18 Haziran´dan bu yana devam eden festivalin kapanış ve ödül töreni bu akşam yapılacak. Bu yazımda bahsedeceğim ilk film, Kazakistan´dan gelme ´Ulbolsyn´, erkek egemen dünyasına karşı başkaldıran korkusuz bir kadını merkezine alıyor. Yerzhanov, ülkesini saran yolsuzluk, çürümüşlük ve yozlaşmayı etkileyici bir mizansenle dile getiriyor. ´İnsan Faktörü´, Haneke´nin ´Ölümcül Oyunlar´ının izinden giden ancak beklentileri karşılamayan vasat bir gerilim filmi.
18 Haziran’da başlayan 40. İstanbul Film Festivali bu akşam ödül töreniyle kapanışını yapacak. İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen festival, çevrimiçi gösterimlerden sonra sinema salonlarında, fiziksel gösterimlerle zengin programını sinemaseverlerin beğenisine sundu. Uluslararası ve ulusal yarışmaların jürileri bu akşam festivalin ödül listelerini açıklayacaklar. Üyelerinden biri olduğum Uluslararası Sinema Yazarları Birliği (FİPRESCİ) yarışmanın iki dalının En İyi Filmlerini ilan edecek.
ULBOLSYN
‘Ulbolsyn’ Kazak yönetmen- senaryo yazarı- yapımcı Adilkhan Yerzhanov’un son filmi. 39 yaşındaki Kazak yönetmen on yıllık kariyerine on film sığdırdığına göre üretken bir sanatçı sayılır. 2019’da Boğaziçi Film Festivali’nde gösterilen filmi ‘A Dark, Dark Man’ En İyi Film seçilmişti. 2018’de Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış bölümünde ‘The Gentle Indifference’ile katılan Yerzhanov’un ‘Yellow Cat’i Venedik ve Tokyo Film Festivallerinde yer almıştı.
Adilkhan Yerzhanov ‘Ulbolsyn’de geri kalmış toplumlarda, bozuk sisteme karşı başkaldıran bir kadının etkileyici öyküsünü anlatıyor. Ülkesi Kazakistan’ı saran yolsuzluk, çürümüşlük ve yozlaşmayı filmlerinde işlemekten yorulmayan yönetmen, polis teşkilatının vurdumduymazlığının altını çiziyor. Bürokrasi sınıfının ilgisizliği bu eleştirilerden nasibini alıyor.
Filmde, karakola gelen mağdurların şikâyet dilekçelerini almayı reddeden yozlaşmış polisler, arabasının benzini bittiğini ileri sürerek olay yerine gitmeyen polisler var. Kız kardeşini kaçırdığını tespit ettiği arabanın plakasını verip olayın peşine düşülmesini talep eden acılı ablaya polis ‘bir hafta sonra gel’ diyebiliyor.
Büyük şehirde yaşayan, Karakaş köyündeki kız kardeşinin tahsilini karşılamak için reklamlara çıplak çıkmayı kabul eden ve herkesle yatıp kalkan Ulbolsyn, kadınların ikinci sınıf vatandaş görüldüğü acımasız ataerkil düzene karşı savaş açar. Bölgeyi haraca kesen, polise ve bürokratlara dağıttığı rüşvetlerle dokunulmazlık kazanan bir sahtekâra karşı verilen bu ölümcül savaş, filmde iyiyle kötünün mücadelesi formatında anlatılıyor.
‘Ulbolsyn’in konusu, karla kaplı, buzlu bir coğrafyada geçer. Kız kardeşi 16 yaşındaki lise öğrencisi Azhar’ın okuldaki sorununu çözmek için şehirden Karataş köyüne gelen Ulbolsyn, siyah bir arabanın kız kardeşini kaçırılmasına tanıklık eder. Karakola gittiğinde müthiş bir ilgisizlik ve duyarsızlıkla karşılanır. Çok geçmeden Azhar’ın köylülerin ‘Doktor’ dediği sözde bir şifacıya kuma olarak verildiğini öğrenir.
Kazak köyünde bir Mafya babası
Ulgen adlı bu çok nüfuzlu zorba, adeta Sicilyalı bir Mafya babası gibi, Karataş’ta dokunmazlığa sahiptir. Soğukkanlı ve korkusuz bir kadın olan Ulbolsyn, sessiz bir hayat süren köy hayatını alt üst ederek, kız kardeşini kaçıran çeteyle ölümcül bir savaşa girişir.
Ablasının çabalarının lüzumsuzluğuna inanan Azhar, çürük, bozuk sisteme ayak uyduran, zayıf ve teslimiyetçi bir karakter. Fatalist Azhar ablasına “Bütün kadınlar fahişe. Ben tek erkekle yatıp para alacağım. Sen şehirde birçok erkeğin altına yatıp para alıyorsun” diyerek hayat felsefesini açıklar. Filmde görünmeyen annesinin de aynı düşünce kalıplarına sahip olduğu belli. Ulgen’in kumaları, Azhar’a buraya kaçırılmayıp kendi rızasıyla geldiğini itiraf ettiği bir yazıyı kendi eliyle yazdırırlar. Aynı yoldan geçen kadınlar sistemin bir parçası olmuş, Ulgen’in koyduğu zorba konuları kabullenmişlerdir.
Suçluyu almaya gelen polis otobüsüne Ulgen’in milis kuvvetleri saldırır. Zor durumda kalıp merkezden takviye isteyen yüksek rütbeli polis ret cevabı alır. Ulgen, Ulbosyn’in devreye soktuğu acar gazetecinin yaptığı gözdağından etkilenmez, kendisine şımarıkça, rüşvet karşılığı suskun kalmasını talep eder.
‘Dinsizin hakkından imansız gelir’ diyerek, Ulbolsyn tanıdığı bir özel hareket timi liderini devreye sokar. Bu birlik Ulgen’in koruma ordusu karşısında yenilgiye uğrar. Ulbolsyn bütün servetini ortaya koyup, kiralık katiller kiralayarak bu zorbayı dize getirmeye çalışır.
Planın bir parçası olarak Ulgen’in kaleyi andıran evine gidip pes ettiğini bildirdiğinde, şarlatanın tertiplediği şeytan çıkarma ayini sahnesi filmin en etkileyici sekanslarından biri. Erkek egemen dünyasına önceki filmlerinde eğilen Yerzhanov, ‘Ulbolsyn’de kamerasını bu dünyaya karşı koyan bir kadına çeviriyor. “Kadınlar bana her alanda erkeklerden daha kuvvetli gelmiştir. İster ahlaki, ister duygular söz konusu olduğunda” diyerek.
Adilkhan Yerzhanov ülkemizde tanınan bir yönetmen değil. İçinde bulunduğum Uluslararası Sinema Yazarları Birliği (FİPRESCİ) jürisinin İtalyan Başkanı Massimo Lechi, uluslararası festivallerin deneyimli bir takipçisi olarak, Zoom aracılığıyla yaptığımız jüri toplantılarında bizlere Yerzhanov’u anlattı. FİPRESCİ’nin ilk Tayvanlı jüri üyesi Hsin Wang ile ben, ‘Ulbolsyn’in yönetmenin kariyerindeki en zayıf halka sayılabileceğini Massimo’dan öğrenince çok şaşırdık.
***
İNSAN FAKTÖRÜ
Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin Altın Lale yarışmasının bir amacı yeni isimleri ve yenilikçi filmleri keşfetmektir. Nitekim bu yıl Uluslararası Yarışma programında dört ‘ilk film’ ve iki belgesel yer aldı. Bir de Ronny Trocker’in ‘İnsan Faktörü / Human Factors’ gibi ‘ikinci filmler’ vardı. 1978’de Kuzey İtalya’da doğan, Arjantin’de sinema eğitimini aldıktan sonra Berlin’de ses mühendisi olarak kariyerine başlayan Ronny Trocker, kısa metraj ve belgesellerin ardından ilk uzun metrajlı filmini 2016’da ‘The Eremites’ adlı dram ile yapmıştı.
Trocker’in ikinci uzun metrajlı filmi ‘İnsan Faktörü’ çok iyi başlayıp düş kırıklığıyla biten bir gerilim denemesi. Film, iki çocuklu bir ailenin yazlıktaki evlerine taşındıkları gün evlerine bir yabancının geldiğini öğrenmeleriyle başlıyor. Bu sürpriz hemen akıllara Avusturyalı usta Michael Haneke’ye ün getiren ‘Ölümcül Oyunlar / Funny Games’ (1997) başyapıtını akla getiriyor. Unutulmaz gerilim filminde, yine iki çocuklu bir ailenin göl kenarındaki evlerinde sakin bir tatil yapmayı düşlerken, gelen iki gencin hayatlarını alt üst etmelerini izlemiştik.
Reklam ajansı sahibi Jan ile Amélie çiftinin altı yaşında Max adlı bir oğulları ve 15 yaşında Emma adlı bir kızları vardır. Kuzey Fransa’daki babadan kalma, denize sahili olan yazlık eve geldiklerinde, ailenin karşılaştıkları sürprizle, ilk sahnesiyle film bizleri huzursuz edeceğini ilan ediyor. Aile hem Almancayı hem de Fransızcayı aksansız konuşabiliyor. Ancak karı -koca arasında bir gerginliğin yaşandığı, ikilinin müştereken yönettikleri emlak ajansında alınan ve ihtilaf yaratan bir karardan sonra su yüzüne çıkıyor. Ajansın yürüttüğü seçim kampanyasıyla ilgili bir projede, Jan’ın eşinin onayını almadan inisiyatif almasıyla ihtilaf büyüyor, Amélie ajanstan ayrılma kararını alıyor. Aile içi gergin tansiyon film boyunca sürüyor.
Filmin senaryosunu da yazan Ronny Trocker ‘güven altına alınması gereken çocuklar’ faktörünü iyi kullanarak mizansenine gerilim tansiyonu katıyor. Ebeveynlerini sürekli kavga ederken görmekten mutsuz olan iki çocuğun yaşadığı travma filmin gerilim atmosferini arttırıyor. Yönetmen, Max’ın aniden ortadan kaybolan faresi gibi, tekinsiz bir atmosfer yaratıp ilk sahnelerinden izleyiciyi rahatsız etmeyi hedeflediğini ilan ediyor. Kendini göstermeyen ancak mevcudiyeti sürekli hissedilen dış tehdit, Max’ın faresinin cesedini ormanda bulmasıyla belirginleşiyor. Max’ın faresini gömmek için evden uzaklaşması ailede panik havası yaratıyor.
Buraya kadar yaşananlardan dört dörtlük bir gerilim filmiyle karşı karşıya olduğumuzu zannediyoruz. Çok geçmeden yanıldığımızı anlıyoruz. Senaryodaki sayısız boşluk, kafamızda beliren eve giren yabancı, kaçırılan fare, dış tehdidin ne olduğu gibi soruların hiçbirine yanıt vermiyor. Koyu bir Michael Haneke hayranı olduğunu, yönetmenin ‘Ölümcül Oyunlar’daki tüm gerilim ögelerini kullanarak belli eden Ronny Trocker, çok şey vaat edip beklentilerin karşılığını veremeden filmi bitiriyor. Haneke kadar yetenekli olmadığını da kanıtlamış oluyor.