Aylardır beklediğimiz aşılamanın hız kazandığı bu günlerde aşı karşıtlarından yükselen sesler Orta Çağ zihniyetini günümüze taşıyor.
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmanın hayli yaygın olduğu ülkemizde bu cenahın son temsilcileri aşı karşıtları. Arkadaş tavsiyesiyle antibiyotikten, ağrı kesicisine ilaç kullanmaktan kaçınmayan, iyi olacağım diye nefesi kuvvetli hacı hoca takımına itibar gösteren bir ülkede bu duruma şaşırmak yersiz olsa da, dünyanın altını üstüne getiren, milyonlarca hayatı sonlandıran böylesi bir salgında yaşadıklarımızdan hiç etkilenmeden ‘büyük oyunun farkında olma’ gibi saçma bir iddiayı anlamak imkansız. Zira Orta Çağ’da yaşamıyoruz.
Ne var ki aylardır beklediğimiz aşılamanın hız kazandığı bu günlerde aşı karşıtlarından yükselen sesler Orta Çağ zihniyetini günümüze taşıyor. Dahası, kendilerini ‘çip’ takılacak kadar biricik bulan bu ayaklı özgüven anıtları, şuursuzlukları ile Orta Çağ’ın ünlü ressamı Bruegel’in Körler tablosunu akla getiriyor. Tıpkı o tabloda olduğu gibi, hiçbir akılcı dayanağı olmayan iddialarını birbirine ekleyerek ilerliyorlar. İçinde yaşadığımız bu modernimsi çağda 16. yüzyılda yapılan ve İsa’nın, Matta İncili’nde geçen “Bırakın onları. Onlar körlerin kör kılavuzlarıdır. Eğer kör köre kılavuzluk ederse, her ikisi de çukura düşer” sözlerini konu alan Bruegel’in işaret ettiği akıl körlüğünün tam da içine düşmüş durumdayız. Her ne kadar elimizde son moda teknolojik cihazlar olsa da oturduğumuz yerden dünyanın öbür ucundaki sevdiklerimizle görüşebilsek de modern bir çağda yaşamıyoruz. Yeryüzündeki en büyük potansiyel olan insan aklını insanlık hayrına kullanamıyoruz. Koca kıta Afrika’dan tutun da gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde yaşayan kim bilir kaç deha eğitime ulaşamadan yaşayıp yok oluyor. Bir de sözüm ona eğitime ulaşmış ancak kendi aklını her şeyin üstünde tutanlar var. Tehlike tam da burada. Yoksa ne diye bu Orta Çağ zihniyeti ile uğraşalım? Aklın üstünlüğünde neden buluşamayalım?
Cevabı basit. Sağlam bir Orta Çağ yaşayıp, ödememiz gereken o ağır bedelleri ödemediğimiz, dinle akıl arasında yapmamız gereken hesaplaşmayı yapamadığımız için kendi Orta Çağ’ımızı şimdi parçalı olarak yaşıyoruz. Hayatın orasına burasına koyu bir gölge gibi düşüyor bu Orta Çağ zaman dilimleri. 21. yüzyılda yaşadığımızı sandığımız bir anda 15. yüzyılın içine düşüyoruz. Üfürükçü desen bizde, hacı hoca desen bizde, elinin şifalı olduğu düşünülen halk kahramanları bizde. Maşallah yok yok! Dahası önlerinde uzunca kuyruklar olan, hatta kimi zaman aracı konularak ve tuhaf ücretler verilerek ulaşıldığı söylenen bu ‘hünerli kişilerin’ abuk sabuk tavsiyeleri hiç sorgulanmadan uygulanırken, sevdiklerine hastalık bulaşmasını önleyecek hayati bir adım atmadaki bu tutumu akılla, kalple, vicdanla anlamanın imkânı yok.
TARİHTE AŞI
Bu bir cahillik hali. Gücünü cehaletten alan, kendini korumak için her şeyi yapan insanların yaşamlarına kast eden sorumsuz bir davranış. Karşımızdaki karanlık böyle bir şey. Oysa aşılamanın tarihine bakıldığında Orta Çağ’da Avrupa çeşitli salgınlarla kırılırken bu topraklarda insanların aşı olduklarını görüyoruz. Anlaşılan, her konuda atalarını dinlemeyi şiar edinmiş bir millet bu konuda onları pek de takmıyor. Biz onlara aldırmayıp tarihe biraz yakından bakalım.
Aşının tarihçesine bakıldığında Antik Çağlarda ilk uygulamaların Çin ve Hindistan’da yapıldığı, zaman içinde ticaret ve göç yolları ile Osmanlı İmparatorluğu’na geldiği görülür. Joseph Needham isimli araştırmacı, yazdığı kitapta bu uygulamalardan bahseder. Aşılama ile ilgili en eski bilginin 1549 yılında Çin’de basılan bir kitapta karşımıza çıktığını belirten Needham, aşılamanın ilk olarak 1567 ve 1572 yılları arasında simya ilkelerine dayanan ‘olağanüstü bir adam’ tarafından icat edildiğini söylüyor. Needham’ın incelemesinde Osmanlıların ayrı bir yeri var. Avrupa’nın aşı ile ilk tanışmasının Osmanlılar sayesinde olduğu görülüyor. 1714 yılında Konstantinapol’de yaşayan Emanuel Timonius’un Osmanlıların aşı ile ilgili yöntem ve uygulamalarını anlattığı mektubunun Royal Society’de John Woodward tarafından okunmasının ardından bu aşı uygulamaları Avrupa’da hızla yayılır. Timonius, Türklerin çiçek hastalığı için sekiz yıl boyunca aşılamaya devam ettiklerini ve bunun sonucunda hastalığın ya hafif biçimde ya da hiç anlaşılmadan geçirildiğini belirtir. 1716’da kendisi de saygın bir doktor olan Jacob Pylarinius tarafından yazılan mektupta ise Konstantinapol’de bir Rum kadın tarafından aşının kendisine tanıtıldığı anlatılarak işlemin detaylarından bahsedildiği görülür. 1720’lerde Konstantinapol’de görevli bir İngiliz diplomatın eşi olan Lady Mary Wortley Montague, Osmanlı’da yaygın olarak uygulanan ve güvenli sonuçlar alınan çiçek aşısının kendi çocuklarına da yapılmasını ister. Nisan 1721’de İngiltere’ye dönen Montague, aile dostları İskoç cerrah Charles Maitland’a da kızını aşılaması gerektiğini söyleyip, Konstantinapol’deki deneyimlerini aktarmasıyla aşı konusu İngiltere’de hızla yayılır. Öyle ki, 1853 yılında çıkan çiçek salgınında İngiliz Hükümeti zorunlu aşı uygulamasına gider ve aşı karşıtlarına hapis cezaları da olmak üzere ağır yaptırımlar uygular.
İşte şimdi zamanın tam da burasında duruyoruz. Aşı olmamayı bir hak olarak algılayanların özgürlük alanlarını kısıtlayarak halk sağlığına tehdit oluşturacak şekilde aramızda dolaşmalarını engellemenin yollarını bulamamış olmak bizim ayıbımız olmalı. Bunca sağlık çalışanı, bilim adamı canı pahasına çalışıp hayatlarından olurken aşı karşıtlarına “Peki, siz de olmayıverin” diyecek halimiz yok. Bu hastalığı atlatanlar nefes almanın hayattaki en büyük zenginlik olduğunun ayrımına birinci elden vardılar. Dünya ‘olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi’ noktasında buluşmuş, harıl harıl aşı olurken safını virüsten, karanlıktan yana tutanlardan değil; akıldan, bilimden yana duranlardan olmak kişisel bir kararın çok ötesinde bir insanlık görevi. Dahası hayatlarını kaybedenlerin elde edemedikleri o büyük şans, yaşamı devam ettirebilme ayrıcalığı, nefese yapılan en büyük yatırım. Bir insan neden yaşamını, sevdiklerini kaybetmek için bu kadar ısrar eder anlamıyorum ki… Bir kez daha ‘olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu’!
Bu yazıda aşağıdaki kaynaklardan yararlanılmıştır:
https://www.jameslindlibrary.org/articles/the-origins-of-inoculation/