Trump 2020 sonunda, giderayak yüzyılın kritik uzlaşma eşiği olarak nitelediği İbrahim (Abraham) Anlaşmalarını kotardığında, bu İsrail için olduğu kadar, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Sudan ve Fas için de yeni bir bölgesel işbirliği umudu yarattı. İsrail ile normalleşecek ilişkilerden Körfez ülkelerinin öncelikli beklentisi İran tehdidine karşı bir kalkan oluşturmaktı. Ama bundan öte, her ikili anlaşma, kendine özgü içeriği ile Akdeniz havzasında, hatta Kızıldeniz’i aşıp Afrika boynuzuna ulaşarak, askeri, ekonomik, teknolojik ve çevreyle ilgili bazı atılımlar vaat etti. Katar ve Suudi Arabistan da sıraya girmiş gibi gözüküyordu. Ancak sanki konu birden istim kaybetmeye başladı. Bunun nedeni olarak İsrail’in Gazze Şeridine yaptığı hava saldırıları ve Batı Şeria’da süren şiddet gösterilmekte. Trump’ın geçici rüzgârı ile yelkenleri şişen Netanyahu’nun Filistin üzerindeki baskıyı arttırarak Abraham ruhuna zarar verdiği hala genel kabul gören bir düşünce. Aslında “mağdur ve mazlum Filistinli” tablosunun Arap kamuoyu üzerinde eskisinden daha büyük bir etki yaratması söz konusu değil. Başta Mısır olmak üzere Arap ülkeleri bazı somut nedenlerle veya nedensiz, Filistin konusuna karşı hala ilgisiz, umursamaz ve duyarsız tutum sergilemeye devam ediyor. Arada bir Arap Birliği kaynaklı çıkışlar ise adet yerini bulsun cinsinden. Zaten Abraham Anlaşmaları da bazı genel ilkeler dışında İsrail ile ilişkileri normalleştirmeyi amaçlayan ülkeler açısından Filistin ile ilgili önemli önkoşullar içermiyordu. Buna karşılık zaman içinde geliştirilebilecek ortak projelerin verdiği yeni ufuk ve umutlar hepsini tatmin etmişti. Ama şu sıralar özellikle Mısır ve BAE’de filizlenen bazı tereddüt tohumları olduğu anlaşılıyor. Bunların dal budak salmaması ve yaratılan ılıman hava koşullarının sürmesi için toplumsal uzlaşma zeminlerinde süren çabalar işte bu ayki yazımın konusu.
İsrail’de Yeni Dönem Yeni bir Başlangıç mı?
Şimdi İsrail’de yeni bir hükumet var. Üstelik bu hükumet, Arap partilerini de bünyesine alan bir koalisyon. Bu, Türkiye’ye bile ilham vermesi gereken bir başlangıç. Tabii koalisyonun sürdürülebilmesi önemli. Bunu Başbakan Naftali Bennett’in başarıp başaramayacağını zaman gösterecek. Aslında Filistin gibi karmaşık bir soruna, ne geniş katılımlı bir koalisyonun, ne de teknik, siyasi ve idari içerikli yeni yol haritalarının çözüm getirebileceği düşünülmemeli. Ama koalisyon, yeni yerleşim yerleri açmamayı veya Filistinlilerin evlerinden kovulmamalarını güvence altına almayı önce insan haklarına saygılı olduğu için bir görev kabul etmeli ve koalisyonun bekası için uzlaşmacı bir yol izlemeyi hedeflemeli. İki devletli çözüm konusu yine dillere pelesenk edilebilir. Ama bunun teknik, topografik, hukuki ve fiili zorluklarından öte, Filistin’in devlet olması için gerekli siyasi sorumluluk, ekonomik olarak ayakta kalabilme ve idari kapasite hala orada değil. İsrail’in dış ilişkileri açısından yeni Dışişleri Bakanı Yair Lapid, önce Biden yönetimi ve Demokrat Parti, sonra da kapı komşu Ürdün ile ilişkileri geliştirmekten dem vurdu. Ama ilerleyen günlerde bölgesel ilişkilerin ve özellikle Abraham ikili anlaşmalarının İsrail için öneminin de değerlendirilmesini beklemek gerekir. Çünkü Biden yönetimi nasıl Çin konusunda Trump’ın izinden gidiyorsa, Ortadoğu’da başlayan normalleşme süreci konusunda da aynısını yapacaktır. Türkiye-İsrail ilişkilerinin seyri ise yine pek çok konu ve koşula, tavır ve karşılıklı taviz ve söylem değişimine bağlı.
Uzun Soluklu Projelerle İşbirliği Ruhu Yaratmak
Yüksek tınılı ses çıkaran, gücünü savaş ve çatışmadan değil, barış özleminden alan özel sektör kuruluşları, gönüllü ve özerk gruplar, her yerde olduğu gibi İsrail ve Arap ülkelerinde de uzlaşma ortamının sürmesi için çaba sarf ediyor. Çünkü sürekli çatışma ve gerilim herkesi bezdirmiş durumda. Sadece terör örgütlerinin, radikal grupların ekmeğine tereyağ sürüyor ve İran’ın bölgedeki etkisini arttırıyor. Artık Filistinli, Arap ve Yahudi analar çocukları, eşleri ölsün veya gazi olsun istemiyor. Zaman zaman bu barış ve dostluk yanlısı gruplardan davet almak, proje ve çabalarını izlemek hem gururumu okşuyor hem de Ortadoğu’nun geleceği için bana cılız bir ışığın aydınlanma umudunu veriyor. Bu projelerden biri şu sıralar özellikle dikkatimi çekiyor. Abraham normalleşme sürecinin parçası olan her ülkeden gelen akademisyen, profesyonel yönetici, emekli diplomat ve askerlerden oluşan bu grupların çoğu, her şeyden önce bugünün dipsiz kuyu gibi karanlık sorunlarında kaybolmak yerine, ortak bir geleceğe odaklanmaya çalışıyor. Örneğin 2050 yılına yönelik paralel projeleri aralarında tartışıyorlar. İsrail, Mısır, Ürdün ve BAE 2050 hazırlıklarında bu grupların başını çekiyor. Tartışmalar ve tasarımlar ilgili hükümetlere yazılı öneriler olarak aktarılacak mı, aktarılırsa hangileri dikkate alınacak ve rafa kaldırılmayacak emin değilim. Ama beklentim, yüksek düzeyde uzmanların çevre, sağlık, gıda ve su güvenliği gibi konularda başlattığı çalışmaların ortak bir havuzda toplanması ve bölgesel işbirliği için yeni basamaklar oluşturması.
Abraham Uzlaşma Gruplarının Türkiye’den Beklentisi
Abraham Anlaşmalarına taraf ülkelerin Türkiye ilgili yaklaşımları Suriye ve Libya müdahalelerinden sonra olumsuz. Buna rağmen Türkiye’den hala beklentiler var. Aslında kendi çevre sorunlarına sahip çıkamayan, Marmara gibi bir iç denizi salyaya boğan, Kanal İstanbul gibi bir alamete binip, çevre felaketine dörtnala koşan Türkiye, Sina Yarımadası sulama ve yeşillendirme projesi için ne söyleyebilir diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Çevre konularındaki tasarımlar konuşuldukça sadece dinlemeyi tercih ediyorum. Elbette çevre konularına hemen başta elektrifikasyon (ortak şebeke) ve yenilenebilir enerji konuları olmak üzere, ortak enerji ve akıllı sulama projeleri ekleniyor. Ghor Çukuru ve Kızıldeniz-Ölü Deniz (Red-Dead) projeleri yeniden canlandırılabilir mi bunu da göreceğiz. Gıda güvenliği konusu herhalde yeniden konuşulmaya başlanacaktır. Tabii bu konuda Türkiye’nin kendine yeterli bir Ortadoğu yaratma açısından geçmişte verdiği sözler vardı. Ancak neredeyse yarım yüzyıllık GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi) iddiasına rağmen Türkiye’de tarımın bırakınız Ortadoğu’ya bir umut vermesini, kendisi için bile yetersiz kalmasına üzülmemek mümkün değil. Bununla beraber Türkiye’den olan bazı beklentilerin, her şeye rağmen Abraham Anlaşmalarına can suyu taşıyabileceğini duyunca mutlu oluyor ve önerilerle gruplara katkıda bulunmaya çalışıyorum.
‘ATİ’ ile Uzlaşma Ruhunu Geleceğe Taşımak
Hemen her bölge ülkesinde, Türkiye’nin gelişmiş sağlık sektörü ile bölgesel bir sağlık merkezi (Health Hubs) projesine katkıda bulunması beklentisi var. Bu bağlamda BAE, İsrail ve Türkiye’nin ortak sağlık merkezleri kurması, sağlık turizminde birbirini daha fazla tamamlar hale gelmeleri önemli görülüyor. Tıp eğitiminde işbirliği, aralarındaki yüksek tıp teknolojisi, insan, bitki ve hayvan ilacı ürün ticaretinin denetimlerle serbestleştirilmesi, Abraham Anlaşmaları çerçevesinde sadece uzman doktor değil, tüm sağlık personeli rotasyonunun önünün açılması için çeşitli anlaşmalar imzalanması önemli. Tabii normalleşme sürecinde ve 2050’ye kadar önümüzdeki 24 yıllık süreçte sağlık sigortası alanında ortak atılım yapılması (joint venture) özellikle en fakir için özel sigorta şirketlerinin katkısı ile bir sağlık fonu oluşturulması benim için akla gelen bir işbirliği konusu. Adına Arap, Türkiye ve İsrail Sağlık Sigortası şirketi dense fena mı olurdu? Baş harflerinden oluşan ‘ATİ’ Arapça gelecek anlamına geldiği için kulakta da pek anlamlı bir tını bırakır. Eminim böyle bir projeye ön ayak olacak bir veya birkaç Türk sigorta şirketi bulunur ve uzlaşmaya sağlıkla ve sağlıklı bir katkıda bulunur.