Siyonizm, Yahudi milletinin, tarih boyunca varlığını sürdürdüğü Yahudi devletinin sınırları içinde buluşması ve bir ülkü çerçevesinde varlığını sürdürerek kendi kaderini tayin etme hakkını bir devlet yapısı içinde gerçekleştirme ülküsünün ideolojisidir.
1893 yılında Nathan Birnbaum’un yayınladığı ‘Die Nationale Wiedergeburt der Juedischen Volkes in Seinem Lande als Mittel zur Loesung der Judenfrage / Yahudi Sorununun Çözümüne Yönelik Olarak Yahudi Halkının, Anavatanında Yeniden Doğuşu’ başlıklı makalesiyle siyasal tarihin satır aralarında kendine yer bulur.
Bu fikrin ‘Siyonizm’ adı altında siyasi bir hareket haline gelmesi ise Theodore Herzl’in bir ‘İsrail Devleti’ hayaliyle gelişir.
Hukuk doktoru ve Viyanalı bir gazeteci olan Theodore Herzl, genel anlamda Yahudi ülküsünü kapsayan fakat Avrupa’da, özellikle Baltık ülkelerinde, Yahudi sorununun çözümünü asimilasyonda gören laik yapıda (hatta çocuklarını vaftiz ettirmeyi düşünecek kadar bu düşünceye inanan) biriyken, 1895 yılında Fransız ordusuna ihanet ederek casusluk yaptığı iftirasına uğrayan Yahudi asıllı Yüzbaşı Alfred Dreyfus olayı ve yargısı sonrası fikirlerini değiştirmiş, Yahudi ‘sorununa’ ancak Yahudilerin kendilerine ait bir devletin kurulmasıyla çözüm getireceklerine inanmıştı.
Bu inancını, 1896 yılında kaleme aldığı ‘Der Judenstaat / Yahudi Devleti’ isimli kitabında işlemiş ve 29 Ağustos 1897’de İsviçre’nin Basel kentinde I. Siyonist Kongresini toplamıştı.
Herzl ayrıca Dünya Siyonist Örgütünün başkanlığına getirilmişti. Kongrede hazırlanan Siyonist programı hayata geçirmek için gereken altyapının oluşturulması için finans desteğini sağlamak amacıyla bir fon kurulması kararlaştırıldı. Bu fonun da Filistin'de toprak satın alınması ve o topraklarda bir devletin altyapısının oluşturulmasına harcanması kararlaştırıldı.
Herzl’in “Ben Basel'de İsrail Devletini kurdum. En geç 50 yıl içinde bu düş gerçek olacak” demesinden 50 yıl İsrail Devleti artık bağımsızlığını ilan etmiş olacaktı.
Hepimizin bildiği bu mucizevi kuruluş öyküsü bu günlerde yaygın olan çizgi roman edebiyatında yer buldu. Özgün adı ‘HERLZ - Une Historie Europeenne’ olarak yayınlanan kitabın yayın haklarını bu alanda çokça kitabı günümüze kazandıran Kara Karga Yayınları aldı.
Basımı ertesi kitabı hızlı bir şekilde edinip bir solukta okudum. Kitap salt otobiyografik ya da tarihi bir anlatı olmayıp sürükleyici bir Orta Avrupa öyküsüyle birleşerek adeta roman tadında ‘Theodor Herzl ve Siyonizm’in Hikayesi’ adı altında enfes çizimlerle anlatılmaya çalışılmış.
Sürükleyici bir aile dramı ve öykünün gerisindeki gerçekçi tablolarla o yılların sürgün günleri, yaşanan zulüm ve yoksulluk karelerle çizimlere sığdırılmış.
Herzl’in düşlerinde yeşerttiği Siyon ülküsü ile Brodskylerin aile öyküsü aslında 1882 yıllarında Kursk, Charkow, Brody, Minsk pogromlarıyla alev alev yakılan kasabalardan terke zorlanan günlerde başlar.
Kitabın ilk resimlerinde 1882’de Baltık ve Rusya’dan pogromlarla kovulmuş vatansız ve yetim bir Yahudi olan Ilya Brodsky, ablası Olga’yla Avrupa’yı kat etmektedir. Öykünün gerisini kitabın arka yüzünden okuyalım:
“Brodskylerin Viyana’da yolları, edebiyat dünyasında kendini yeni göstermeye başlayan genç Theodore Herzl’le kesişir. Birkaç yıl sonra geleceğin İsrail Devleti’nin hayalini kuracak olan bu adamla bir anlık karşılaşma Ilya’nın hayatını değiştirecektir. Önce Londra’da anarşist çevrelerle yakınlaşır, sonraysa Paris’te Herzl hakkında araştırma yapmaya koyulur.
Habsburg Viyanası’na tamamen entegre olmuş bu monden Yahudi, neden birdenbire aslında utanç duyduğu vatansız kardeşlerini savunmaya başlamıştı? Hangi hayaller, hangi özel nedenler Herzl’i ‘Gelecekteki Ülke’ için, yeni bir ulus için çalışmaya sürüklemişti? 20. yüzyılın başında, yıkıma sürüklenen Avrupa’daki bu Siyonist rüya aslında nedir?
Siyonizm’in Doğuşu, birbirine zıt olduğu kadar tuhaf bir şekilde paralel de olan bu iki yazgı üzerinden Yahudi düşüncesinin iki tarafını karşılaştırıyor: Sürgün geleneği ve vadedilmiş topraklar hasreti. 21. yüzyıl Avrupası’nın kendisine sığınmak isteyenlere karşı yeni milliyetçi ve kimlikçi tutumlarla alevlendiği bir zamanda, bu çizgi roman Ilya Brodsky’nin sesinden her şeyini kaybetmiş olanlar için bir ülke hayal etmeye çalışıyor.
İnatla anlatmaya çalıştığım şey sanırım şuydu: Bu toprak tutkusu nereden geliyordu? Dünyada bir toprağa bağlanmadan yaşamakta neden güçlük çekiyoruz? Yüzyıllar ve tarih bizi her zaman sürgünde olan göçebelerle ikamet etmek için dünyanın dört bir yanına savrulmalar haline getirdiyse eğer, devlet ve ulus hikayesine bir kez daha atılım kazandırmak için midir? Tarihsel deneyimlerimizden yola çıkarak düşünülebilecek başka bir şey yok mudur? Bu güç ve kudret tarihini yeniden üretmekten daha iyi bir şeyimiz yok mu yapacak?”
Ilya Brodsky.