Genç psikolog Can Sabaner ile stres ve depresyonla mücadeleyi, psikolojiye olan artan ihtiyacı ve yeni terapi yöntemlerini konuştuk.
Kendinizi tanıtır mısınız?
Öncelikle bu röportaj sayesinde deneyimlerimi paylaşmama alan sağladığınız için teşekkür ederim. Ben Can Sabaner, 27 yaşındayım, İstanbul’da doğup büyüdüm. Hisar Okullarından mezun olduktan sonra üniversite eğitimim için ABD’ye, Brandeis University’e gittim. Üniversitedeyken kaygı, mindfulness ve farkındalık temelli stres azaltma üzerine birçok araştırma ekibine katılma şansım oldu. 2016’da Psikoloji ana dal, Felsefe ve Ekonomi yan dal lisans derecesi ile mezun oldum. Lisans eğitimimden sonra Boston’da bulunan McLean Hospital Ruh Sağlığı Hastanesinde ruh sağlığı uzmanı olarak çalıştım. 2017’de yüksek lisans eğitimim için Boston College’a başladım. Yüksek lisansım sırasında üniversite öğrencilerinin birinci dönem deneyimleri üzerine kendi araştırmamı yürüttüm ve Bryant University’nin psikolojik danışmanlık merkezinde çalıştım. 2019’da yedi yıllık ABD serüvenim sona erdi ve İstanbul’a döndüm. Döndüğümden beri Ekip Norma Razon’da genç ve yetişkin psikologu olarak çalışıyorum.
Meslek alanında yaptığınız çalışmalar, odaklandığınız konular nelerdi?
Başından beri odağım kaygı ve depresyon oldu. Üniversitedeyken kaygı ve depresyonla baş etmek için mindfulness temelli tedavilerin araştırmalarına dahil oldum. İlk iş deneyimim olan McLean Hospital’da gördüğüm hastalar intihar girişiminde bulunup hastaneye yatırılandı. Alanımda ilerledikçe üniversite çağına ve genç yetişkinlik dönemine odaklandım. Bence bu yaş aralığı bir insanın hayatındaki en önemli dönemlerden biri. 18 yaşına girmemizle beraber ruhsallığımız yavaşça yetişkinliğe adım atıyor, ailemizden bağımsızlaşmaya başlıyoruz, ilk ciddi romantik ilişkilerimiz oluşuyor, kariyer seçimleri yapıyoruz, kendimizi tanımaya devam ediyoruz. Kısacası, ‘genç yetişkinlik’ birçok farklı konuyla baş etmek zorunda kaldığımız bir dönem.
“Terapist ve danışan arasındaki ilişki en az terapistin uyguladığı terapötik müdahale kadar önemli”
Kullandığınız terapi metotlarından bahseder misiniz?
Psikoterapi sürecinde psikodinamik ve varoluşçu terapi metotları kullanıyorum. Sürecin ilk başında danışanın hayatında sıkıntıya sebep veren güncel içsel ve dışsal örüntüleri teşhis ediyoruz. Süreç ilerledikçe bu örüntüleri derinlikli inceliyoruz ve bu örüntülerin kökündeki sebeplere dair iç görü kazanıyoruz. Bu noktada danışanın geçmiş deneyimleri, çocuklukta yaşadıkları, ebeveyn, arkadaşlık ve romantik ilişkileri önemli bir rol oynuyor. Örüntülere dair güçlü bir kavrayışa vardıktan sonra ise değişimi sağlamak için danışanın yapabileceği eylemleri, alabileceği kararları, geliştirebileceği tavırları konuşuyor ve uyguluyoruz. Fakat bütün bu adımlardan önce terapist ve danışan arasında işbirlikçi, güvene dayalı, güçlü bir ilişki kurulması gerekiyor. Danışanın duyulduğunu ve anlaşıldığını hissetmesi gerekiyor. Bence terapist ve danışan arasındaki ilişki en az terapistin uyguladığı terapötik müdahale kadar önemli.
Hangi durumlarda insanlar psikologa danışmalı?
İnsanlar kendi yaşadıklarıyla baş edemediğinde, çok kuvvetli üzüntü, stres veya kaygı hissettiğinde psikologa danışabilirler, fakat bu kuvvetli negatif duygular psikologa danışmak için tek sebep değildir. İlişkilerinde sorun yaşayanlar, deneyimledikleri zor bir süreçle baş etmekte zorlananlar, işlerinden doyum alamayanlar veya etrafındaki insanlardan kopmuş hissedenler de psikologa danışabilirler. Yani, psikologa danışmak için birçok dizide gösterildiği gibi ‘problemli’ olmaya gerek yok. Bence dünya üzerindeki herkesin deneyimlerini paylaşabilecekleri, danışabilecekleri, anlaşılmış hissedecekleri tarafsız birine ihtiyaçları var.
“Psikanalizin gücünü kaybetmesini sadece sigorta şirketlerine bağlamak yanlış olur”
Bir makalenizde günümüzde psikanalizin pek kullanılmadığını, onun yerine daha çabuk sonuç verecek metotların uygulandığını okudum. Psikanalizin babası Freud’un modası geçti mi?
Avrupa’da ve Güney Amerika’da Sigmund Freud’un öncülük ettiği psikanaliz kuramı hala güçlü şekilde devam ediyor. Türkiye’de de ‘Psike İstanbul’ gibi dernekler psikanalizi ayakta tutmaya devam ediyor. Fakat ABD’de ve bir derece İngiltere’de psikanalizin gücünün azaldığını görmek mümkün. Freud’un çalışma biçiminde hasta divana yatar, haftada yaklaşık üç seans yapılır ve analiz üç veya beş sene, gerekirse de çok daha uzun yıllar sürer. Tahmin edebileceğiniz üzere bu çalışma biçimi hem ruhen hem de parasal olarak çok yorucu olabiliyor. Türkiye’den farklı olarak ABD’de ruh sağlığı hizmetleri sağlık sigortalarına bağlıdır ve bu yükün altına girmek istemeyen sigorta şirketleri analiz sürecini karşılamaz, bu da psikanalizin daha az yaygın olmasına sebep olur.
Fakat psikanalizin gücünü kaybetmesini sadece sigorta şirketlerine bağlamak yanlış olur. Psikanalizin amacı bilinçdışının, zihnin, iç dünyanın derinlikli keşfi ve analizidir. Çağdaş insanımız için ne yazık ki hız derinlikten daha önemlidir. Bir an önce hayatındaki negatiflerden kurtulup, iyileşip ‘normale’ dönmek ister. Bu sebeple de uzun seneler boyunca bilinçdışını incelemeye, travmalarını su yüzüne çıkarmaya sabrı ve ilgisi yoktur. Fakat derin bir anlayış olmadan gerçekleşen tedavi sadece yüzeysel ve kısa vadeli olabilir. Unutmayalım ki psikanaliz devamlı değişmekte ve gelişmekte olan bir kuram. Örneğin artık günümüzde psikanalizin kuralları yukarıda anlattığım kadar katı değildir. Bence Freud’un psikolojiye ve psikoterapiye kattıkları o kadar elzem ki, Freud’un modasının geçmesi imkansız.
“Pandeminin en büyük etkilerinden biri bizi rahatlatan bazı aktiviteleri kaybetmemiz oldu”
Pandemi döneminde terapiye ihtiyaç duyan çok kişi oluyor mu? Genelde ne gibi şikayetlerle başvuruyorlar?
Pandemi döneminde zaten var olan sorunların şiddetlendiğini gördük. Örneğin okulda güçlü arkadaşlıkları olmayan bir çocuk için arkadaş edinmek okulların çevrimiçi eğitime geçmesiyle beraber daha da zorlaştı. Veya ergenliğe girmesiyle beraber ailesinden bağımsızlaşmak isteyen bir genç, ailesiyle 7/24 aynı ortamda zaman geçirdiği için ev içinde gerginlikler ve tartışmalar arttı. Çocukların psikolojik ve sosyal gelişimleri için ihtiyacı olan şeylerin (örneğin arkadaşlık, hobiler, kendilerine ait bağımsız alanlar) gerçekleşmesi daha zor oldu. Pandemi, yetişkinleri de benzer şekilde etkiledi. Hayatımızdaki zorluklarla baş etmek için bize yardımcı olan birçok şeyi kaybettik. Örneğin geçmişte zorlu bir haftanın sonunda arkadaşlarımızla buluşmak bizi rahatlatabiliyorken artık bunu yapamıyoruz. Tabii bütün bunların üstüne hastalanmaya dair korku, kendimizin ve etrafımızdakilerin sağlığına dair kaygı, yaşadığımız kayıplar ve yas da eklenince psikolojik olarak oldukça zorlu bir süreçle baş ettiğimizi söyleyebiliriz. Bu bağlamda pandemi döneminde terapiye ihtiyacın arttığını söylemek mümkün. Bu süreçte bütün dünyanın online düzene geçmesiyle beraber terapistlerin seanslarını Zoom, Skype, FaceTime gibi uygulamalar aracılığıyla gerçekleştirdiğini gördük. Bu da terapiyi çok daha erişilebilir yaptı, ülkenin hatta dünyanın herhangi bir yerinden online terapi sürecine başlanabildiğini gördük.
Pandemi döneminde akıl sağlığımızı korumamız için bize ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?
Biraz önce de söylediğim gibi, pandeminin en büyük etkilerinden biri geçmişte bizi rahatlatan bazı aktiviteleri kaybetmemiz oldu. Hem pandemi süreciyle alakalı olarak hem de süreçten bağımsız gündelik yaşantılarımızda bizi zorlayan bir sürü şeyle karşılaşıyoruz. Yani bir yandan yaşadığımız zorluklar katlanarak artarken bir yandan da biriken stresten kurtulabileceğimiz kanallar oldukça azalmış halde. Bu durumda yapabileceğimiz en önemli şey bizi rahatlatabilecek, bize moral verecek, güçlü kalmamızı sağlayacak yeni kanallar keşfetmek. Aile ve arkadaşlarımızla sık sık ve düzenli online görüşmeler ayarlamak, yeni hobiler edinmek, mümkün olduğunca yürüyüşe çıkmak bizi rahatlatabilir. Kısacası, bu zorlu dönemde amacımız hayata tutunmamıza yardımcı olacak küçük adımlar atmak olmalı. Zamanın akışına güvenmemiz gerekiyor, bu sürecin bir başlangıcı olduğu gibi bir sonu da olacağına, gün geçtikçe bu sona yaklaştığımıza dair inancımıza tutunmamız gerekiyor.
Şalom Dergi’de makaleler yazıyorsunuz. Ne gibi konular hakkında yazıyorsunuz?
Şalom Dergi’de 2019’un eylül ayından beri yazılar kaleme alıyorum. Yazdıklarım psikoloji, felsefe veya sosyoloji üzerine oluyor. Çoğunlukla siyaset ve psikolojinin kesiştiği alanları, varoluşçuluk akımını ve yaşadığımız çağın psikolojimizi nasıl etkilediğini konu alıyorum. Bunun haricinde Zen Budizm, Taoizm, Hinduizm gibi Doğu felsefelerini tanıtan makaleler de kaleme alıyorum. Yazdığım konuları çoğunlukla okuduğum kitaplardan ve takip ettiğim düşünürlerden esinlenerek seçiyorum. İlgilendiğim konuları okuyucularla paylaşmak benim için yeni ve çok güzel bir deneyim oldu. Kendimi yazılarımla ifade edebildiğim bu alanı bana açtığı için Şalom Dergi Yayın Yönetmeni Suzan Nana Tarablus’a ayrıca teşekkür ediyorum.
Psikolog olmak her insanın karakterine uyar mı? Psikolog olmak isteyen gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunacaksınız?
Psikologluk özünde çok insancıl bir meslek. Terapi sürecinde karşınızdaki insanı çok derinden tanıma fırsatınız oluyor, belki de başka hiçbir yerde konuşamayacağınız konuları konuşuyorsunuz. İnsanların acılarına, travmalarına, üzüntülerine tanık olduğunuz kadar gelişimlerine, kendilerini tanıma süreçlerine ve iyileşmelerine de tanıklık ediyorsunuz. Tanıklık ettiğim onlarca hayat bana aslında insanlık olarak birbirimizden pek de farklı olmadığımızı ve yaşamlarımız boyunca benzer meselelerle baş ettiğimizi gösteriyor. Bu meslekte deneyimlediklerimin insanlığa olan inancımı beslediğini kesinlikle söyleyebilirim. Bence psikologluk, dinlemeyi ve karşısındakine yardım etmeyi sevenler, güçlü empati yeteneği olanlar, insanların zihinlerinin nasıl çalıştığını merak edenler ve duyguları incelemeyi isteyenler için çok uygun bir meslek. İleride psikolog olmak isteyen gençlere söyleyebileceğim ilk şey bu mesleğin manevi olarak ne kadar doyurucu olduğu. Bunun haricinde psikologluk eğitiminin uzun ve zahmetli olduğunu söyleyebilirim. Okuldaki eğitim bittikten sonra bile sertifika programları, seminerler ve kongreler ile beraber öğrenme süreci bitmiyor, bir psikoloğun özgüvenini geliştirmesi, alanında uzmanlaşması ve kendi tarzını oluşturması seneler sürebiliyor. Psikolog olmak isteyen gençlere verebileceğim en önemli tavsiye kendi terapi süreçlerinden geçmeleri. Terapi odasında danışan konumunda olmak her psikolog için eşi benzeri olmayan, çok değerli bir deneyim.