatmakta fayda var.
İngiltere’yi Fransız asıllı Plantagenet Hanedanı yönetmekte ve Fransa Kralı Philippe de akraba olarak tahtta hak iddia etmektedir. King John oyunu, Fransız elçisinin, Kralı II. Philippe (Peter Hutt) adına, Kral John'a (Tom McCamus), ağabeyi Geoffrey'nin oğlu genç Brötanya Dükü Arthur’un (Noah Jalava) İngiltere tahtının gerçek varisi olduğunu ve Arthur lehine tahttan feragat etmesinin gerektiğini bildirmesiyle başlar. John’un bu talebi reddetmesi, iki ülke arasında yeni bir savaş başlamasına sebep olur.
John’la annesi Kraliçe Eleanor’un (Patricia Collins) en sadık adamı, kralın Richard adıyla şövalye payesi verdiği Piç Philip’tir (Graham Abbey). Oyun karakterlerinin hemen hepsi, gerçek tarihsel kişiler olsalar da Piç kurmacadır. Olaylara fiili olarak katılmakla yetinmeyen Piç, oyun boyunca sürdürdüğü, kimi zaman izleyicilerle interaktif paylaştığı monologlarla, asalet, bencillik, siyasi varlıklar ya da İngiliz egemenliği konularına özgün, kimi zaman resmi görüşlerle ters düşebilecek yorumlar getirir.
Fransa’da Kral Philippe ve Kral John, İngiliz yönetimindeki Angiers şehrini kuşatırlar. Şehir yöneticileri hiçbir tarafı tutmamakta direnince Piç, önce Fransızlarla İngilizlerin şehri birlikte fethetmelerini, sonra aralarındaki kavgayı sürdürmelerini önerir. İki kral da neredeyse bu yola girerken Angers yöneticileri ilginç bir karşı teklif getirir: Philippe’in oğlu, Fransız tahtının varisi Louis (Antoine Yared) ile John’un yeğeni Blanche’ın (Jennifer Mogbock) evlendirilerek tarafların uzlaşmasını önerirler. Evlilik, Louis’ye drahoma olarak İngiltere’de hatırı sayılır mülk getireceği, John içinse tahttaki durumunu güçlendireceği için iki tarafın da işine gelir. Arthur’un annesi Contance’ın (muhteşem Seana McKenna) öfkeyle Philippe’i Arthur’u terk etmekle itham etmesine rağmen, Louis ve Blanche evlendirilir.
Roma’dan Papa’nın temsilcisi Kardinal Pandolf’un (Brian Tree) gelmesiyle, karmaşık, kimi zamanda sarkmaya eğilimli öykü örgüsü beklenmedik bir viraj alır. Papa’nın istemediği bir başpiskoposu görevlendiren John’dan atamayı geri almasını isteyen Pandolf, John reddedince onu aforoz eder. Bununla da yetinmeyerek John’la oluşmuş akrabalığı tehlikeye atmaktan çekinen Philippe’i dini açıdan baskılayarak anlaşmayı bozdurur. İnsanlığa kardeşlik ve sevgi getirmesi gereken bir inanç temsilcisinin, fiilen savaş ve ölüm getirdiği sahne, neredeyse bir korku filmi gibidir ama, usta bununla da yetinmez. Savaş yeniden başlayıp Arthur İngilizlere esir düştüğünde, Pandolf, “John Arthur’u artık sağ bırakmaz, öldüğünde İngiltere tahtında senin de en az John kadar hakkın var” diyerek Louis’yi İngiltere’ye saldırmaya kışkırtır. Louis güçlü bir orduyla savaşı kazanmak üzereyken kurt politikacı John, Papa ile anlaşınca, iki yüzlü Pandolf bu kez John’u destekler. (Bunlar aşırı derecede tanıdık gelmiyor mu?)
John tabii ki, Angiersli Hubert’ten (Wayne Best) Arthur’u önce kör etmesini, sonra öldürmesini istemiştir. Bunu yapamayan Hubert çocuğu serbest bırakır. Ancak Arthur, kaçarken kale duvarından düşerek ölür. Asiller John’u suçlayarak isyan eder. Savaş bütün tarafların ağır kayıplarıyla devam ederken, durumlar bir ara John’un lehine gelişir. Tam bu sıralarda John bir keşiş tarafından zehirlenerek ölünce, asiller ve Piç oğlu Prens Henry’ye sadakat yemini eder.
Tim Carroll, oyunu aynen Shakespeare döneminde yapıldığı gibi dekorsuz, neredeyse mum ışığında çekilmiş gibi duran, sade bir görsellikle yönetmiş. Çok başarılı dönem kostümleri de sahnelenmenin klasik tarzına uyuyor. Gerçekten de yazıldığı dönemdeki sahnelemelerden tek farkı kadınları kadın oyuncuların canlandırması. Ama ne kadınlar! Patricia Collins muhteşem bir Kraliçe Eleanor, Seana McKenna ise tüyler ürpertici bir Constance.
İzledikçe Stratford’un oyuncu kadrosunun her oyunda mükemmel olduğu daha da hissediliyor. Tiradlar, çapraşık ve inanılması güç olaylar, baş karakterlerden en küçük rollere müthiş doğal oyunculuklarla benzersiz bir inandırıcılık kazanıyorlar. Shakespeare’in, İngiliz olsalar bile günümüz izleyicileri için arkaik gelecek lisanını sanki evlerinde ve özel yaşamlarında da konuşurmuş gibi rahatlıkla kullanmaları ise olağanüstü.
Sonuç olarak, aşırı karmaşık olay dizisine karşın, özellikle inancı kötüye kullanılması ve din uğruna katliamların yapılması gibi çağının çok ötesinde bakış açısıyla mutlaka keşfedilmesi gerek bir oyun.
Bir bizden – Yeni Metin Yeni Tiyatro Festivali
‘Fuhuş’
Tiyatro yolculuğuna Yeni Perform, Yeni Metin ve Yeni Dünya olarak devam eden bağımsız çağdaş sanat tiyatro yazınına ve yeni merkezi GalataPerform’un düzenlediği çok sayıda projenin en önemlisi, çağdaş oyun yazım biçimlerine odaklanan uluslararası Yeni Metin Yeni Tiyatro’nun, yeni oyun yazarlarını ve metinlerini her yıl seyirciyle buluşturan Yeni Metin Yeni Tiyatro Festivali sonbaharda 10. yılını kutlayacak. Onuncu yıla bir ön kutlama olarak, on değişik ülkeden on yeni oyun yazarının oyunları Türkçeye çevrilerek çevrimiçi seyirciyle okuma tiyatrosu olarak buluşuyor.
Serinin ilk oyunu, Fransa’dan Magali Mougel’in, yazdığı, Reyhan Özdilek’in çevirdiği ‘Suzy Storck’ adlı oyunu, yayınlandığında izleyememiştim.
Bu sebeple serinin ikinci oyunu, Macar yazar Ákos Németh’in yazdığı, Eva Aktürk’ün çevirdiği, Kayhan Berkin’in yönetiminde Erdem Kaynarca, Melis İşiten ve Dilara Melami’nin oynadığı ‘Fuhuş’ adlı okuma tiyatrosundan söz edeceğim.
Fuhuş, her şeyin her an metalaştırılabileceği, belki de yalnızca fiyatın söz konusu olduğu bir dünyada kendilerine daha iyi bir yer arayan karakterlerin, birbirleriyle bağlantılı olmayan dört hikâye üzerinden kavram olarak fuhuş konusunu irdeleyen bir oyun. Vaktiyle tanınmış bir koreograf olan bir adam, büyük olasılıkla içki sorunu yüzünden maddi sorunlar yaşar ve bir fuhuş ağıyla çalışmak için eski bir fahişe olan yönetici kadınla tartışmalı bir görüşme yapar. İlişki sonrası müşterisi fahişeye 11 yıllık evliliğinin geldiği traji komik durumu anlatırken, genç fahişe, misyoner bir Yehova Şahidinden almış olduğu broşürde okuduğu bir cümleyi anlamlandırmaya çalışır. Uyuşturucu bağımlısı bir kadın bebeğiyle gittiği, lisedeyken kendisinden hoşlanmış torbacıdan bedava uyuşturucu almak için uğraşırken olay beklenmedik bir sürprizle sonuçlanır. Anaokulunda bir kız çocuğunun, mutlulukla oyun parkında bulduğu yeni arkadaşını anlattığı son bölüm ona dostça yaklaşan adamın asıl beklentisini hisseden seyirci için anlatı, kan dondurucu bir deneyime dönüşür.
Kayhan Berkin’in sahnelemesi, oyun okumasından farklı bir çalışma tarzı olan Okuma Tiyatrosunun ne olduğu hakkında ders niteliğinde. Birincil amaç metni öne çıkarmak olduğu için, oyuncular ellerindeki kitapçıktan okusalar da, karşımızda soyut da olsa dekoru, müziği, kostümleri ve de çok başarılı oyunculuklarıyla dört dörtlük yönetilmiş bir oyun var. En zor durumlarda bile ayakta kalmaya çabalayan güçlü kadınların karşısına sorunlu erkekleri çıkaran oyunda kadınları canlandıran Melis İşiten ve son hikâyede küçük kızı ustalıkla var eden Dilara Melami çok iyiler. İlk kez ‘Tato’da hayran olduğumuzdan beri, her yeni çalışmasıyla çıtayı daha da yükselten Erdem Kaynarca müthiş etkileyici. Özellikle final oyunda konuşmadan sadece bakışlarıyla duyumsattığı pedofil gerçekten ürkünç.
Seri yaz boyunca devam edecek. Birbirinden ilginç yeni oyunları keşfetmek için önemli bir fırsat. yeniperform.com üzerinden oyun tarihlerine ve tamamı ücretsiz gösterimlere ulaşılabiliyor. Sağlıklı ve huzurlu seyirler dilerim.