“Bir maçta bütün silahlarımı bütün rakiplerim bilir. Bütün iş o silahları rakibinden daha iyi kullanabilmektedir.”
“Umarım onu gururlandırmışımdır. O hayatımda çok özel bir insan. Yerli gençlerin hayallerine inanmaları ve hayallerinin peşinden gitmeleri için yolu açan ironik bir kişi olduğunu düşünüyorum. Benim için de tam olarak bunu yaptı. Bir telefon uzakta olduğunu bilmek, tecrübelerinden yararlanabilmek ve konuşabilmek gerçekten harika bir şey.”
Henüz iki hafta önce tamamlanan Wimbledon Tenis Turnuvası tek kadınlar Şampiyonu Avustralyalı Ashleigh Barty maçtan sonra henüz adrenalini vücudunda dolaşırken fakat rahatlamış, emeklerinin karşılığını almış bir modda bunları söylüyordu. Kimden bahsediyordu? 1971 ve 1980 yıllarında bu kortta kupayı kaldıran başka bir Avustralyalı kadın, başka bir Avustralya yerlisi, başka bir Aborjin kadın Evonne Goolagong Cawley. Neden “Başka bir Aborjin kadın” dedim? Çünkü son şampiyon Barty de baba tarafından bir Aborjin yani Avustralya yerlisi. İşte bu yüzden duygularını dile getirirken ‘yerli gençler’ vurgusunu yapıyordu.
Wimbledon Tenis Turnuvasını bir İngiliz sporcunun kazanması kadar İngilizleri mutlu edecek başka bir şey yoktur. Ne yazık ki ‘tenisin mabedi’ denilen yerde “Her Grand Slam başkadır ama Wimbledon daha başkadır” denilmesine rağmen bu çimlerde İngilizlerin zaferi yok gibi bir şey. 1968 sonrası Açık Dönem’de sadece bir erkek ve iki kadın sporcu dünyanın en eski turnuvasında İngilizlere bir zafer hediye edebildi. Fred Perry’nin 1934, 1935 ve 1936 şampiyonluğundan sonra 77 yıl yeni bir zafer bekleyen İngilizler Andy Murray ile 2013 ve ardından 2016 yıllarında hasreti dindirebildi. Kadınlarda ise 1969 Ann Jones ve 1977 Virginia Wade zaferlerinden sonra 44. yılda bile bırakın şampiyonluğu, final gören bir İngiliz kadın tenisçi dahi yok. Madem İngilizler olamıyor, o zaman İngiliz Milletler Topluluğu üyesi bir ülkenin tenisçisi kupayı kaldırsın demişlerdir belki ama bu da erkekler de idare etse de kadınlarda gerçekleşmesi zor bir hayal olarak kaldı. Wimbledon’da Avustralyalı erkekler daha başarılı elbette, en azından sayıca üstünlükleri var. Yine Açık Dönem’de 1968 ve 1969 Rod Laver, 1970 ve 1971 John Newcombe, 1987 Pat Cash ve nihayet 2002 Lleyton Hewitt ile defter 19 yıldır kapalı. Kadınlarda ise durum daha vahim boyutta. 1970 Margaret Court ve 1971 ile 1980 yıllarında Evonne Goolagong Cawley. Bu yıla kadar geçen 41 yılda finale çıkan bir Avustralyalı kadın tenisçi olamadı.
Elbette bu istatistikte özellikle İsviçreli Roger Federer, Sırp Novak Djokovic, İspanyol Rafael Nadal, İsveçli Bjorn Borg, Alman Boris Becker ve Stefan Edberg gibi kıta Avrupasından ; Pete Sampras, John McEnroe ve Jimmy Connors gibi Amerikalı tenisçilerin kendi dönemlerinde turdaki üstünlüğü İngiliz ve Avustralyalılara şans vermiyordu. Kadınlarda ise Alman Steffi Graf bir kenara yazılırsa Wimbledon Açık Dönem’de tamamen Amerikalı tenisçilerin üstünlüğünde bir organizasyon olarak geçiyordu. Martina Navratilova, Serena Williams, Venus Williams, Billie Jean King ve Chris Evert finale çıkıyorsa kupayı kendi aralarında paylaşıp okyanus ötesine dönüyordu.
İşte Barty’nin zaferi bu yüzden önemli. Hem 41 yıl sonra bir Avustralyalı tenisçi kupayı alıyordu, hem de kupayı alan bir Avustralya yerlisi, başka bir Aborjin kadındı.
İlk Aborjin şampiyon
Evonne Goolagong Cawley bugün 70 yaşında. Anne ve babası bir Aborjin kabilesi olan Wiradjuri toplumundan, tabii kendisi de öyle. Sekiz çocuklu bir aile, baba çoban, imkanlar kısıtlı hatta yok ama o yokluktan bir yıldız kendine yol buluyor, birisinin dikkatini çekiyor, yeteneklerini görüyorlar, üstüne eğiliyorlar yani ıskalamıyorlar çünkü sporcuyu yetiştireceksen önce yeteceği bulup fırsat vereceksin, çalıştıracaksın, yeteceği geliştireceksin, ilerlemesini sağlayacaksın.
Evonne Goolagong sonunda hem Avustralya’nın hem de dünyanın en büyük kadın tenisçilerinden biri olmuş ama köklerinde bir travma var. Tenis gibi mental güçle oynanan bir sporda gücünü kimse tartışamaz ama çocukluğundaki izlerin üstesinden gelebilmek o kadar da kolay olmamış demek ki yakıcı bir itirafta bulunmuş; “Çalınan bir neslin üyesi olmaktan hep korktum.” Bu gururlu Wiradjuri kadını diyor ki “Ne zaman yoldan parlak bir araba geçse annem ‘saklansan iyi olur yoksa sosyal yardım görevlisi seni götürebilir’ derdi. Çocukluğum bu korkuyla, birinin alıp götüreceği ve ailemden ayıracağı korkusuyla yatak altına saklanarak geçti.”
Goolagong Cawley, Çalınan Nesiller'in bir parçası olma korkusuyla büyümenin tenise olan yaklaşımını şekillendirdiğini söylüyordu.
“Sanırım bu yüzden bir maçı kaybetmek beni hiç rahatsız etmedi. Bu harika oyunun tadını çıkarmak için ilk etapta orada olduğum için çok şanslı olduğumu hissettim ve bu benim kendi küçük dünyamdı. Burada kimse bana dokunamazdı.”
2018'de Avustralya Sağlık ve Refah Enstitüsü, 50 yaş ve üzerindeki her yedi Avustralyalıdan birinin, geçmiş hükümet politikalarının bir parçası olarak çocukken ailelerinden koparıldığını tespit etti.
İşte Barty konuşmasında buna vurgu yapıyordu. Barty’nin babası da bir Aborjin ve Ngaragu kabilesinden. Yani Barty de Goolagong gibi bir Aborjin kadını. Barty aslında Avustralya tenisi için bir ikon. Margaret Court’un 1973 yılındaki zaferinden sonra 2019 yılında Roland Garros kazanarak 46 yıllık bir sayfayı açmış ve Evonne Goolagong’un 1976 yılındaki dünya 1 numarası ünvanına 43 yıl sonra ulaşan ilk Avustralyalı tenisçi olmuştu. Barty bugün hala dünya 1 numara.
1996 doğumlu Ash Barty için koçu diyor ki: “Ash tenisi bir iş olarak yapıyor fakat tenis onu şekillendiren bir spor değil. Farklı hobileri var ve farklı sporları yapmayı seviyor.”
2014 US Open ardından 18 yaşındaki Barty bir karar alıyor ve tenise ara verip kriket oynamaya başlıyor. Nedenini şöyle açıklamış: “Çok küçük yaşlardan beri seyahat ediyorum, ailemden uzak kalıyorum ve tenis hayatı benim için çok hızlı. Tenis sporunu sevdiğim oranda oynamaktan zevk almıyorum. Artık normal bir genç kız gibi yaşamak ve normal bir genç kız gibi hayatı tecrübe etmek istiyorum.”
Kimden bahsediyoruz? 15 yaşında 2011 Wimbledon Junior şampiyonu olmuş genç bir kız.
Barty tenisi bırakıp ülkesinin başka bir popüler sporu kriket oynamaya başlıyor ve yarı profesyonel oynadığı sezonda tek bir top kaçırmıyor fakat iki yıl sonra tenise geri dönüyor. 2016 Şubat’ında yeniden başlayan tenis kariyeri 2019 Roland Garros şampiyonluğu ve dünya 1 numaralı koltuğa oturmasına kadar sürecektir.
Şampiyonun ekibi
Bütün profesyonel sporcuların ortak özelliğidir. Bizler kortta birkaç saatlik bir gösteri izleriz ama o maçın öncesinde büyük bir çalışma, sonrasında ise daha büyük bir çalışma ile gelecek maça ya da gelecek turnuvaya hazırlanma yatıyor. Barty de bu vitrindeki başarısını ciddi bir takım çalışmasına borçludur. Elbette bir koçu var, elbette bir fizyoterapisti var, elbette bir mental koçu var, elbette antreman partnerleri var. Şöyle bakalım ki daha iyi anlaşılsın. Bu yıl Roland Garros’tan iki hafta önce WTA Italian Open çeyrek finalinden sol kolundaki sakatlığı nedeniyle çekiliyordu fakat aslında servisten sonra yere indiğinde sol kalça ekleminde nükseden bir sakatlığı vardı. Yine de iki yıl önce şampiyona olduğu Roland Garros’ta korta çıktı, sakatlığı vardı ama o bir profesyoneldir. İkinci tur maçında Magda Linette karşısında ikinci sette maçı bırakmak zorunda kaldı, hareket edemiyordu. Tarih 3 Haziran 2021. Bu tarihten sonra Barty’nin ekibi müthiş bir performansla oyuncuyu 28 Haziran Wimbledon’a hazırlayacaktı. İşte bu hazırlığın sonucunda Barty gitti Wimbledon kazandı.
Oyuncunun atletik ve fizik özelliklerine, disiplinine söz yoktur ama peş peşe iki turnuvadan aynı sakatlıkla çekilmiş bir sporcuyu 25 günde öyle hazırlamalısınız ki bir Grand Slam kazanabilsin. İşte bireysel gibi görünse de tenis böyle bir takım sporudur, sadece biz o takımı görmüyoruz.
Wimbledon ve Türkler
Bu yazıyı Barty için yazdım ama Sırp Novak Djokovic’e daha fazla yer ayırabilmek gerekiyor. Yine de Wimbledon’u Pete Sampras’tan bir fazla, sekiz defa kazanan Federer’in çeyrek finalde kaybetmesi ve belki de gelecek yıl kendisini izleyemeyecek olmamız, belki de bu yıl emekli olması temmuz ayının en dikkat çeken detaylarından biridir. 144 yıllık Wimbledon tarihinde ilk defa bir kadın sandalye hakeminin, 43 yaşındaki Slovak Marija Cicak, bir erkekler final maçını yönetmesi tarihe düşülen bir not olmalıdır. Bu final maçında bir Türk kadın hakeminin, Esin Kıratlı, çizgi hakemi olarak görev yaptığını da yazmadan geçmeyelim. Wimbledon’a Türk sporcular katılmadı mı? Katıldı. Kadınlarda Çağla Büyükakçay, Pemra Özgen; erkeklerde Cem İlkel ve Altuğ Çelikbilek elemelere katıldılar. Altuğ Çelikbilek ikinci eleme turu oynarken diğer sporcularımız ilk eleme turunda veda ettiler. Şampiyon Ashleigh Barty nasıl bir ekiple çalışıyor ve hazırlanıyor sorusunun cevaplarına bakınca neden bizim sporcularımız elemelerden çıkamıyor sorusunun cevabı da kendiliğinden geliyor zaten. Elbette Barty küçük yaşta bu sporda nereye kadar gidebileceğinin işaretlerini vermiştir ama bu işaretleri hep birileri görmüş, değerlendirmiş, sporcu karşılığını vermiş, aile kenarda kalıp destek vermiş. Hem Barty hem de Evonne Goolagong hayat hikayeleri ve kariyer basamaklarını nasıl tırmandıkları dikkatle okunmalıdır. Coğrafya kaderdir diyerek gerçeklerden sıyrılamayız. Evonne Goolagong’un hangi coğrafyada ve hangi şartlardan zirveye çıktığına da bakalım. Spor her zaman yürekle yapılmıyor, hatta bana göre hiç yapılmıyor. Kim daha iyi çalışıyorsa, kim yeteneğini çok ve doğru çalışmayla geliştirip zirve yapıyorsa, kim mental olarak daha güçlüyse, kim daha disiplinliyse, kimin takımı daha doğru seçilmişse ve elbette kim daha iyi çalışma şartları buluyorsa o kazanıyor. Kenardan verilen gazla belki bir maç kazanır sporcu ama bunların devamı yoktur. Sporda kazanan sürekliliktir.