Bu yazı dizimizde İstanbul Apartmanlarının izinde, bir yandan kaybolmakta olan bir yaşam şekli, eski Yahudi mahallerini hatırlarken, gençlerimizin büyükanne-büyükbabaları ile yapmış oldukları röportajlardan hareketle apartmanlar çevresindeki yaşamlarımızı irdelemeye çalışacağız. Projeye katılan tüm gençlerimize teşekkürlerimizle…
Yazan: Sayra Hakim
Derleyen: Mois Gabay
Niso Esinli’nin anılarında Urfa’dan İstanbul’a bir yaşam öyküsü
DEFNE APARTMANI
Sevgili Dedem Niso Esinli ile geçtiğimiz günlerde salgın sonrası ilk kez bir araya gelip, Urfa’dan İstanbul’a aile hatıralarını, çocukken yaşadıkları Taksim’den, Nişantaşı’na apartman yaşamının güzelliklerini, iyisi ve kötüsü ile geçmişi hatırlamaya çalıştık. Bazen güldük, bazen duygulandık ama en çok da o eski zamanların anılarını yad ettik. Fonda Dario Moreno’dan bir şarkı, kah Taksim Belediye Gazinosu’nda, kah o zamanların tenha semtlerinden Topacağı’nda turladık. Aklına gelenleri zorlamadan gönlünce anlatmasını istedim. Nitekim, her söylediği cümle toplumumuz tarihine düşülen bir nottu. Benim olmadığım zamanlarda, İstanbul’un bir buçuk milyon nüfusu olduğu dönemlerden günümüze neleri kaybettiğimizi hatırladık. Gelin hep birlikte, Niso Esinli’nin anılarındaki İstanbul’u ve apartman yaşamını tanıyalım…
Dedem her ne kadar İstanbul’da doğup, büyümüş olsa da Urfalı olduklarını mutlaka belirtir. Urfa denince de aklımıza mutlaka mutfak kültürü gelir. Dedeme Urfa’dan neden İstanbul’a göç ettiklerini sorduğumda, önce sadece Urfa adetlerinden bahsetmekle yetindi. Israr ettiğimde ise geçmişin karanlık sayfalarında kalan o günleri anlattı. “Benim annem, babam, büyükanne ve babalarım Urfa doğumludur, orada yaşadılar. Dedemin Urfa’yı terk etmesinin en büyük nedeni ise Urfa’da 1947 yılbaşında yaşanmış bir katliamdır. 1947 gecesi bir Musevi ailenin evinde yedi kişi öldürüldü, bunlar benim babamın kuzenleri tarafındaydı ve kimin yaptığı bulunamadı. Büyükbabam dahil olmak üzere çoğu Yahudi itham edildi. Bu olaydan sonra orada yaşayan bir Yahudi dışında tüm Yahudiler orayı terk etti. Bazıları daha kurulmamış İsrail devletine, bazıları İstanbul’a ya da Amerika’ya göç etti. Ben İstanbul’da doğdum. Annem doğumdan sonra erkek evladını ailesine göstermek için Urfa’ya götürmüş. Birkaç ay orda kalmışız. İlk önce annem ve babam İstanbul’a geldiler, ablam da orada doğmuştu. 1953-1956 gibi büyükannem, büyükbabamlar da İstanbul’a geldiler. Buraya gelince annemler Urfa örf ve adetlerini devam ettirdi. Özellikle yemekleri lahmacun, kubbe (içli köfte), kayısılı dolma, iç pilavlı kaburga gibi mutfağımızdan eksik olmazdı. Güneydoğulu ailelerin en büyük zevki yemek yapmaktı. Çoğu da kaşeruta baktığı için dışarda yiyemezlerdi. Urfalı aileler misafirperverlikleri ile tanınır. Osmanlı’dan günümüze ‘Diş Kirası’ adeti devam ettirilirdi. Eve yemeği gelen misafirlere dönüşte yemeklerin bir kısmını verirlerdi. Malum uzun yoldan gelmişlerdi ve dönüşte de acıkırlarsa bu yemeklerle karınlarını doyurabilirlerdi. Bu adet ailelerimizde halen devam etmektedir.”
Dedem Niso Esinli’nin 8 yaşına kadar doğduğu Taksim, Talimhane bölgesinde yaşamış oradan da Nişantaşı’na taşınmışlar. Senegalli askerlerin talim atışlarından dolayı Talimhane ismini alan, bir zamanların Topçu Kışlası, Gezi Parkı ile tanığım Talimhane, oteller bölgesi o dönemlerde az bilinen bir Yahudi mahallesiymiş. İşte o mahallenin adını Fransız şair ve siyasetçisi Alphonse de Lamartine’den alan Lamartine Caddesi’nde dünyaya gelmiş. Hatta o dönemlerde İstanbul’da sadece üç yabancı isim sokaklara verilmiş. Bunlardan birisi Lamartine, diğeri meşhur Fransız yazar, İstanbul sevdalısı Pierre Loti ve diğeri de İran Şahı Rıza Pehlevi’ymiş. Canım dedem karlı bir kış günü Lamartine Caddesindeki Defne Apartmanının yüksek tavanlı evlerinde dünyaya gelmiş. “Doğdum derken hakikaten orada doğdum, çünkü 26 Ocak 1945’te o kadar çok kar varmış ki annemi hastaneye yetiştirememişler, yollar kapalıymış. Doktor eve gelmiş, annem beni evde doğurmuş. 26 Ocak 1945 tarihini ısrarla söylüyorum çünkü bu tarih II. Dünya Savaşının bitiş tarihi sayılır. Amerikan askerleri Auschwitz’e o gün girdiler, daha sonra Holokost 27 Ocak’ta anılmaya başlandı.”
“Yaşadığım muhitte etraf o zamanlar çok tenhaydı, sokağın başında bir tane taksi olurdu, herkes randevu alırdı. Apartman görevlileri o zamanlar apartmanın her şeyiydi. Bir yandan güvenlik, temizlik gazete dağıtma ile meşgul olurken, apartmanda aynı okula giden çocukları toplar, elimizden tutup bizi okula bırakıp alırlardı.” Dedemin yaşamış olduğu Beyoğlu’nun o masum yıllarında daha Taksim Gezi’si oteller tarafından istila edilmemiş, yeşili bol Gezi Parkı ise mahallelinin önemli sosyalleşme mekanlarından biriymiş. O yılları anlatırken hüzün ve özlem adeta birbirine karışıyor. “Orada çok güzel anılarımız olurdu. Biz cumartesi gidemezdik çünkü ailemiz ‘Şomer Şabat’tı. Her aile albümünde olduğu gibi bizim de kardeşlerimle gezi parkında çekilmiş bir fotoğrafımız vardı. O yıllarda Taksim Belediye Gazinosu’nda dinlediğim şarkı halen kulaklarımdadır: Jezebel. Dario Moreno’nun meşhur olduğu yıllardı.”
Dedeme o yıllarda da hiç bu tip bir salgın yaşanıp yaşanmadığını soruyorum. Hiç duymadığım bir ‘kızıl’ hastalığından bahsediyor. “Biz Taksim’de otururken kızıl hastalığına yakalanmıştım, bugünlerde aşılarla yok oldu, engellendi. O zamanlar kızıl en bulaşıcı hastalıklardandı, bu bahsettiğim de 1953’lerdeydi. O ara Doktor Karako vardı bizim kapının üzerine ‘Dikkat bu evde kızıl var, bu daire karantinadadır’ diye yazı yapıştırmıştı.”
Dedem o zamanlarda Taksim’deki sokaklarda gençlerin file gerip voleybol oynadığını anlatınca şaşkınlığım daha da artıyor. “Alt dairemizde şimdiye kadar hala görüştüğüm arkadaşım olan Ralf Arditi ve ailesi otururdu. Birlikte çizgi romanlar okurduk. Hemen yan komşumuz Güzin Hanım ise sonradan benim İngilizce öğretmenim olmuştur” cümlelerini kullandı. Sokaklar hakkında “O aralar o kadar trafik yoktu ki, caddedeki gençler bir file gerip voleybol oynardı sokaklarda bir düşünün” dedi.
Dedemin bayramlarda dair anılarında yer tutan ise her daim büyük bayram sofraları ve çocuklara verilen armağanlardı. “Her zaman şimdi de yaptığımız gibi Pesah ve Roş Aşana’da ailecek toplanırdık. Ona ilave olarak o zamanlar büyükannelerim, büyükbabalarım yaşadığı zamanlar hem Purim’de hem Tu Bişvat’ta toplanırdık. Bizim en sevdiğimiz, en zevk aldığımız bayramlar onlardı çünkü Purim’de dedelerim bize para verirdi. Hatta para değil altın da verirlerdi Urfalı olduğumuz için. Tu Bişvat’ta ise annem ve büyükannem de bize torbalar dikerdi. Bayramda ikramlıklardan, çikolatalardan koyardık, hatta onlarla bile uyurduk.”
Dedemi yormamak için son olarak Nişantaşı yıllarına ait anılarından bahsetmesini istiyorum. Şimdilerin alışveriş semti o zamanlar nasıl bir mahalleydi? Mahalledeki çocuklarla muhabbetleri nasıldı? Düşündükçe bir film şeridi misali dedemin önünden karelerin geçtiğini fark ediyorum. “Nişantaşı’na taşındığımız zaman şu anda Migros olan Şakayık Sokağında, Köşe Palas apartmanda otururduk, aşağı inince Topağacı Meydanı vardı. Orada hiçbir bina yoktu. Komşularımızın çoğu dindaşımızdı. Üst katımızda İshak İbrahimzadeh’nin büyükannesi, büyükbabası yaşardı. Hatta annem ne zaman Arap kültüne ait bir yemek yapsa birlikte yerdik. City’s’in tam karşısında gittiğim Aydın İlkokulu vardı. O da bahçesi olan. İki katlı bir köşktü. Şu an Nişantaşı’nda böyle bir yer pek göremezsiniz. 1956’da Bebek’te okula kaydoldum. O zamanlar ilk kez servis kullanmaya başlamıştık. Servis dediğimiz 7-8 çocuk taksiye binerdik. Bizim zamanımızda okula yürüyerek gittiğimiz için kar tatillerinde de okula giderdik. Ancak İstanbul’da olan hava kirliliği ve sis yüzünden motorla gelen hocalarımız gecikirdi, o derslere girmediğimiz için mutlu olurduk. 27 Mayıs 1960 ihtilal dönemi sokağa çıkma yasağı konmuştu. Nişantaşı’nda en büyük zevklerimizden biri de boş tarlalarda top koşturmaktı. Biz gençler olarak yasağa rağmen futbol oynamaya sokağa çıkmıştık, orada Fenerbahçeli efsanevi futbolcu Can Bartu’yu görmüştük.”
Dedeme yanından ayrılmadan hiç antisemitizm yaşadınız mı diye de sormak istedim. “Bir tek çocukluğumuzda bazen arkamızdan ‘korkak Yahudi, korkak Yahudi’ diye bağırırlardı. Tarihte demek ki çekingen, isyankâr olmadığımız için böyle düşünmüşlerdi. Fakat benim yorumum Tora’da da vardır. Bu yaşadığınız, ekmeğini yediğiniz ülkeye ihanet edemezsiniz, ona karşı gelemezsiniz. Onun için biz katiyen isyankâr davranmıyorduk. Zamanla İsrail’in 1967 savaşından büyük zaferle çıkmasından sonra ‘korkak Yahudi’ lafları da kalktı ve etrafımdan ‘güçlü, cesur, Yahudi’ sözlerini duymaya başladım. O yıllarda kendi çevremde başka bir antisemitizmle karşılaştığımı hatırlamıyorum.”
Sevgili Dedem Nesim Mulhim Esinli’ye değerli paylaşımları ve hep bana yardımcı olduğu için çok teşekkür ederim.