•Kısaca söylemek gerekirse, Türkiye´nin İsrail´in terörle mücadele ettiğini anlaması gerekiyor. Yıllardır birçok terör örgütüyle mücadele etmiş ve etmekte olan bir ülkeyiz; bu bağlamda İsrail´le empati kurmamız zor değil. Bu nedenle hem istihbarat hem de teknoloji alanlarında çok daha fazla işbirliği olması mümkün. Hepsinden önemlisi bu “terörden arınmış Ortadoğu” prensibine dayanan ortak bir anlayış birliği sağlayabilir. Bu da ikili ilişkilerin yelpazesini genişletecektir. L.Deniz Ertuğ – www.politikyol.com
Bu Haftanın “Takılanlar”ı
Türkiye’de hem sol hem sağ cenah İsrail’in Filistin halkıyla değil, terörle mücadele ettiğini görmemekte diretiyor. Bakış açısı yanlış olunca çıkarımlar da haliyle yanlış oluyor. Öncelikle İsrail’in İran destekli birden fazla terör örgütüyle mücadele ettiğini görmek gerekiyor. Mesele orada Filistinli yerleşimcilerin var olma mücadelesi gibi yansıtılsa da, durum bu kadar basit değil. Dolayısıyla dış politika analizi yaparken gerçek verilerle hareket etmek gerekiyor. İsrail’de Filistin halkını küçük bir alana sıkıştırıp orada tutmak gibi düşünceleri olan radikal grupların olduğu doğru… Ancak hükümetlerin tek amacının Filistin halkını yok etmek olduğunu söylemek yanlıştır. Çünkü gerçek bu değil. Örneğin, salgın döneminde ülkemize Biontech aşısı henüz gelmemişken, İsrail Filistin’e bu aşıdan kolilerce yollamıştı. Yanında ekipman, sağlık görevlisi ve solunum üniteleriyle beraber. Ne yazık ki bizim basınımızda buna yer verilmedi.
Kısaca söylemek gerekirse, Türkiye’nin İsrail’in terörle mücadele ettiğini anlaması gerekiyor. Yıllardır birçok terör örgütüyle mücadele etmiş ve etmekte olan bir ülkeyiz; bu bağlamda İsrail’le empati kurmamız zor değil. Bu nedenle hem istihbarat hem de teknoloji alanlarında çok daha fazla işbirliği olması mümkün. Hepsinden önemlisi bu “terörden arınmış Ortadoğu” prensibine dayanan ortak bir anlayış birliği sağlayabilir. Bu da ikili ilişkilerin yelpazesini genişletecektir.
Gelelim Filistin konusuna… Türkiye’de bu konu doğru anlaşılmamakta ve doğru anlatılmamaktadır. Bu sebeple bu noktaya değinmek son derece hayati.
Türkiye’de milli irade üzerinde çok durulan bir prensip… Gerçekten de bir hükümetin meşru olabilmesi halkın desteğini almasıyla ilgilidir. Peki Mahmud Abbas böyle bir yönetimin lideri mi? Abbas yıllardır Filistin’de seçim yapmıyor. Bu durumda Filistin halkının gerçek iradesini yansıttığını söylemek mümkün müdür? Hala Abbas’ı Filistin’in temsilcisi olarak görüp, bu minvalde konuşmak kendi iç politikamızda bu kadar önemsediğimiz milli irade kavramıyla ne ölçüde örtüşmektedir?
Bugün Filistin’de pek çok farklı siyasi görüş mevcuttur. Halihazırda sürekli baskı altında tutulan ve işkence ve zulüm gören muhalifler yok sayılmaktadır. Örneğin daha geçtiğimiz hafta insan hakları aktivisti Nizar Banat gözaltında dayak ve işkence neticesinde hayatını kaybetti. Bu şartlar altında mevcut yönetimin Filistin halkını temsil ettiğini söylemek mümkün müdür? Tüm Filistin halkının bileşenlerinin iradesinin yönetime yansıması gerekmez mi? Filistin’in gerçekten temsilcisi olacak bir kişi barış masasına oturmalıdır.
Ayrıca yaşamlarını “Filistin Davası” uğruna harcamaları gerektiği fikri ile yetiştirilen kuşakların uğradığı ideolojik endoktrinizasyon sebebiyle sadece teröre hizmet edecek “küçük askerlere” dönüştürüldüğü gözden kaçırılıyor. Bu çocukların geleceği bizi ilgilendirmiyor mu? Yanı başlarında İsrailli çocuklar gelecekleri için hayal kurabilirken, Filistinli çocukların tek hayali Hamas veya benzeri örgütler için ölmek mi olmalı?
Türkiye niçin Filistin toplumunda karşılığı ne kadar olduğu bilinmeyen bir siyasi çizgiyi kendisine dış politika düsturu olarak seçsin? Bunun yerine net ve kararlı bir şekilde Filistin halkının yaşam hakkının yanında olmalıdır. Türkiye sadece dinsel manada değil, Ortadoğu’da kanayan bir yara olarak Filistin-İsrail sorunun çözümüne katkı sunmayı bir bölge devleti olarak görev edinmelidir. Bu bir prensip meselesidir. Nasıl ki 1948’de İsrail kurulduğunda ilk tanıyan ülkelerden birisi olduysa, Türkiye yine bir halkın yaşam ve varlık hakkını savunmalıdır. Fakat bunun yerine taraf tutarak sadece küçücük bir azınlığın dünya görüşüne hem Filistin halkını hem de kendi dış politikamızı mahkum etmeyi düşünmek, bu ülkenin vizyonuna da potansiyeline de haksızlık etmektir.
L.DENİZ ERTUĞ
https://www.politikyol.com/israille-iliskileri-nasil-okumaliyiz/
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail Devlet Başkanı Herzog’u tebrik için araması ve her iki liderin görüşme sonrası olumlu mesajlar vermesi, iki ülke ilişkilerinde uzun zamandır beklenen normalleşmenin ilk adımı olarak kabul edilebilir. Öte yandan, Erdoğan’ın Başbakan yerine Herzog ile muhatap olmayı tercih etmesi, yeni hükümetle ilgili şüphelerini henüz gideremediğini de gösteriyor. Koalisyonu oluşturan önemli isimler, zamanında Erdoğan’ı en sert biçimde eleştirenlerdi.
Türkiye-ABD arasında bir çok ciddi sorun mevcut. Ankara’nın Washington ile ilişkileri düzeltme çabalarıysa malum. İsrail, birçok bölge ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de Washington’a ulaşmanın bir yolu olarak kabul ediliyor.
- Yegane ortak paydaları Netanyahu’nun iktidarına son vermek olan partilerden kurulu yeni hükümet, sinir uçlarını kaşımadan ekonomi gibi daha genel konulara öncelik vererek devam edebilirler. ABD ile ilişkilerdeyse, Netanyahu’nun aksine partizan siyasetten uzak durmaya dikkat ediyorlar.”
Karel Valansi
“İki ülke arasında yumuşama olabilir. Özellikle 14 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’in yeni Cumhurbaşkanı Isaac Herzog’u arayıp tebrik etmesi, yeni başlangıcın göstergesi oluyor. Bu konuşma uzun yıllar sonra iki ülke arasındaki ilk en üst seviye görüşme,
ABD’deki Musevi grupları Türkiye’ye her zaman çok sıcak bakar. Türkiye’nin bulunduğu önemli stratejik konumun farkındalar. Ve Türkiye’nin Ortadoğu güvenliği ve barışına büyük katkı sağlayabileceğine inanıyorlar,
Başkan Biden, İsrail’deki geçiş dönemi sırasında en üst düzey hükümet görevlilerini Beyaz Saray’a çağırarak yıllar süren yakın çalışmanın aynı süratle devam edeceği mesajını verdi. Biden yönetiminin, İsrail için en önemli konu olan “İran’ın nükleer tehdidi”ne dikkatli ve ödün vermeden yaklaşması, İsrail’in Biden yönetimine güvenini artırıyor.”
Roni Palti
ALİ ÇINAR
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/ali-cinar/kongre-turk-israil-diyalogundan-memnun-6556030
İsrail devleti kurulmadan ve siyasal egemenlik elde etmeden önce diaspora Yahudileri kendilerince bir siyasal kültür oluşturdular.
Bu siyasal kültür dini metinlerden ilham almıyor bilakis hayatın pratik ihtiyaçlarından doğuyordu. Bu somut gerçeklikler ve talepler Yahudi toplumsal hayatında gönüllü derneklerin oluşmasına imkan tanıdı.
Bu gönüllü dernekleri işler hale getirme mekanizması ise seçimlerdi.
Diaspora yaşamının en basit taleplerinden oldukça karmaşık ilişkiler dizisini kapsayan genişlikteki meseleler seçilmiş kurumlar/kurullar eliyle karara bağlanıyordu.
Kurumsallaşmış devletin yokluğu ve merkezi dini otoriteye ihtiyaç duyulmaması bu mekanizmanın demokratik karakterini olgunlaştırdığı söylenebilir.
Bu seçilmiş kurumların toplumsal talepleri karşılama adına finansal sorunları halletmeleri gerekiyordu.
Yerel Yahudi cemaati içerisinden gereken fonların belirli bir düzenlilik içerisinde toplanması kurumların patronaj ilişki ağları içerisinde şahsileşmesinin önüne geçtiği söylenebilir.
Bunun yanında cemaat temsilcilerinin belirlenmesi ve vatandaşı olunan devletle kurulacak ilişkilerin sürdürülebilir olması için kurallar konulması önemliydi.
Yahudi cemaatinin içeriye dönük finansal istikrarı dışarıya karşı diplomatik çabaları esasında devletleşmenin ilk nüvelerini işaretliyordu.
Kurumsal gelişim ve değişim süreçleri toplumsal yapının ve siyasi kültürün eğilimlerinin oluşmasında önem taşıyor.
Bu nedenle Yahudi toplumlarında farklı düzeylerde görülen bu tercihler modern İsrail siyasetinin kodlarını vermesi açısından önemli.
Aktörlerin çeşitliliği, kurumların demokratik karakteri yanında eklenmesi gereken diğer bir husus tekçi dini merkezi otoriterinin Yahudilerde olmamasıdır.
Yani Yahudilerde dinsel ve siyasal otoritenin birlikteliği papalık veya halifelikte olduğu şekliyle tezahür etmemiştir.
Hasidik hareketin bu noktada bir sapma oluşturduğu söylenebilir. Hasidik dini liderlik değişimi seçimle değil kalıtsallıkla oluyor.
Babadan oğula geçen dini önderlik zaman içerisinde bölgesel dini oluşumlar içerisinde genel kurumsal rotaya uyumluluk gösterdi.
16 ve 18'inci yüzyıllar arasında Polonya'da devam eden Yahudi Senatosu buna örnek. Burada bölgesel çaptaki ihtiyaçların temini için kararlar alınırken aynı zamanda siyasete içkin olan mücadeleler ve çatışmalar da kendisini ya ideolojik ya da şahsi düzeylerde gösteriyordu.
Bu çatışmaların kurumsal yapı içerisinde sürdürülebilirliği tasfiyeci siyasi stilin önüne geçerek herhangi bir dini grubun diğerleri üzerinde mutlak hakimiyet kurmasını engellemiştir.
Yahudiler 19'uncu yüzyılda yükselen milliyetçi (aynı zamanda sosyalizm) söylemin ve siyasetin de etkisiyle geleneksel kurumlarını ve düşünce setlerini modernize etme çabasına giriştiler.
Bu yarı-kolektif (sınırlı bir elit grubu ve dar bir toplumsallık) eylemliliğin organize ve teorik/metodik alt-yapısı güçlü olanı Siyonizmdi.
Avrupa'da baş gösteren temsil krizi ve vatandaşlık kurumunun etnik ve kültürel bağlar üzerinden inşası bir dizi Yahudi aktivisti farklı çözüm arayışlarına itti.
Siyonist hareketin 19'uncu yüzyılda düzenlediği kurucu kongrelerde seçim ve temsiliyet mekanizmaları karar alma sürecinin esaslı unsurları olarak devam ettirildi.
Sadece Siyonist hareketin kurumsal çatısı seçim ve temsil üzerine kurulmadı aynı zamanda diasporada yerleşik siyasal partilerde kuruldukları ilk günden itibaren bu kültürü benimsediler ve kurumsallaştırdılar.
Bahsedilen bu örgütlerde demokratik temsil mekanizmasının pürüzsüz işlemediğini de eklemek gerekiyor.
DR. GÖKHAN ÇINKARA
Türkiye ile İsrail arasında uzun süredir politik ilişkiler çok düşük seviyede. One Minute olayı, Mavi Marmara trajedisi ve İsrail’in Gazze saldırıları nedeniyle iki başkent arasında çok yüksek tansiyonlu günler yaşandı. Büyükelçiler çekildi, siyasi temas adeta sıfırlandı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yıldızı İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile hiç barışmadı. Netanyahu Filistin ve dış politika konusunda çok sert bir yol izlerken, bunlara en şiddetli tepkiyi veren dünya lideri de Erdoğan oldu. Netanyahu İsrail’de kısa süre önce tekrarlanan seçimlerde koltuğunu kaybetti. Hükümet kurma çoğunluğunu az farkla Naftali Bennett elde etti. Bennett’in çok parçalı hükümetinde bir Arap partisi de bulunuyor.
Netahyahu’nun başbakanlık koltuğundan ayrılması Ankara-Tel Aviv ilişkilerinde yeni bir başlangıç fırsatı yarattı. İşte tam da bu atmosferde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Yitzak Herzog arasında 12 Temmuz Pazartesi günü bir telefon görüşmesi gerçekleşti. Erdoğan, Herzog’u görevine yeni başlamasından ötürü tebrik etti.
İsrail’le ilişkilerin, Ortadoğu’nun güvenliği ve istikrarı bakımından büyük önem taşıdığını vurgulayan Erdoğan, iki ülke arasında enerji, turizm ve teknoloji başta olmak üzere muhtelif alanlarda yüksek bir iş birliği fırsatı bulunduğunu ifade etti. İkili ticaretin salgına rağmen arttığını, bu potansiyelden faydalanmanın ortak çıkar olduğunu dile getirdi.
Tüm görüş ayrılıklarına rağmen temas ve diyaloğun sürdürülmesine önem verdiğini ifade eden Erdoğan, Filistin-İsrail ihtilafının, BM kararları çerçevesinde, iki devletli, kalıcı ve kapsamlı şekilde çözülmesi beklentisini dile getirdi.
Asıl kritik nokta bence “tüm görüş ayrılıklarına rağmen” cümlesinde. Yıllardır bunu dile getiriyorum. İki ülke arasında her şeye rağmen diyalog kanalları açık olmalıydı, liderler görüşebilmeliydi. Maalesef yapılamadı ve yıllar bu şekilde harcandı.
HAKAN ÇELİK
https://www.posta.com.tr/yazarlar/hakan-celik/israil-ile-yeni-bir-baslangic-2351607
Şimdilerde normalleşme ile birlikte ilişkilerin bir anda aynı noktaya geri geleceğini beklemek gerçekçi olmayabilir. Unutmamak lazımdır ki, Türkiye ile İsrail arasında çok uzun süren bir Soğuk Savaş yaşandı. Bunun etkileri/tortuları iki ülke ilişkilerini belirli bir süre daha etkileyecektir. Örneğin İsrail’in bir anda Yunanistan ve Kıbrıs Rumlarından uzaklaşarak 1997-1999 S-300 krizi yılları ve sonrasında olduğu gibi Türkiye’nin yanına gelmesini beklememek gerekir. İsrail’in de Yunanistan ile Türkiye karşıtı askeri ilişkiler yürüterek Ankara ile dostluğunu sürdürmesinin mümkün olmadığını anlaması şarttır. Bu tür konular zaman alır ve güven oluşmasını gerekli kılar.
İki ülke ilişkilerinin hızlı bir normalleşme sürecine girmesine enerji sektöründe yapılacak işbirliği hız verebilir. İsrail’in Doğu Akdeniz havzasından çıkardığı/çıkaracağı gazın ekonomik açıdan uygun şartlar ortaya çıkması halinde doğal güzergahı olan Türkiye’ye ulaştırılması önemli bir katkı sağlayabilir. Turizm ve ticaret alanlarında zaten varolan sınırlı işbirliğinin daha da geliştirilmesi ile iki ülke ilişkileri giderek stratejik bir düzeye çıkarılabilir.
İsrail ile ikili ilişkilerin normalleştirilmesi Ankara’nın aynı zamanda Mısır, Suudi Arabistan ve diğer bölge ülkelerine yönelik başlattığı ve ilk olumlu sonuçlarının alındığı diplomatik girişimlerin bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Öyle olduğunda Doğu Akdeniz doğalgazı ekonomik fiyatlama açısından pazarlanabilir hale geldiğinde toptan Türkiye güzergahına getirilebilir ki, normalde olması gereken de budur.
Bu arada riskleri de göz ardı etmemek gerekir. Örneğin Türkiye’nin Filistin-İsrail uzlaşmazlığında uygun muhatapların dışına çıkmaması ve Arap devletleri ile birlikte iki devletli çözüme destek vermenin ötesinde bir şey yapamayacağını anlaması gerekir ki, son yaşananalar bu yönde olumlu sonuçlar çıkarmamızı teşvik edici görünüyor. İsrail’in de Arap devletlerin büyük bir kısmıyla ilişkilerini normalleştirmekte olmasının verdiği rahatlıkla Türkiye büyüklüğünde bir ülkeyi görmezden gelebileceğini veya hatta karşısına alabileceğini düşünmekten vazgeçmesi gerekir.
Normalleşmenin asla olamayacağını dış politikanın mantığına ters pek çok iddia/argüman ile Türk toplumuna anlatan yorumcuların da tıpkı Türk dış politika gözden geçirme sürecinde olduğu gibi söylediklerini gözden geçirmelerinin gerekli olacağını söylemeye bile gerek yok.
HASAN ÜNAL
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/dusunenlerin-dusuncesi/israille-yeni-donem-6553363
İsrail’deki aşırı sağcı hareket, ülkede sadece Yahudiliğin ve Musevi dininin geçerli olduğuna inandırmaya çalışıyor. Bunun sonucunda da diğer din mensuplarının yüzde 100 vatandaş olamayacaklarını söylemek istiyor. Bu çaba tam bir felâket çünkü şimdiye kadar İsrail, Müslüman vatandaşlarına tam vatandaşlık verme imkânına sahipti. İsrail’de Müslüman vatandaşların şu veya bu haklara sahip olmayacaklarının söylendiği gün, çok daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalırız ki, bunlar yavaş yavaş ortaya çıkıyor. İsrail’de özellikle Arapların ve Müslümanların ikinci sınıf vatandaş olmaları için çalışan çok büyük gruplar var. Bu çok ciddi bir durum.
...
Evet.
Ben diasporada yaşıyorum, İsrail’de değil. Diaspora mensubu olarak İsrail devletine belli bir inancım var. O da şu: İsrail devleti yasal bir devlet ve var olma hakkı var. Birleşmiş Milletler tarafından tanındı. Dolayısıyla yasal olarak İsrail devletinin yok olmasını savunmak benim için kabul edilemez. İkincisi, İsrail hükümetinin politikalarının doğru olduğunu ve bütün dünyadaki Yahudilerin bunu benimsemesi gerektiğini düşünmek de aynı şekilde kabul edilemez. İsrail hükümetinin politikalarını eleştirme hakkım var ve bunu her zaman savunurum. Bazı şeylerin ayırt edilmesi gerektiğini düşünüyorum. İsrail devletinin mevcudiyeti sorgulanamaz. Öte yandan İsrail hükümetinin yürüttüğü politikalar eleştirilebilir. Özellikle de İsrail’de. Yahudi diasporalarına gelip “Ne olursa olsun İsrail hükümetini savunmalısınız” denemez. Bu çok tehlikeli olur. Bunun dışında ben de ülkemdeki diğer vatandaşlar gibi barış istiyorum.
Barış için hangi yöntemlerin uygulanması gerektiği konusunda bilgim yok. Burada asıl konu anlaşmaya ulaşmak ve Filistinlilerin uygun sınırlara sahip olmalarını sağlamak için hangi koşulların benimsenmesi gerektiğini düşünmektir. Evet, bugünkü durum 1948 veya 1967’ye nazaran çok farklı. Netanyahu’nun sömürgeci politikaları sonucunda da çok değişti. Ama Filistinliler çok sıklıkla Arap ülkelerinin desteğini kaybettiler. Bunun sonucunda da bugün çok kötü durumdalar. Bir taraftan saygınlığını yitirmiş ve kesinlikle güçsüz bir Filistin hükümeti, makamları var. Diğer taraftan da dini hareket Hamas var. Hamas anlık anlaşmalar dışında kesinlikle müzakereye yakın bir oluşum değil. Tek fikri İsrail devletinin yok edilmesi. Filistin tarafındaki üzücü tablo ne yazık ki bu. Diğer tarafa baktığımızda, İsrail devleti Netanyahu gibi aşırı sağcı siyasetçiler tarafından yönetildiği sürece durum aynı. Hiçbir şekilde müzakereye yanaşılmıyor ve yalnızca güç kullanılıyor. Şöyle bir çözümüm var diyemem fakat özellikle Oslo sürecine geri dönebilmemiz için her iki taraftan da yeni fikirlerin ileri sürülmesi gerekiyor. Bu sürecin içi özellikle İzak Rabin’in öldürülmesiyle ne yazık ki boşaltıldı.
MİCHEL WİEVİORKA (KÜRŞAD OĞUZ RÖPORTAJI)
https://www.haberturk.com/yazarlar/kursad-oguz/3140008-laikligi-en-iyi-siz-anlarsiniz
IDF, özellikle saha muharebe birliklerinde personel sıkıntısı yaşıyor. Bu krizin temel nedenlerinden biri, askere alınmayan Arap ve ultra Ortodoks Yahudi nüfuslarının artması. Bu topluluklar bugün askerlik çağındaki nüfusun yaklaşık yüzde 50’sini oluşturuyor. Gençlerin ilgisi yedek birliklere ve ordunun teknolojik birimlerinde hizmete yönelirken muharip birliklere katılma motivasyonun azalması da bu meselede etkili oldu. Bir başka faktör ise zorunlu askerlik hizmetinin 36 aydan 30 aya düşürülmesi.
Eski askeri yetkiliye göre “Düşmanlarımız eşanlı harekete geçerlerse başarı şanslarının artacağını kavramış durumdalar.”
İsrail geçmişte çok cepheli savaşlardan zaferle çıkmasını bildi. Örneğin İsrail’in bağımsızlık ilanının hemen ardından başlayan ve birkaç Arap ülkesi ile Filistinli grupların saldırısının püskürtüldüğü 1948 Bağımsızlık Savaşı, üç Arap ordusu ile Iraklı takviyelerin yenilgiye uğratıldığı 1967 Altı Gün Savaşı ve Suriye ve Mısır ordularının ortaklaşa başlattıkları sürpriz saldırının bertaraf edildiği 1973 Yom Kippur Savaşı.
Ancak IDF’in o günlerde binlerce tankı, yüz binlerce yedek askeri vardı. Gelinen noktada bu artık geçerli değil. Son Surların Muhafızı Operasyonu’nda IDF uzun yıllardır ilk kez aynı anda farklı cephelerle uğraşmak zorunda kaldı. Eski askeri yetkili “Kaldı ki Hizbullah olaya dâhil olmadı” diye hatırlatıyor ve şöyle devam ediyor: “Hizbullah’ın ateş gücü Hamas’ınkinden 10 kat fazla ve kara birlikleri oldukça eğitimli ve tecrübeli. Hizbullah savaşçıları Suriye iç savaşında özgüven kazandılar. Hizbullah’ın istihbaratı, operasyonel kara gücü, hatta teknolojik imkânları da ileri düzeyde. Aynı anda birkaç cephede savaşıp kazanabilmemiz lazım. Hâlihazırda bu durumda olduğumuzdan emin değilim.”
Son dönemde bu konuda ortaya atılan bir fikir, polisin uhdesinde özel eğitimden geçmiş yedek askerlerden bir ulusal muhafız yapısının oluşturulması. Birkaç taburdan oluşacak bu yapı, savaş zamanı askeri yedeklerin toplanmasını ve IDF birliklerinin hareketini aksatan iç kargaşaların bastırılmasında polisi güçlendirecek ve böylece IDF sadece dış düşmanlarla uğraşabilecek. Henüz çok yeni olan bu önerinin sahibi IDF Harekât Başkanı Tümgeneral Aharon Haliwa.
BEN CASPİT
https://www.al-monitor.com/tr/originals/2021/07/has-israels-army-become-too-small#ixzz71ZjMOnFT
Takılan tweetler
Dün gece yayında bahsettiğim Yitzhak Herzog’un babası Haim Herzog. 80 ve 90’lı yıllarda, Türkiye ile de çok yakın ilişkileri olmuştu kendisinin; bu kitabı, 2015’te Tel Aviv’deki bir sahafçıdan 20 şekele almıştım.Gülümseyen yüz ifadesi Doktora tezimin 80’li yıllarındaki bölümünde yararlanmıştım.
https://twitter.com/remzzicetin/status/1415775674414030848
Steven Spielberg Yahudi Film Arsivi ve katalogu gayet faydali. Türkiye ve Türk Yahudileri hakkinda ilginc film/göresel bilgileri cikiyor
https://twitter.com/YesenDursun/status/1415638458060746759
Çok güzel görünüyor! Türk Kahvesi, İsrail'de Kafe Turqit olarak bilinir. Kahve teması oldukça isabetli. Gastronominin önemli bir halkla ilişkiler enstrümanı olduğu unutulmamalı.
Tebrikler. @selimthe4th @SungurBursa
Ayrıca gecenin sürprizi ise Cumhurbaşkanı Yitzhak Herzog’un bant kaydı göndererek açılışı selamlamasıydı. Herzog konuşmasında satır aralarında önemli mesajlar da verdi. Sergi hala açık ve ziyaretçilerini bekliyor.
https://twitter.com/gcinkara/status/1418638893738598400
Sıcak ve misafirperver konuşmanız için Todah Raba Sayın Başkan. Bu güzel müzeyi böylesine harika bir sergiye sunduğunuz için size minnettarım. Ayrıca bölge liderleri için bir masa etrafında bir fincan "Türk kahvesi"nin çözüme katkı sağlayacağından eminim. pek çok sorun.
@Isaac_Herzog
https://twitter.com/selimthe4th/status/1418639451295780875
TR-IL arasında ilişkilerin gözden geçirilme sürecinde yeni bir uğrağın haberini TR’nin Kültür ve Tanıtma Müşaviri @selimthe4th veriyor: “Kahve Diplomasisi”
Zekice. Tebrikler.
https://twitter.com/gcinkara/status/1418887199735562251
Filistin meselesini şov için kullananlardan biri daha işte. Çok da iyi biliyor İsrail'in katıldığını. Maksat ucuz kahramanlık.
https://twitter.com/DritaEsadi2/status/1418923247094177800
Belçikalı Yahudi kız Betsy Cohen, 18 Temmuz 1934'te Antwerp'te doğdu. Betsy, Eylül 1942'de #Auschwitz'e sürüldü ve bir gaz odasında yaşamı son buldu. Öldürüldüğünde henüz 8 yaşındaydı. Milyonlarca Alman iyi olmayı beceremediği için öldü.
https://twitter.com/aratbaris_/status/1418987044794212355
Anti semitizm Yahudilerin zekâsına,başarısına, üretkenliğine ve dayanışma ruhlarına karşı duyulan aşağılık kompleksinin tezahürüdür.Nüfusu bu denli az olupta içerisinden bu denli çok sayıda ve çok farklı alanlarda dahi çıkaran başka bir kavim yoktur. Günümüz Dünya'sını şekillendiren, kitleleri, milyonları keşifleri, düşünceleri, eserleri ile etkileyen çok sayıda küresel etkili isim onların arasından çıkmıştır.
https://twitter.com/KirayKiroglou/status/1418606124270460930
Türkiye Yolculuğu 2021:
Önümüzdeki üç hafta boyunca bana katılın Yahudi Miras alanlarını, keşfetmek ve tartışmak, adetler, soylar, kökenler ve Türkiye'deki Yahudi yaşamı!
https://twitter.com/mchitrik/status/1419529678805782529
https://twitter.com/mchitrik/status/1419730544670224385
Ağa Takılanlar Öneriyor
https://www.politikyol.com/filistin-israil-sorunu-iv-yahudi-devleti/
https://www.dikgazete.com/tarihsel-perspektiften-israil-turkiye-iliskileri-makale,3748.html
https://www.politikyol.com/esther-bejarano-fasizme-akordiyonla-direnen-kadin/
https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/soner-yalcin/bir-turk-sarkici-6541247/
https://www.reportare.com/kose-yazilari/dreyfusten-protokollere/
https://www.youtube.com/watch?v=v03uFy2QwM4
https://www.youtube.com/watch?v=NauZgkYoeeQ
https://odatv4.com/unlu-turk-yahudisi-sarkici-nasil-oldu-17072156.html
https://www.birgun.net/haber/gorunus-siradandi-kotuluk-gercek-352189
https://www.birgun.net/haber/mutlu-savasci-esther-bejarano-burada-yasiyor-352894
https://www.politikyol.com/salgini-israil-uzerinden-anlamak/
https://www.gzt.com/derin-tarih/don-kisotta-gizlenen-yahudi-sirlari-3594220
https://www.youtube.com/watch?v=5zftPAzs3Kc
İsrail başkenti Kudüs’te doktor olan Ata Maden, bu son araştırmayı, Delta varyantının ülkeye etkisini, aşılama oranı ve vaka sayılarındaki artışı Diken’e anlattı.
Başbakan Bennett’in 14 yaşındaki kızı Michal Bennett canlı yayında aşı olurken… / Fotoğraf: Naftali Bennett
https://www.diken.com.tr/israil-de-deltanin-pencesinde-biontech-asisi-umulandan-zayif/
Dario Moreno’yu ben de tanıdım. Daha yazarlıktan hayli uzakken, kültür meraklısı bir genç olarak gittiğim ve kimi ünlüleri ilk kez tanıdığım Atlas Sineması’nın girişindeki Kulis adlı kulüpte (dönemin gözde bir Amerikan-barı idi ve ne yazık ki yıkıldı) birkaç kez karşılaştık. Sanıyorum bir kez oyuncu İsmet Ay’la birlikteydi. Onu insan olarak çok sempatik bulurdum. Yoksa adını andığım müzik kitabımın kapağında resmini kullandığım birkaç isimden biri olabilir miydi?
Dario Moreno ve Yves Montand, Le Salaire de la Peur (Korkunun Bedeli) filminin bir sahnesinde.
https://t24.com.tr/yazarlar/atilla-dorsay/izmirli-dario-yu-hatirlamanin-tam-zamani,31900