“Türkiye eski Sovyet coğrafyasında Moskova'nın kırmızı çizgilerini ilk kez bu kadar yakından test ediyor”

Bu haftaki söyleşimizde, Rusya´nın iç ve dış politikası, Türkiye-Rusya ilişkileri, Avrasya´da güvenlik sorunları ve enerji politikaları konularında çalışan Dr. Kerim Has ile Karadeniz´de artan gerilimi, Türkiye-Ukrayna arasında yaşanan yakınlaşmaya Rusya´nın tepkisini, Moskova´nın Kanal İstanbul projesi hakkındaki düşüncesini ve son dönem ABD-Rusya ilişkilerini masaya yatırdık.

Karel VALANSİ Söyleşi
7 Temmuz 2021 Çarşamba

Son dönemde Karadeniz’de tırmanan bir gerginlik var. Türkiye ile Ukrayna arasında ticaret alanında artan işbirliği askeri alanda da kendini gösteriyor. Türkiye’nin Kırım konusunda Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunan duruşu ve Kiev’e SİHA satışı Rusya’yı bir hayli rahatsız etti. Bunu Rusya Devlet Başkanı Putin, Dışişleri Bakanı Lavrov, en son Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Zaharova sertçe dile getirdiler. Hatta Zaharova, Ankara’nın Kırım’daki Tatar varlığını gerekçe gösterdiği yaklaşımı karşısında Ankara'ya Kürt sorununu anımsattı; “Biz de Türkiye’nin etnik durumuyla ilgilenmek durumunda kalabiliriz gerçi bunu hiç istemiyoruz.” Bu konu Türkiye-Rusya ilişkilerinde başka bir büyük sorun olarak karşımıza çıkıyor. Oysa yakın zamana kadar Rusya ile bir NATO ülkesi olan Türkiye’nin iyi ilişkiler içinde olmasını olumlu yorumluyorduk. Aralarındaki ilişki göz önüne alındığında Türkiye Rusya’ya karşı kullanabileceği bir avantaj mı elde etti yoksa dış politikada zor kararlar alması gereken yeni bir açmaza mı girdi?

Türkiye’nin Rusya’yla iyi ilişkiler içinde olması olumlu bir şey. Önemli olan bunun ayarı ve Türkiye’nin başta Batılı ülkeler olmak üzere komşuları ve çevresiyle de ilişkilerinin seviyesi. Yine evinin içi ve huzuru, ekonomisi, kurumlarının işleyişi, sosyal dokusu gibi hususlar Rusya’yla olduğu gibi Türkiye’nin tüm dünyayla etkileşiminde de ana faktörler.

Kırım Tatarlarına gelirsek, açıkçası, bu meselenin özellikle son dönemde Ankara-Moskova ilişkilerini oldukça gerdiği kanaatindeyim. Burada zannımca Türkiye’deki iktidarın asıl önem verdiği konu Kırım Tatarlarının hakları veya yaşam standartları değil. Zira 2014’te Rusya Kırım’ı ilhak edene kadar buradaki Tatar nüfusun Ukrayna içindeki durumu eleştiriyi daha fazla hak ediyordu. Kırım’ın ilhakını olumlamak anlamında söylemiyorum, ancak örneğin, Kırım Tatarcası Ukrayna döneminde ulusal azınlık diliyken, Rusya’nın ilhakı sonrası Rusça ve Ukraynaca’yla birlikte Kırım’da üç eşit devlet dilinden biri statüsüne yükseltildi. Yine ilhak sonrası, 1944 yılında Stalin zulmü ve sürgünüyle evlerinden olan Kırım Tatarlarının anavatanlarına dönüşünün önündeki engeller kaldırıldı. 2014’teki ilhaka kadar uzun yıllar boyunca Ukrayna yönetimi sivil toplum örgütü olarak bile tanımadığı Kırım Tatar Milli Meclisinin resmi kaydını dahi yapmadı. İlhak sonrası ise Kırım Tatarları başbakan yardımcılığı dahil üst düzey görevlere getirilip siyasette daha görünür oldular. Eğer mesele Kırım Tatarlarının hakları ve yaşam standartlarıysa, 2014 öncesi Ankara’nın Kiev’i daha fazla ve açıktan eleştiriyor olması gerekirdi. Pek tabii, tüm bunlar Kırım Tatarlarının Rusya içerisinde halihazırda sorun yaşamadıkları anlamına gelmiyor. Ankara bu konuda Moskova’yla konuşmayı 2014-15’lerde kısmen denedi. O dönem Erdoğan iktidarı Kırım’a Moskova üzerinden heyetler göndermişti. Ancak sonrasında devamı gelmedi. Halbuki bu yaklaşım sürdürülebilir ve Moskova’yla konuşma zaman içerisinde işbirliğine evrilebilirdi.

Bir önemli husus da şu: Ankara’nın Kırım Tatarları hakkındaki mevcut politikası, onları Rusya içerisinde 5. kol faaliyetleri için kullanmaya çalıştığı yönündeki algıyı güçlendiriyor. Yine Ankara’nın son yıllarda Kırım Tatarlarını Moskova’ya karşı konumlandırarak Rusya’nın toprak bütünlüğüne karşı faaliyetlerde bulunduğu ve hatta İslamcı ve cihatçı damar kullanılarak Hizb ut-Tahrir gibi çeşitli aşırılıkçı ve terör örgütleriyle işbirliği halinde Rusya içerisinde istikrarsızlık oluşturmaya çalıştığı yönünde Kremlin’de güçlenen bir kanaat var. Bu da Moskova’nın Kırım Tatarlarına daha şüpheci yaklaşmasına yol açabilir.

Türkiye, Kırım konusunda İngiltere gibi agresif ve ilişkileri zedeleyici, Karadeniz’de çatışmayı tırmandırıcı bir tavırdan ziyade, Rusya’yla ikili ve bölgesel ilişkilerini dikkate alarak, Almanya ve Fransa benzeri bir tutum takınabilir. Malum, Almanya ve Fransa, Donbas ve Minsk anlaşmalarının uygulanması konusunda yapılan Normandiya Formatındaki görüşmelerde hem Ukrayna hem Rusya’yla doğrudan ve yakın iletişim halinde. Türkiye de kendisini bir cephe ülkesi gibi öne atmadan hem Ukrayna’yla hem Rusya’yla ilişkilerini idare edebilmeli. Hem Karadeniz’de Rusya lehine değişen askeri güç dengelerini göz önüne almalı hem de NATO’daki bazı müttefiklerinin bunu fırsat bilerek Karadeniz’i sıcak çatışma bölgesine dönüştürme yönündeki eylemlerine set çekebilmeli. Zor bir durum, ancak Türkiye’nin çıkarları zannımca bunu gerektiriyor. Türkiye kendi kendini açmaza sokmadan bu tarz bir politikayı izleyebilme kapasitesine sahip.

Tüm bunlarla beraber, Ankara Rusya’yı nasıl İdlib’de yoruyorsa, Libya’da uğraştırıyorsa, Karadeniz’de NATO’nun askeri faaliyetlerinin artması yönünde çaba gösterip Kremlin’i rahatsız ediyorsa, Karabağ ve Azerbaycan’da Moskova’nın ‘mahremi saydığı’ Kafkasya’ya askeri politikalarla ‘destursuz’ girdiyse, Afganistan üzerinden eski Sovyet coğrafyası Orta Asya’da da NATO’nun ‘koçbaşı’ rolüne soyunuyorsa, Kırım Tatarları ve genel olarak Ukrayna’da kendisine özellikle İngiltere’nin ‘tetikçi elemanı’ gibi bir görev biçmiş olabilir. Yani, bir nevi Rusya’nın çevrelenmesi ve Moskova’nın son yıllarda aktif olduğu bölgelerde enerjisinin yenmesi, yordurulması, durdurulması görevinden bahsediyorum.

Böyle bir görevden Rusya’yla ilişkileri belli seviyede korumak isteyen Almanya, Fransa, İtalya gibi ülkeler pek hazzetmeseler de İngiltere ve ABD hoşnut olabilirler. Ancak, İngiltere’nin Ukrayna’da daha ‘şahin’ politikalar izleme konusunda henüz Biden yönetimini tam ikna edemediğini düşünüyorum. ABD Karadeniz’e savaş gemisi göndermekten vazgeçerken, İngilizlerin tam tersi yönde adım atmış olmaları, Biden-Putin zirvesinin doğurduğu hafif olumlu havayı bastırmak istercesine İngiliz savaş gemisi ile Rus askeri güçleri arasında Kırım açıklarında yaşanan ve apaçık ‘provokasyon’ kokan son olay da sanki biraz bunu doğruluyor. Bu açıdan, Türkiye’yi yönetenlerin bir yanda İngiltere, sonra ABD, diğer yanda ise Rusya açmazı içerisinde oldukları kanaatindeyim. Bu ‘tehlikeli yolculuğun’ ne kadar süreceğini ise sanırım yaşayarak göreceğiz…

“UKRAYNA’NIN NATO ÜYELİĞİ TÜRKİYE’NİN ÖNCELİĞİ OLMAMALI”

Son NATO Zirvesi’nde Ukrayna ve Gürcistan’ın üyeliği için gerekliliklerin tartışılması, Ukrayna Başbakanı Zelenksi’nin “üye olmamıza az kaldı” tweet’i Rusya tarafından yakından takip edildi ve rahatsızlığını sert bir şekilde dile getirdi. Rusya için Ukrayna ile Gürcistan’ın NATO’ya üye olması kabul edilemez. Bu konudaki ciddiyetini ve benzer adımların neye mal olacağını 2008’deki Gürcistan Savaşı’nda, 2013’te Ukrayna Savaşı ve Kırım’ın ilhakıyla gösterdi. Moskova bu gelişmelerde Ankara’yı arabulucu kabul ediyor. İkili ilişkilerin geleceğini ve Rusya’nın bir sonraki olası adımı ne olabilir?

NATO’nun eski Sovyet coğrafyasına genişleme stratejisi zannımca bir süredir Erdoğan yönetimindeki Türkiye’nin bu bölgelerde artış gösteren askeri hareketliliğiyle sürdürülüyor. Türkiye’nin Azerbaycan, Ukrayna, Gürcistan’la derinleşen askeri ilişkilerinden SİHA satmayı planladığı Baltık ülkelerine… Bunlara yakında, Rusya’yla uzun yıllardır Transdinyester sorunu yaşayan Moldova da dahil olabilir. Yine, pek muhtemel ki Afganistan üzerinden Orta Asya’ya doğru da, askeri faaliyetlerini artırma politikası izleyecektir. Bu bağlamda, NATO ile bu ülkeler arasında Ankara’nın ‘arabulucu’ rolü oynadığı söylenebilir. Ancak bu biraz ‘yumuşatılmış’ ve diplomasi diline çevrilmiş bir kavram. Zira Rusya’yla bu bölgelerde doğrudan karşı karşıya gelmesi Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmiyor. Yine Moskova’dan bakınca uzun vadede pek tahammül edilebilir bir durum değil bu. Haddizatında Türkiye de bu tarz askeri hareketlilik ve faaliyetlerle eski Sovyet coğrafyasında Moskova’nın kırmızı çizgilerini ilk kez bu kadar yakından test ediyor. Dolayısıyla her an bir yol kazasının yaşanması olası.

Donbas’ta geçtiğimiz nisan ayında bir çatışmanın patlak vermesi an meselesiydi. Muhtemelen, ileride bu çatışma riski yine gündeme gelecek. Ankara’nın SİHA satıp Donbas’ta askeri senaryoya başvurması konusunda cesaretlendirdiği Kiev’le Moskova arasında gerilim yükseldiğinde, malum, Rusya hemen Türkiye’ye uçuş yasağı getirmişti. Turizm sezonu başlarken gelen uçuş yasağı daha yeni kalktı.

Rusya uzun süredir bu ülkelerin NATO üyeliğinin kendisi için kırmızı çizgi olduğunu söylüyor. Bu çok net, iş o aşamaya geldiğinde Kremlin pek düşünmez. Sorunuzda da geçtiği üzere, 2008’de Gürcistan, 2013-14’te Ukrayna örnekleri önümüzde. 2014’e göre günümüzde askeri güç projeksiyonuna daha yoğun bir şekilde başvuran, özellikle Suriye üzerinden Ortadoğu-Akdeniz ekseninde kapasite artırımına giden bir Rusya söz konusu. Bu açıdan, Ukrayna’nın NATO üyeliği Türkiye’nin önceliği olmamalı. Bu, Türkiye için çatışmaya yatırım yapmak demek. Olacaksa, Ukrayna’nın Donbas sorununu halletmesinde yardımcı olmalı. Ukrayna’nın kendi ekonomik, sosyal sorunlarını çözmesinde, yolsuzlukların azalmasına yardımcı olmalı, AB üyeliğini teşvik etmeli. Ama o zaman da şu gerçek karşımıza çıkacak: “Kelin ilacı olsa önce kendi başına sürer…”

“RUSYA, KANAL İSTANBUL SONRASI BOĞAZLARLA İLGİLİ MEVCUT STATÜKOYU KORUMAKTAN YANA”

Türkiye ile Rusya arasında Sputnik-V aşısındaki işbirliği, Akkuyu Nükleer Santrali ve Türk-Akım Projesi ilişkilerdeki olumlu gelişmeleri gösteriyor. Dönem dönem çıkan domates krizine rağmen sorunlarını kompartmantize etmeyi başarabildiler şimdiye kadar. Ancak iki konumuz daha var. Birincisi Rusya Kanal İstanbul hakkında ne düşünüyor?

Rusya’nın Kanal İstanbul hakkındaki düşüncesi net. Birincisi, Kanal İstanbul’un Montrö Boğazlar Sözleşmesini askeri planda hiçbir şekilde etkilememesini istiyor. Bu, Karadeniz’deki askeri güç dengelerinin değişmemesi ve NATO başta olmak üzere kıyıdaş olmayan ülkelerin Karadeniz’deki askeri varlıklarının Kanal İstanbul sonrası da Montrö Sözleşmesine tabi olması ve sözleşmenin öngördüğü şekilde sınırlandırılması demek. Yani, mevcut durumun devamı. İkincisi, ticari geçişlerin serbestliği. Kanal İstanbul’un inşa edilmesi Boğazlardan serbest geçişi etkilememeli. Montrö’ye göre ticari gemiler ve barış zamanında da kıyıdaş ülkelerin askeri gemileri Boğazlardan serbest bir şekilde geçebiliyor. Kanal İstanbul’un yapılmasının bu geçiş serbestliğini etkilememesini ve kendisine ekstra yeni bir ekonomik maliyet çıkmamasını istiyor Rusya.

Moskova, Kanal İstanbul’la ilgili görüşünü zaman zaman kamuoyu önünde tekrarlıyor. En son Lavrov açık bir şekilde Antalya’da bu meseleyi gündeme getirdi. Rusya, Kanal İstanbul sonrası Boğazlarla ilgili şu anki statükoyu korumaktan yana. Kanal İstanbul’un Montrö’nün altını boşaltmasını, Montrö’yü tartışmaya açmasını istemiyor. Ancak Ankara bu konuda henüz Moskova’ya yazılı bir güvence veya garanti vermiş değil. Daha çok şifahi olarak dile getiriyor Ankara kendi görüşünü. Günün sonunda özellikle İngiltere ve ABD gibi Karadeniz’e kıyıdaş olmayan ülkelerin baskısıyla Ankara Montrö’yü Türkiye’nin çıkarlarına rağmen tartışmaya açabilir. Bu yüzden, açıkçası ben, ilerleyen süreçte Kremlin’in bu konuda yazılı bir güvence isteyebileceğini düşünüyorum.

Bunun haricinde, Kanal İstanbul’la ortaya çıkabilecek çevresel yıkım henüz Rusya’nın gündeminde değil. Moskova, meseleyi hala sadece jeopolitik açıdan okumayı sürdürüyor. Sadece İstanbul ve Marmara Denizi’nde değil, Karadeniz’in de çehresinde ciddi bir çevre felaketine yol açabilecek bu projeye Rusya’nın daha sorumlu bir şekilde yaklaşması gerektiğini düşünüyorum.

İkincisi ise ABD S-400 füze sisteminden vazgeçmesini talep ederken, Türkiye ABD ve Rusya’yla ilişkilerinde dengeyi nasıl tutturacak? Türkiye S-400 konusunda yeni, farklı bir adım atar mı sizce?

Erdoğan-Biden zirvesi sonrası bir süreliğine Ankara’nın Washington’a yanaşmaya çalışması sürecini izleyeceğiz. Sanırım, altı ay kadar sonra bu politikanın ne tarz bir sonuç vereceğine dair daha net bir tablo görebileceğiz. Özellikle Afganistan ve Ukrayna’daki gelişmelerle birlikte… Bu açıdan ben biraz da Biden yönetiminin şu sıralar Erdoğan rejimiyle çalışıp çalışmama konusunda Ankara’yı test ettiği kanaatindeyim. Bu süre içinde depoda tutulan S-400’lerle ilgili yeni ve ciddi bir gelişme zannımca yaşanmaz.

Rusya ise Erdoğan’ın ABD’ye yanaşmasının geçici olduğunu, günün sonunda pek sonuç vermeyeceğini ve akamete uğrayacağını düşünüyor. Nasıl ABD’nin elinde Halkbank, Reza Zarrab, muhtemel ki yakında Sezgin Baran Korkmaz gibi Erdoğan yönetimine karşı kullanabileceği birçok dosya varsa, Rusya’nın ve diğer büyük güçlerin de elinde benzer baskı araçları mevcut. Rusya’nın acelesi yok. Yeni S-400’leri altı ay, bir yıl sonra da satabilir…

“BİDEN DÖNEMİNDE DAHA FAZLA KÖŞEYE SIKIŞAN BİR ANKARA GÖRECEĞİMİZİ TAHMİN EDİYORUM”

Biden dönemi ABD-Rusya ilişkilerini nasıl değerlendirirsiniz? Bunun Türkiye’ye etkisi nasıl olur?

Öncelikle, Biden döneminde ABD-Rusya ilişkilerinin her halükarda daha öngörülebilir olacağını düşünüyorum. Biden, Trump gibi bir başkan değil, sabah kalktığında füze anlaşmasından çıkmak gibi bir tutum sergilemeyecektir. Sorumluluklarını öne çıkardığı kurumlara daha fazla işlerlik kazandıracaktır. Bu da Rusya açısından öngörülebilirlik demek. Türkiye için de bu durum olumlu. İkincisi, Biden yönetiminin Rusya’yla çalışmak istediği alanlar var: silahlanma, stratejik istikrar, İran, Arktik bölgesi, çevre ve iklim konuları gibi… Bu küresel planda ABD-Rusya ilişkileri için pozitif bir gelişme. Ancak İran konusu hariç, Türkiye’deki siyaseti o kadar yakından etkileyen gelişmeler değil.

Üçüncüsü, Biden’ın başkanlığı sırasında Transatlantik ittifakın güçlendirilmesi çabalarına ek olarak, NATO’nun gündemine Rusya’yı bir numaralı güvenlik tehdidi, Çin’i de Batı dünyasına karşı en büyük meydan okuma olarak kayda geçirmesi Türkiye’yi yönetenleri ciddi olarak zorlayacaktır. Ankara bir yandan Rusya’dan S-400 alırken, Suriye’de vs. Moskova’yla çok kırılgan bir ilişki modeli yürütürken, Çin’den çeşitli finansal kolaylıklar sağlamaya çalışırken, diğer yandan imza attığı NATO bildirisinin politikasına destek vermek durumunda. Biden döneminde her halükarda daha fazla köşeye sıkışan bir Ankara’yı göreceğimizi tahmin ediyorum.

Dördüncüsü, Biden yönetiminde Suriye, Libya, Ukrayna, Moldova, Belarus, Kafkasya’nın geneli, Afganistan gibi bölgesel konularda da ABD-Rusya ilişkilerinde daha gergin bir döneme girildiği kanaatindeyim. Tüm bu başlıklar hep Ankara’yı oldukça zorda bırakabilecek sonuçlar doğurabilir.Son olarak, Biden döneminde ABD’nin “demokrasi” vurgusunun güçleneceği söyleniyor ama zannımca bu politika oldukça göreceli bir şekilde ve pragmatik düzlemde yürütülecek. Yani, Çin ve Rusya gibi aktörler söz konusu olduğunda Biden yönetimi bu vurguyu keskinleştirirken, ABD’nin “demokrasi” vurgusunun Türkiye’ye etkisi çıkarlarının ötesine geçmeyecektir.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün