40. İstanbul Film Festivali Uluslararası Yarışmasında 11 film var.
Hem ulusal hem uluslararası yarışmada yer alma başarısını gösteren tek film ‘Dirlik Düzenlik’. Filme Almodovar’ın ‘Sinir Krizi Eşiğindeki Kadınlar’ın yerli versiyonu sıfatı yakışıyor. Zira Nesimi Yetik anneleriyle yaşayan ve sürekli kavga eden bekâr iki kardeşin taşradaki yaşantısını anlatıyor. Film, aile içi ihtilaflar, gizli rekabet, kıskançlık, çekememezlik, çıkışsızlık gibi zorlu temaların hakkını veriyor. Bulgar Kamen Kalev’in tartışmalı filmi ‘Şubat’a ilgisiz kalmak mümkün değil. Filmden nefret edenler de, beğenenler de sayısız haklı gerekçe sunabilir.
‘DİRLİK DÜZENLİK’
40. İstanbul Film Festivalinin uluslararası ve ulusal yarışma seçkisine girmeyi başarmış tek film Nesimi Yetik’in ‘Dirlik Düzenlik’i. Bu filmi izlerken edindiğim ilk intiba, filme Almodovar’ın ‘Sinir Krizi Eşiğindeki Kadınlar’ın yerli versiyonu sıfatının yakıştığı idi. Filmin merkezinde Çanakkale’de aynı evi paylaşan yaşlı bir anne ile iki bekâr kızı var.
Filmin senaryo yazarlarından biri, üç başrol oyuncusu, yapımcısı ve kurgucusu kadın… Esasen ilk filmi ‘Toz Ruhu’ ile bir erkek filmi yapan Nesimi Yetik ikinci filminde kadınları merkezine alan bir film yapmak istediğini söylüyor. Yetik’in her iki filminde de senaryoya katkıda bulunan Betül Esener ‘Dirlik Düzenlik’in üç kadın kahramanının portresini çizerken kadın duyarlılığı konusunda büyük katkı veriyor. Son derece isabetli ve gerçekçi tespitler eşliğinde, bu senaryo monoton taşra hayatının sıkıcılığına vurgu yapıyor.
Sevgiyle nefret arasında gidip gelen ilişkiler
Film orta direk bir aile üzerinden sıkıcı taşra hayatının getirdiği çıkışsızlığı başarıyla dile getiriyor. İkisi oyunculukta ilk deneyimlerini yaşayan üç kadın oyuncunun olağanüstü performansları filmi inandırıcı kılıyor.
Film, aile içi ihtilaflar, gizli rekabet, kıskançlık, çekememezlik, gerginlik ve çıkışsızlık gibi zorlu temaların hakkını veriyor. Kolaylıkla melodramın tuzağına düşebilecek bir konuyu Nesimi Yetik, aksamayan bir sinematografi eşliğinde, sade, yalın ama etkileyici bir üslupla perdeye aktarma başarısını gösteriyor.
Yönetmen, filminde “insanların yalnız kalmamak için neler yapabileceğini gözler önüne sermek istediğini” söylüyor. Üç kadın arasında sevgiyle nefret arasında gidip gelen ilişkiler yaşansa da, her biri diğerlerinden kopmamayı arzuladıkları, senaryoda ustalıkla işleniyor. Filmin müthiş final sahnesinde vurgulanan ‘her şeye rağmen birlikteliği sürdürme arzusu’ eşliğinde, iki senaryo yazarı, üç kadının akıbetinin ne olacağı kararını izleyiciye bırakıyor.
Baskıcı bir aile reisiyle mutsuz bir hayat süren üç kadın, erkeğin ölümünden sonra birbirlerine tutunarak, sık sık da kavga ederek aynı evi paylaşırlar. Tahsilli Hicran (Asiye Dinçsoy) tarih öğretmenidir. Fiziksel engelli olduğu için kompleksli, asosyal, uyumsuz bir insandır ve güzel kız kardeşinin gölgesinde kalmanın sıkıntısını yaşar. Okulu yarıda bırakan ve bir emlak acentesinde çalışan Vildan (Betül Esener) geceleri barda şarkı söyler. Filmin ilk sekansında kendisine bira ısmarlayan bir erkekle geceyi birlikte geçirir.
Sınıf atlama peşindeki Vildan, karısını dövdüğü bilinen evli bir erkeğin metresi olmayı gururuna yedirir. Şeker hastası anne Dudu (Dudu Yetik) kızlarının hayatına karışmaz, ama onların her günü kavgayla geçirmelerinden yorgun düşmüştür. Üç kadın aynı çatı altında yaşamalarına rağmen bambaşka bir hayat sürerler.
Birçok konuda çatışma yaşayan üç kadının hayatı, Dudu’ya evlenme teklif edilmesiyle değişir. Hicran, annesinin evlenip evden ayrılması, yalnız kalma ihtimaliyle yüz yüze gelince hırçınlaşır, evliliğe karşı çıkar. Türlü dolaplar çeviren kız kardeşine güvenmemekte, er geç evden ayrılmak istediğini bilmektedir. Hicran annesine, evlendiği takdirde babasının sigortasından gelen 2000 lirayı alamayacağını, üç çocuklu bir adamının kendisini geçindireceğinin ve iyi davranacağının garantisi olmadığını anlatır.
Aile içi gerginlik, çıkışsızlık
Geçmişte yaşanan acı gerçekler, halının altına süpürülen ihtilaflar, bu gergin çatışma ortamında dile getirilir. İki kardeşin hesaplaşmasında eski defterler karıştırılır, kırıcı, yaralayıcı, hakarete varan suçlamaları içeren kavga sahnesi filmin en başarılılarından biri. İlk defa bir aile olduklarını hatırladıkları Dudu’nun doğum günü kutlamasında filmin ilk mutluluk sahnesi yaşanır. Ertesi sabah üçlünün yüzme havuzundaki mutlu aile tablosu uzun sürmez; iki kız kardeş yeniden kapışınca kısır döngü devam eder.
Senaryo yazarı-oyuncu-yönetmen Nesimi Yetik (40) Antalya Film Festivali’nde Altın Portakal Cahide Sonku Ödülü aldığı günlerde, iki oyuncusuyla birlikte Muammer Brav ile bir söyleşi yapmıştı. Filmin Çanakkale’de geçmesinin sebebini şöyle izah etmişti: “Birkaç yıldır Çanakkale’de yaşayan annemle kız kardeşimi ziyarete gittiğim bu şehirle bir bağ kurduk ve filmimin konusunun burada geçmesine karar verdik. Senaryo yazılımında bir biçimsel arayışın içine girdik.”
Başrolleri annesi Dudu Yetik’in ve eşi Betül Esener’le birlikte oynamalarını isteyen yönetmen, üçüncü rol için ‘Toz Ruhu’nda birlikte çalıştığı Asiye Dinçsoy’a teklif götürdüğünü anlattı. Senaryoyu yazılımına katılan Betül Esener, “Dirlik Düzenlik’in bir kadın hikâyesi olmasını istedik. Güçlü kadınlar yaratmayı amaçladık” derken, Asiye Dinçsoy, “Rol teklifinden sonra yollanan senaryoyu okurken bir çığlık attım. Zira filmlerde dişi rollere fazla rastlamıyoruz” diye ilave etti.
Filmin yapımcısı Betül Esener montajı da üstlenmiş. Aralarında müthiş bir uyum sağlayan üç kadın oyuncu filmde ekip ruhunun mükemmel bir örneğini veriyor. İlk kez kamera karşısına geçen Dudu Yetik sade ama görkemli bir performansa imzasını atıyor.
Henüz kariyerinin ikinci filmini gerçekleştiren bir yönetmen olmasına rağmen, ‘Dirlik Düzenlik’ ile Nesimi Yetik dikkatle izlenmesi gereken ve umut vaat eden bir isim olduğunu gösteriyor.
‘ŞUBAT’
Uluslararası yarışmanın en tartışmalı filmlerinden biri Bulgar Kamen Kalev’in ‘Şubat / Février’si olacak. Bu filme ilgisiz kalmak mümkün değil, ya nefret edilir ya da hayran kalınır. Her iki safta yer alanlar da sayısız haklı gerekçeler sunabilir. Filmi durgun, ağır, monoton sinema diliyle ve sabit, uzun planlarıyla sıkıcı bulanlar var. Cannes ‘2020 etiketi’ taşıyan filmi, pastoral hayatı ve mahalli rengi yansıtmadaki başarısıyla, atmosfer yaratmadaki becerisiyle övenler de var.
Filmi aile geleneklerinin vurgulandığı içeriğiyle, benzersiz görselliğiyle başarılı bulanlar, Kalev’i Bulgar sinemasının en yetkin genç sinemacılarından biri olarak görüyor. Kalev kişisel öykülü filminde ‘sıra dışı bir adamın sıra dışı portresini çizdiğini’ söylüyor. Film içses aracılığıyla felsefi, mistik ve şiirli yorumlarda bulunuyor; köy ve çiftlik hayatı, fakirlik, fatalizm, kader, kabullenme ve yazgı temaları hakkında önemli şeyler söylüyor.
46 yaşındaki, Burgaz doğumlu yönetmen ilk iki filmi ‘Şark Oyunları/Eastern Plays’ (2009) ve ‘Ada/The Island’da (2011) ilişkilerdeki çatışmaları ele almıştı. Son filminde, içine kapalı olduğu kadar karmaşık karakteriyle kendisini çok etkileyen büyükbabasının mütevazı hayatını anlatıyor.
Kalev ‘Şubat’ta büyükbabasının, çocukluğunu geçirdiği Karadeniz kıyılarında geçen üç bölümlük bir hikaye anlatıyor. Birinci bölüm ‘Geçmiş’te büyükbaba Petar’ın 8 yaşındaki halini, ikinci bölüm ‘Askerlik’te 18 yaşındayken bir Karadeniz adasında yaptığı askerliğini, üçüncü bölüm ‘Şubat’ta 82 yaşındaki Petar’ın dağ başında koyunlarıyla tek başına geçirdiği yaşlılık dönemini anlatıyor.
Birinci bölümde çoban dedesine emanet edilen, sürekli sorular soran, doğanın gizemini çözmeye çalışan 8 yaşındaki Petar’ı tanırız. Bir köy düğünüyle başlayan ikinci bölüm, damat Petar’a odaklanır. Genç çiftin elbiselerini çıkarmadan geçirdikleri zifaf gecesinin sabahında, gelinin Petar’ı askere uğurlamasını izleriz. Deniz kuvvetlerine gönüllü olarak yazılan Petar ıssız bir adada mutsuz günlerini sürdürür. Askerlik belgeseli tadındaki eğitim sahnelerinde, erinden komutanına herkes nemrut ve asık suratlıdır.
Komutanı Petar’ın oğlunun doğum haberini aldığında dahi izin hakkını kullanmayıp köyüne gitmeyi reddeden Petar’ın davranışına anlam veremez. Üçüncü bölümde, 64 yıllık bir sıçrayışla dağ başında koyunlarıyla birlikte ıssız bir yaşamı yeğleyen Petar’ı izleriz. Köyde yaşayan hasta kız kardeşinin telefondan “Bırak bu koyunları, ihtiyarlık günlerini köyde geçir” teklifini reddeder. Türkiye sınırında ücra bir coğrafyada tek başına, etrafı insanlar yerine doğa ile çevrili yaşayan Petar “Bizim hayatımızda sevgi olmaz” diyerek filozofça tespitlerde bulunur.
Filmdeki köylülerin yürekleri aynen yaşadıkları coğrafya gibi ıssız. Yazgılarını kabullenmiş, hayatlarını değiştirme arzusu taşımayan renksiz karakterler. Köyde yaşayan yaşlı ve hasta kız kardeş ise fatalist. Kendini ölüme hazır hissettiğini huzur içinde dile getiriyor. Opera müziği eşliğindeki, filmin en güzel sekansı olan şiirli final bölümü çok etkileyici.