Hahambaşı mı? Başhaham mı? Ülkemizde, bu sorunun yanıtına ilişkin bir kavram karmaşası mevcut. Kimi tarihçi ve araştırmacı, sadece İstanbul haricindeki kentlerin ruhani liderleri için Başhaham unvanını kullanırken kimi ayırım yapmıyor; hem İstanbul hem de diğer kentlerde mevcut Yahudi cemaatlerinin ruhani liderlerini tanımlamak için Hahambaşı unvanını kullanmayı tercih ediyor.
Siren Bora
Türkçe harici dillerde, Hahambaşı/Başhaham ayırımına rastlamak mümkün değil. İki unvan da, tek bir sözcükle ifade ediliyor: GrandRabbin, ChiefRabbi, Oberrabbiner ya da הראשי הרב. Bu dillerde, ayrıca, başhaham unvanını tanımlayan farklı bir sözcük de yok. Kanımca, konuya ilişkin zihinlerde oluşan soruları ortadan kaldırmanın yegâne yolu, birinci elden verileri sırasıyla değerlendirmek. Bu verilerden ilki, Osmanlı Devlet Salnameleri. Resmi kayıt niteliğine sahip bu yıllıklarda, Tanzimat Döneminde hahambaşı, başhaham ve haham unvanlarının kullanıldığı kentleri ve bölgeleri tespit etmek mümkün. İkincisi, hahambaşı, başhaham ve haham unvanlı ravlar tarafından kullanılan resmi mühürler. Üzerlerinde, ilgili ruhani liderin unvanı İbranice ve Osmanlıca olarak yazılı. Bir de Başbakanlık Osmanlı Arşivinde yer alan bizzat padişah tarafından kentlerin ruhani liderlerine hitaben yazdırılan resmi evraklar var. Bu evraklarda, Yahudi ruhani liderlerine ilişkin unvanlar, açıklayıcı betimlemelerle kayıtlı.
Haham sözcüğü, İbranice ve Aramice “bilge, hikmet sahibi ve yetenekli kişi” anlamına gelir. Talmud’da, Babil bilginlerinden rav; Filistin bilginlerinden rabbi unvanıyla söz edilir. Romaniot ve Aşkenaz Yahudileri rav unvanını kullanırken Sefarad Yahudileri, İslami bir terim olan ve alim sözcüğünü anımsatan haham unvanını kullanmayı tercih etmiş. İster rabbi, ister rav ya da haham unvanıyla anılsın, söz konusu ruhani liderin başlıca görevi, Yahudi hukukunun, Alaha’ya uygun şekilde uygulamasını sağlamaktır. O, manevi lider vasfına sahiptir. Bu vasıfla vaaz vermekte ve danışmanlık faaliyeti yürütmektedir. Ayrıca Marbitz Tora (Tora’yı yayan) görevini üstlenmekte ve Posek (müçtehid) vasfını taşımaktadır. Modern dönemde hahamlar, evlilik, sünnet ve cenaze merasimlerini de yönetmeye başlamıştır.
Hahambaşı unvanının, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde kullanılmaya başladığı tarih, İstanbul’un fethi ertesidir. Fatih Sultan Mehmet’in arzusu doğrultusunda, Ermeni, Rum ve Yahudi cemaatlerinin üst kademedeki din adamlarından biri, kendi cemaati tarafından ruhani lider seçilmişti. Amaç, gayrimüslim tebaanın belli hukuki esaslar çerçevesinde idare edilmesini sağlamaktı. Osmanlı otoritesi, Yahudi cemaatinin dini ve hukuki liderine hahambaşı unvanını vermişti. Hahambaşı sözcüğü, İbranice hikmet sahibi, bilge kişi anlamına gelen haham ve Türkçe lider, şef anlamına gelen baş sözcüklerinin bir araya gelmesiyle oluşturulmuştu. İstanbul’da hahambaşı atanan Moşe Kapsali’ye verilen yetki, cemaatini mali, sosyal, hukuki ve kültürel alanlarda idare ve yargılama hakkıydı. Bunun karşılığında ondan, cemaatinin vergi payını zamanında ve eksiksiz teslim etmesi ve düzeni koruması beklenmişti. Halbuki Hahambaşı Moşe Kapsali'nin yetki alanı, İstanbul kenti ile sınırlıydı. Hahambaşı’nın yetkileri ancak 19. yüzyılda, ‘Millet Sistemi’nin orijinal anlamını kazandığı dönemde, tüm Yahudi cemaatini kapsayacak şekilde genişletilmişti. 22 Şubat 1835 tarihinde Takvim-i Vakayi’de yayınlanan kararnameden anlaşıldığına göre, o tarihe kadar Hahambaşı, Rum ve Ermeni Patrikleri gibi beratla atanma ve Padişah Nişanı ile onurlandırma ayrıcalığına sahip değildi. Sözünü ettiğim farklılığın muhtemel sebebi, Osmanlı Yahudi Cemaatinin dinsel bir hiyerarşiye sahip olmamasıydı. Osmanlı Yahudi Cemaati, padişaha bir dilekçeyle müracaat ederek, “Hahambaşının da söz konusu şerefli ayrıcalıktan ve padişah lütfundan” yararlanmasını rica etmiştir. 22 Şubat 1835 tarihli kararnameyle, hem talep kabul edilmiş; hem de ilk kez nişan alan Hahambaşı Avraham Levi, ‘Rav de nişan’ (Nişan sahibi Hahambaşı) olarak isimlendirilmişti. Takvim-i Vakayi'de yayınlanan hahambaşılık makamını resmen tanıyan duyuruda, millet sözcüğü, ehl-i zimmet anlamında kullanılmıştı. Bu tarihten önceki belgelerde, Rum, Ermeni ve Yahudiler, sadece taife veya cemaattir. Yeni sisteme göre, Osmanlı Yahudi Cemaatinin önderi durumuna getirilen İstanbul’daki hahambaşı, başhahamların ya da hahamların atanmasında Osmanlı padişahına öneride bulunma yetkisine sahipti. Bu arada kent ya da bölge başhahamları veya hahamları da, berat almaya başlayacaktı. Judeo-Espanyol dilinde hazırlanan ve tercüme edilerek padişaha sunulan Hahamhane Nizamnamesi, Padişah Abdülaziz tarafından onaylandıktan sonra, 15 Mayıs 1865’te Takvim-i Vakayi’de yayınlanarak yürürlüğe girmişti. Osmanlı kentlerindeki Yahudi cemaatleri tarafından, 19. yüzyılın sonuna değin Hahamhane Nizamnamesi esaslarına uygun tüzükler hazırlanmış; II. Meşrutiyet Dönemi’nde ise, ekler ve düzeltmelerle, tüzükler son şeklini almıştı.
Tam da bu noktada, başta sorduğum soruya geri dönüp detaylandırmaya çalışacağım: “Acaba Osmanlı sınırları içerisinde, İstanbul dışındaki kentlerde ikamet eden Yahudi cemaatlerinin ruhani liderlerinin kullandığı unvan, hahambaşı mıdır, başhaham mıdır? Ruhani liderlerin unvanı arasındaki ayırım hangi kriterlere göre yapılmaktadır? Acaba unvanlar, yıllar içerisinde herhangi bir değişikliğe uğramış mıdır?
Hahambaşı ve başhaham unvanlarına ilişkin kavram karmaşası, Fatih Döneminde başlar. Hahambaşı Moşe Kapsali'nin yetki alanı, sadece İstanbul kentiyle sınırlıydı. Ayrıca her kentte, ayrı ayrı organize olan Yahudi cemaatlerinin her birinin, kendine ait sinagogu ve haham unvanlı ruhani lideri mevcuttu. 17. yüzyıla gelindiğinde, cemaat organizasyonunu tamamlayarak farklı kahalleri bir araya getirmeyi başaran kentlerde bir ruhani lider seçimi yapılmaya başlamıştı. “Acaba, kentlerde seçilen ruhani liderlerin unvanı başhaham mı, yoksa hahambaşı mı olmalıdır?” Bu konuda, Osmanlı Yahudi Cemaatine yol gösterecek ne tüzük ne kural ne de emsal mevcuttur. Üstelik Osmanlı Yahudi Cemaati, Ermeni ve Rum cemaatleri gibi dinsel hiyerarşiye de sahip değildir. Bu yüzden uzun yıllar boyunca, kentlerde seçilen ruhani liderler, bölge halkı tarafından Hahambaşı unvanıyla anılmıştır. Hatta bu unvan, halkın zihnine öylesine yerleşmiştir ki; İstanbul’daki hahambaşının yetkileri tüm Yahudi cemaatini kapsayacak şekilde genişletildiği zaman dahi, halkın bölgelerindeki ruhani lidere yönelik hitap şekli değişmemiştir. Halbuki Osmanlı Hahambaşılığına bağlı idari bölgelerdeki ruhani liderlerin unvanı artık, başhaham ya da hahamdır. 1847-1918 yılları arasında 68 sayı yayımlanan Osmanlı Devlet Salnamelerini tarayan Canan Seyfeli’ye ait bir araştırma mevcut. Seyfeli, elli yıllık zaman süreci içerisinde, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde görev yapan haham, başhaham ve hahambaşıların adlarını, yetki alanlarını ve yıllar içerisinde bu unvanlarda meydana gelen bölgesel değişiklikleri saptamış. Salnamelerde, Ruesa-yı milel-i hamse başlığı altında zikredilen beş milletten (Rum, Ermeni, Ermeni Katolik, Rum Katolik ve Hahambaşı Yakub) biri, Hahambaşı Yakub adıyla kaydedilen Yahudiler. 1264 (1848) tarihli Osmanlı Devlet Salnamesi’nde, Yahudi Hahambaşısı Yakub başlığı altında, hahambaşılığa bağlı olan başhaham ve hahamların idari bölgeleri, tablo oluşturularak verilmiş. Söz konusu tabloya göre, yedi kent başhaham idari bölgesi tespit edilmiş. Bu kentler, Sofya, Bosna, Edirne, Selanik, Bursa, İzmir ve Kudüs’tü. 1275 (1859) tarihli salnameye göre ise, sadece üç kentte (Selanik, Kuds-i Şerif ve İskenderiye’de) başhaham mevcutken; haham unvanlı ruhani liderler, İzmir dahil 24 kent ve idari bölgede görev yapmaktaydı. İdari bölgelerde mevcut Yahudi cemaatlerinin nüfusu değişken olduğu için, nüfusu çoğalan bölgenin ruhani liderinin unvanı başhaham; nüfusu azalan bölgenin ruhani liderinin unvanı haham olarak belirlenmişti. Dikkat edilirse, kent hahamlarından değil; bölge hahamlarından söz ediyorum. Çünkü, Osmanlı Yahudi Cemaati nezdinde, mare de atra (yerin efendisi) adı verilen bölge hahamlığı kurumu mevcuttur. Günümüz İstanbul’unda, Hasköy, Kadıköy gibi semtlere hala mare de atra (başhaham) atanmaktadır. Hatta İzmir’de, mare de atra atanan mahallerden biridir. Mare de atra, Osmanlı’nın kadısıyla ya da günümüzün müftüsüyle özdeş tutulabilir. Öte yandan, İzmir Başhahamının ya da hahamının yetki alanının sınırları, Osmanlı Devletinin idari yapılanmasıyla paralel bir çizgi izlemekteydi. İzmir 17. yüzyılda Gelibolu’daki Kaptan Paşa (Cezayir-i Bahr-i Sefid) Eyaletine bağlanıp tersane kethüdalarının hassı olmuştu. Dolayısıyla 1255 (1839/1840) tarihli defter kaydında, İzmir’deki ruhani liderin yetki alanı, Kaptan Paşa (Cezayir-i Bahr-i Sefid) Eyaletinin idari sınırlarını kapsamaktaydı. Uzun yıllar idari açıdan farklı uygulamalara tabi olan İzmir, en nihayet, 1811 yılında Aydın Eyaletinin yeniden kurulması üzerine, buraya bağlanmış ve 1850 yılında vilayet merkezi yapılmıştı. Bu yüzden Rav Palaçi’nin, 7 Mart 1857 tarihli padişaha hitaben kaleme aldığı arzuhalde görüldüğü üzere, İzmir Bölge Hahamının yetki alanı, sadece Aydın Vilayetinin idari sınırları dahilindeydi.
Elimde, hahambaşı, başhaham ve hahamlara ait mühürler mevcut. 29 Ocak 1862’de Osmanlı Hahambaşısı Rav Yaakov Avigdor tarafından kaleme alınan bir belgedeki mühürde yer alan,“Bende Yaakov Avigdor Hahambaşı-yı İstanbul ve tevabiha hala” betimlemesi, Osmanlı Hahambaşılık makamını işaret eder. Hem hahambaşı unvanı, sadece, Osmanlı Devletinin başkenti İstanbul’da ikamet eden rav için kullanılmakta hem de İstanbul ve tevabiha açıklamasıyla hahambaşının yetki alanı olarak Osmanlı Devletinin sınırları içerisindeki toprakların tümü kastedilmekteydi. Rav Hayim Palaçi’nin 7 Mart 1857 tarihli padişaha hitaben kaleme aldığı arzuhalinde yer alan mührü üzerinde ise, Osmanlıca ve İbranice olarak şunlar yazılıdır: “Hayim Palaçi Haham-ı İzmir, Aydın, Magnisa ve tevabiha”. Padişah Abdülmecid tarafından Rav Hayim Palaçi’ye iyi hizmetlerinden dolayı dördüncü rütbeden Mecidiye Nişanı verildiğini gösteren 1862 tarihli belge üzerinde de Rav Palaçi’nin unvanı hahamdır. Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki Musevi Hahambaşılıkları ve Karayi Hahambaşılığı başlıklı defterde yer alan 1255 (1839/1840) tarihli bir kayıta göre, İzmir Yahudi Cemaatinin ruhani liderinin makamı, “Nefs-i İzmir Manisa Turgutlu Aydın Güzelhisar Kuşadası Bergama Urla ve Çeşme kazalarıyla Sakız Rodos ceziresi ve tevabileri hahamlığı”dır. Salnamelerde, 1888’den 1910 yılına değin, başhaham ve haham unvanları kullanılmamıştı. Sözünü ettiğim tarihler arasında, İstanbul dahil, 14 hahambaşılık mevcuttu. Bunlardan biri de İzmir Hahambaşılığıydı. Sadece 1888-1910 yılları arasındaki zaman sürecine özgü bu uygulamanın sebebi, 1865 tarihli Hahamhane Nizamnamesine uygun, bölgesel cemaat tüzüklerinin hazırlanması olmalıdır. II. Meşrutiyet Döneminde ise, tekrar eski sisteme geri dönülmüştü. 1326 (1910) yılından itibaren, İstanbul Musevi Hahambaşılığı tanımlamasının yerini Dersaadet ve Tevabii Hahambaşısı alırken Hahambaşılığa Tabi Ruesa-yı Ruhaniye başlığı altında, başhaham ve haham unvanlı bölgelere yer verilmeye başlanmıştı. Kahire, İskenderiye ve Kuds-i Şerif kentleri haricinde başhaham mevkii yoktu. Dolayısıyla, İzmir’de de sadece haham mevkii mevcuttu. Sözünü ettiğim düzenleme, 1918 yılına değin değişmeden devam etmişti. Cumhuriyet Döneminde, Türkiye Hahambaşısının görev ve yetkileri sınırlandırılmış; Diyanet İşleri Başkanı gibi sadece dinsel etkinlikte bulunmasına izin verilmiştir. Öte yandan, artık belli başlı kentlerde mevcut olan Yahudi cemaatlerinin ruhani liderleri de, cemaatlerinin nüfusu azalıncaya dek, Hahambaşı unvanını kullanmışlardır.
KAYNAKÇA:
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (İstanbul)
Central Archives for The History of The Jewish People (Jerusalem).
DOĞAN, Hatice, Hahambaşılık Müessesesi, Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın AŞ, İstanbul 2003.
SEYFELİ, Canan, “Osmanlı Devlet Salnamelerinde Hahambaşılık (1847-1918)”, Milel ve Nihal(İnanç Kültür ve Mitoloji Araştırmaları) Dergisi, cilt 7, sayı 1, Ocak-Nisan 2010, 95-136.