74. senesinde Cannes Film Festivali son yılların en parlak yarışmasını yaşadı.
Geçen yıl pandemi yüzünden yapılamayan festival bu yıl kayıp yılın acısını çıkarırcasına çok yoğun ve zengin bir sinema şöleni olarak yaşandı. Festival programı, insan ve kadın haklarını öne çıkaran, her türlü ayrımcılığa, adaletsizliğe karşı tavır alan hümanist filmlerden, politik sinemadan yükselen cesur seslerden, yaratıcı ve özgün eserlerden oluştu. Ana yarışmaya yenilik ve heyecan katan ‘Titane’, yaratıcısı Julia Ducournau’yu Cannes tarihinde Altın Palmiye’yi ‘tek başına’ kazanan ilk kadın yönetmeni yaptı.
Geçen yıl pandemi yüzünden yapılamayan Cannes Film Festivali bu yıl alışıldık tarihinden iki ay sonra, ilk kez temmuz ayında gerçekleşti. Festival bu yıl kayıp geçen yılın acısını çıkarırcasına çok yoğun ve zengin bir sinema şöleni olarak yaşandı.
Festival tarihinde ilk kez beş kadın üye jüride yer aldı. Kadınların pozitif ayrımcılığa uğramalarına itiraz eden olmadı. Dördü erkek, dokuz kişilik jüri heyeti, cesur ve yenilikçi bir yaklaşımla, genç yönetmenleri ve oyuncuları ön plana çıkaran, yenilikçi girişimlere prim veren dengeli bir ödül listesi oluşturdu. Büyük Ödül ve Jüri Ödülünün ikişer film arasında paylaştırılması, jürinin bu ödüller üzerinde oy birliği sağlamadıklarının göstergesi. Dördü de kaliteli olan bu filmlerden birinin ödül listesinde yer almaması haksızlık olurdu.
31 ilk film arasında Altın Kamera için bir Hırvat kadın yönetmenin (Antoneta Alamat Kusijanoviç), en iyi oyuncu ödülleri için sayısız ünlü ve karizmatik oyuncular yerine çok az tanınan iki oyuncunun (Renate Reins ve Calep Landry Jones) seçilmesi oldukça anlamlıydı. Altı ödülden dördünün kadınlara gitmesi (Altın Palmiye - Altın Kamera - En İyi Kısa Film - En İyi Kadın Oyuncu) ile Cannes’da bir ilk yaşandı.
İnsan ve kadın haklarını öne çıkaran, her tür ayrımcılığa karşı tavır alan hümanist filmlerden, yaratıcı ve özgün eserlerden, politik sinemadan yükselen cesur seslerden oluşan zengin seçkisiyle Cannes son yılların en iddialı yarışmasını yaşadı.
Hak edilmiş bir Altın Palmiye
Jürideki kadın üyelerin sayıca ağırlığı, kadın sanatçıların farklı duyarlılığına kulak vermesi ödül listesine de yansıdı. ‘Titanyum / Titane’ ile yarışan Julia Ducournau Cannes Festivalleri tarihinde Altın Palmiye Ödülünü tek başına kazanan ilk kadın yönetmen oldu. 1993’te ‘Piyano’ ile Jane Campion bu ödülü Çinli Chen Kaige ile paylaşırken Cannes’ın Altın Palmiyeli ilk kadın yönetmeni olmuştu.
Yetenekli yönetmen, 37 yaşındaki Julia Ducournau ‘Titane’ ile ana yarışmaya tazelik ve heyecan katmış oldu. Ducournau’nun Avusturyalı usta Michael Haneke’yi akla getiren, rahatsız etmeyi hedefleyen, kışkırtıcı, itici bir sinema anlayışı var. Bu çizgi dışı yaratıcı üslup jüriyi etkilemiş olmalı ki ‘Titane’ 24 filmlik seçkide en büyük ödüle layık görülmüş.
Ducournau teşekkür konuşmasını bu sebeple jüriye “Her türlü farklılığa önem verdiği ve canavarları sahneye davet etmekten çekinmediği için” teşekkür ederek sonlandırdı. Jüri Başkanı Spike Lee kırdığı pot ile en sonda ilan edilmesi gereken Altın Palmiye Ödülünün sahibini seremoninin başında ağzından kaçırdı. Bunun üzerine Julia Ducournau teşekkür konuşmasında, “Bu törenin kusursuz olmamasına çok sevindim. Filmimin de kusursuz olmadığını biliyorum” dedi.
Altın Palmiye’nin sürpriz galibi ‘Titane’, 1987 yılında Maurice Pialat’nın ‘Sous Le Soleil Du Satan’ı veya 2003’te Gus Van Sant’ın ‘Elephant’ı gibi yuhalanmadı. Aralarında bu ödülü evvelce kazanmış üç yönetmenin olduğu bir yarışmada en büyük ödüle layık görülmesi salonda bulunanlar tarafından alkış salvosuyla karşılandı.
Festivali izleyen eleştirmenlerin Screen İnternational, Film Français, Cahiers Du Cinema’da yıldız veya not vererek yaptıkları değerlendirmelerde en yüksek puanı alarak, Altın Palmiye için favori gösterilen Japon Ryusuke Hamaguchi’nin ‘Drive My Car’ı ile İranlı Asghar Farhadi’nin ‘A Hero’su ödül listesinin 2. ve 3. sıralarında yer aldı.
Hamaguchi ile Takamasa Oe’nin Haruki Murakami’nin öyküsünden uyarladıkları, üç saatlik ‘Drive My Car’ En İyi Senaryo Ödülüne, Farhadi’nin beş yıllık bir ayrılık döneminden sonra ülkesinde yaptığı ‘A Hero’, Finlandiyalı Juho Kuosmanen’ın ‘Compartment No.6’sı ile Büyük Ödülü paylaştı.
Yaratıcı bir kadın yönetmen
Altın Palmiye’nin sürpriz galibi ‘Titanyum / Titane’, korku, gerilim, şiddet, seks, bilimkurgu gibi değişik türleri harmanlayan özgün bir film. (Filme adını veren titanyum yüksek çekme mukavemetli alışımlara sahip, ısıya ve korozyona karşı oldukça dirençli bir metal.) Psikolojik ağırlıklı, metafor yüklü, ayrıksı senaryosuyla, Ducournau’nun yaratıcı sinemasının eseri ‘Titane’, ‘Kill Bill’de olduğu gibi formda Quentin Tarantino’nun filmleriyle akrabalık taşıyor.
Film yeni arabaların teşhir edildiği bir salonda, kendisini iştahla izleyen erkeklere Alexia’nın (Aghate Roussel) yaptığı seksi bir dans gösterisiyle başlıyor. Alexia şiddete meyilli genç bir dansçı. Babasıyla (Bertrand Bonello) geçirdiği bir araba kazasından sonra kulağının üstüne titanyumlu bir protez takılmış. İkinci sahnede özel müfettişler havaalanında yüzü morarmış bir adam bulurlar. Adam, on yıl önce kaybolan Adrien Legrand olduğunu iddia eder. Adrien’in babası Vincent (Vincent Lindon), on yıl boyunca yaşadığı kâbusun artık sona erdiğini düşünerek genç adamı evine götürür. Bu süreçte bir dizi korkunç cinayet bölgeyi etkisi altına alır. İtfaiyeci Vincent ile dansçı Alexia’nın yolları bir şekilde kesişir.
Julia Ducournau, oyuncularına yazdığı senaryonun dışına çıkmalarını yasaklayan ve doğaçlama yapmalarına imkân tanımayan, katı kuralları olan bir yönetmen. Vincent Lindon bu yöntemden şikâyetçi olmadığını söylerken, “Sürekli ne yapacağım konusunda talimat almaktan çok mutluydum. Kendimi tamamen yönetmenime teslim etmiştim” diyerek bu yönetiliş şeklini onayladığını filmin basın toplantısında açıkladı.
Ducounau’nun ‘Grave’ adlı ilk filmi 2016’da Cannes’ın ‘Eleştirmenler Haftası’ yan bölümünde FİPRESCİ Ödülünü kazanmıştı. Film antropolojiye merak saran tıp öğrencisi bir genç kızın ilk kez çiğ et yemesinden sonra yaşadıklarını anlatıyor.
Farhadi’den ödüllere devam
İkincilik ödülü sayılan Büyük Ödül’ü paylaşan iki filmle devam edecek olursak, kariyerinde iki Oscar ve bir Altın Ayı Ödülü bulunan Asghar Farhadi’nin Cannes’da evvelce aldığı ödüllere bir yenisini katması kimseyi şaşırtmadı. İran sinemasının, Abbas Kiarostami’den sonra yetiştirdiği en yetenekli yönetmen olan Farhadi, henüz 50’sine gelmeden girdiği yarışmalardan yüzünün akıyla çıkabilen bir isim.
‘Elly Hakkında / About Elly’ (2009), ‘Bir Ayrılık / A Separation’ (2011), ‘Satıcı / The Salesman’ (2016) filmlerinde olduğu gibi, Farhadi ülkesindeki toplumsal sorunlarına eğilmeyi sürdürdüğü ‘Bir Kahraman / A Hero’, sanatçının kültürel köklerine geri dönüşünün bir ürünü. Film, borcunu ödeyemediği için hapse düşen Rahim’in, izinli çıktığı bir günde kendisini hapisten kurtaracak bir parayı sahibine iade etmesiyle kahraman ilan edilmesini merkezine alıyor. Kolaylıkla yalan söyleyebilen, kurnaz, iş bilir Rahim’in vicdanlı mı, içten pazarlıklı biri mi olduğunu kestirmek güç.
Kendisine inanan ve seven kadının ikna etmesiyle, Rahim bulduğu para dolu çantayı sahibine ulaştırır. Televizyonun olayı körüklemesiyle kahraman ilan edilen Rahim’in sonraları gözden düşmesini anlatan filmin, Farhadi’nin sahip olduğu müthiş gözlem gücünden beslenen bir senaryosu var. Yan temalarla desteklediği gerçekçi senaryosunu, Farhadi gerilimi baştan sona ayakta tutan mizanseniyle perdeye aktarıyor.
Cannes’da Fransa’yı temsil eden filmlerden Bruno Dumont’un ‘France’ında olduğu gibi, ‘Bir Kahraman’ sosyal medyanın manipülasyon gücü, onur, gurur, vicdan, dürüstlük, yozlaşma, hümanizm gibi zorlu temaların hakkını, isabetli metaforlar eşliğinde veriyor. Farhadi, ülkesinin güneyindeki, kültürel şehir Şiraz’da çektiği ‘Bir Ayrılık’ta rol verdiği kızı Sarina Farhadi (Nazanin)’i bir kez daha oyuncu kadrosuna alıyor.
Büyük Ödül’ün ikinci ortağı Finlandiyalı Juho Kuosmanen’in ‘Compartment No. 6’dan ve ödül listesindeki diğer filmlerden önümüzdeki hafta söz edeceğiz.