Fred Bachner yaklaşık bir asır önce bir Kipur günü doğdu. 19. yaş gününü bir sığır vagonunda kutladı. Annaberg çalışma kampından nakledilen 1437 kişiden biri olarak 30 Eylül 1944´te Auschwitz´e geldi. Sığır vagonlarının kapısı açıldığında, hâlâ hayatta olanlar krematoryumdan çıkan dumanın gökyüzüne yükseldiğini ve üzerlerine gri küllerin düştüğünü gördü. Bunlar Auschwitz hakkındaki hikâyelerin ne kadar gerçek olduğunun kanıtıydı. Oğlu, Fred´in yaşadıklarının hikayesini yazdı.
1944 yılında Auschwitz’e nakledilen Fred Bachner ve onunla birlikte kampa getirilenler kapılarda, ‘Arbeit Macht Frei/ Çalışmak Özgürlük Getirir’ cümlesini okudu, fakat bu sözlere kanmadılar. Bu üç kelimenin ‘ölüm’, ‘krematoryum’ ve ‘gaz odası’ gerçeğinin ta kendisi olduğunu biliyorlardı.
O zamana kadar 18 aydan fazla bir süredir toplama kamplarında bulunan Fred için ‘sola veya sağa’ süreci yeni değildi. Hayatının dik durmaya, sağlıklı görünmeye ve Almanlara faydalı bir yeteneği olduğunu söylemeye bağlı olduğunu biliyordu. Fred bir oto tamircisi olduğunu söyledi. Götürüldüğü her toplama kampında aynı yalanı söylüyordu. Fred için, nakliye aracından diğer yöne zorla ölüme giden yüzlerce adamı görmenin nasıl bir şey olduğunu anlamak imkânsız. O günkü seçimden sağ kurtulmuş olsa da Fred’in gördüğü hayatının nasıl sona erebileceğine dair bir uyarıydı.
Almanların tuttuğu titiz kayıtlara göre, getirilen 1437 kişiden sadece 411 mahkûm Auschwitz’e kabul edildi. Fred, Auschwitz’e B-10607 numarasını alarak girdiği sırada damgalandı ve üç gün sonra erkekler karantina kampı B-IIA’ya konuldu.
“24 saat yanan fırınları ve her gün gelen nakliye araçlarını gördüğümüz Auschwitz’deydim. Ölüme eskisinden bir adım daha yakındım,” diye anlattı sonraları…
Acaba o dönemde gencecik olan Fred, annesinin öldürüldüğü yerde dururken duygularını nasıl kontrol edebiliyordu? Çünkü krematoryumdan çıkan kara duman, annesinin gaza maruz kaldığının ve fırında yakıldığının apaçık kanıtıydı.
Fred Bachner ve ailesi
Fred Mutti’sini en son Şubat 1943’te görmüştü
Fred, at ve arabalarla çalışma kamplarına bira ve soda teslim etmek için işten ayrıldığında, sokaklarda Alman askerlerini görmüştü. Annesini uyarmak için geri döndü ancak bu onu son görüşü oldu. Güney Polonya’daki Chrzanow adlı küçük bir kasabada kalan Mutti ve onun gibi daha binlerce kişi hiçbir şekilde kayda alınmadan, doğrudan gaz odalarına gönderildiler. Hayatta kalan birçok kişi, ailelerinin Kipur gününden tam üç gün sonra, İbrani ayı Tişri’nin 13. gününde öldürüldüklerini bilemeyeceklerdi ama Fred hayatta kalmıştı ve her şeyi biliyordu.
Ertesi gün, Fred’in babası Abraham, Faulbruck-Graditz Toplama Kampına, ardından 1944 yılında Annaberg’e götürüldü.
Fred ve ailesinin Berlin’deki evlerinden zorla çıkarılmalarının ardından neredeyse beş yıl geçmişti ve bu hayal bile edilemez cehennemin sonu gelmiyordu.
Yaşamak ölmekten daha zordu ve Fred yaşamak istiyordu. O korkunç yıllarda Fred’in neler düşündüğünü, onun anlattıklarından anlıyoruz:
“Pes etmeyecektim. İç gücümü kullanarak kendimi topladım. Kendi kendime konuştum. ‘Fredi yaşamak zorundasın, orada olmalısın. Yarın başka bir gün var. Kendini hayal kırıklığına uğratamazsın’. Bu mümkündü. Maruz kalacağımı bildiğim sıkı çalışma ve zihinsel ıstırabın üstesinden gelmek için içsel gücümü kullanmam gerekiyordu.”
İnsanca mümkün olan her şeyi yapma konusundaki sarsılmaz kararlılık, Fred’in Holokost’tan sonra hayatının her gününü yaşadığı şekildeydi. Olasılıklar Fred’in aleyhineydi ve o gün öldürülmeyen diğer 410 kişi, tıpkı her gün her mahkûmun üzerine yığılmaları gibi. Fred, “Nasıl hayatta kaldım sorusu hep sorulur. Tek cevabım ümidimi asla kaybetmemem olmuştur” diyordu.
Auschwitz’de köle işçi olarak çalıştırılanların kollarında numaralar yazılıydı. İsimleri ve numaraları mükemmel bir Alman hattatlığı ile kazınmıştı. Fred, Ig Farben’de köle işçi olarak çalışmak üzere görevlendirildi.
Ocak 1945’te Fred Auschwitz’den Gross-Rosen’e, ölüm yürüyüşüne gönderildi ve bir ay sonra Dachau’ya gitti. Nisan ayının ortasında, öldürülmek üzere Dachau’dan Alplere doğru yine bir nakil yolculuğundaydı. Trenden atladı, bombardımanlar duruncaya kadar birkaç gün bir çiftlik evinde saklandı. Dışarı çıktığında beyaz bayraklar ve Amerikan askerleri gördü. Birkaç yıl önce Hitler Gençliği için yaz kampı olan, Almanya’daki Feldafing Yerinden Edilmiş Kişiler Kampına götürüldü.
Takip eden Kipur günü tüm toplama kampları kurtarılmıştı.
Muhtemelen hiç kimse, Fred’le birlikte seyahat eden ve Auschwitz’de gazla öldürülen Reich’ın RSHA nakliyesinden 1026 isimsiz mahkûm için ilk sene ölüm dualarında Kadiş okumamıştı.
Fred’in oğlu savaş bittikten 75 yıl sonra, babaannesini ve o gün öldürülen 1026 kişiyi anmak ve ruhlarını yüceltmek için Kadiş duasını okudu.
BİR HOLOKOST KURTULANININ SON İSTEĞİ
Fred Bachner’in oğlu anlatıyor:
“Babamın 1938’de Berlin’deki bar mitzva’da çekilmiş fotoğrafı oturma odamızda asılıyken benim için her zaman arka plandaydı. Babamın anne ve babası ve erkek kardeşinin yün ceket, şort ve diz boyu çorap giyen babamla birlikte fotoğrafta olduğunu biliyordum. O zaman daha fazlasını bilmek için nedenim yoktu.
Auschwitz de dâhil olmak üzere birçok toplama kampından kurtulan ve 2008’de vefat eden babam Fred Bachner’in hikâyesini yazmaya başladığım 2016’da bu değişti. Hâlâ annemin oturma odasında duran fotoğrafı elime aldım ve önce daha evvel fark etmediğim detayları gördüm.
Auschwitz’de öldürülen büyükannem Erna Bachner’in yüzüne, onu babamın taptığı Mutti olarak tanımayı umarak baktım. Neden bu kadar düşünceli ve üzgün olduğu konusunda kafam karışmıştı. Bu neşeli bir olay olmalıydı, ancak Ekim 1938’di, Kristal Gece’den birkaç hafta önceydi ve endişelenmesi için sebepler vardı.
Büyükbabam Abraham Bachner, Auschwitz’den sağ kurtuldu. Fotoğrafta dik duruyor ve gülümseyen oğluyla gurur duyuyor. Büyükbabamın son 25 yıllık hatıralarına ve görüntülerine baktığımda, ister neşeli bir gün, ister iki oğlu ve dört torunuyla bir pazar buluşması olsun, onu bir daha hiç gülümserken görmedim. Aile, fotoğraf için poz verirken, bunun dört Bachner’in son aile portresi ve geriye kalan tek resmi olacağı hakkında hiçbir fikirleri olmadığını hayal ediyorum.
Büyürken, büyükbabamın geçmişi bir sır olarak kaldı. Tek bildiğim onun Holokost kurtulanı olduğu, aksanlı konuştuğu, çift odaklı gözlük taktığı ve topallayarak yürüdüğü idi. 1950’lerde bir New York otobüsünün ona çarptığı söylenmiş, ben de buna inanmıştım.
Büyükbabam Abraham Bachner, 1980’de vefat etti. Cenaze töreninde, Kew Garden Hills’deki ‘Genç İsrael Sinagogu’nun hahamı Fabian Schoenfeld yas tutanlara, Abraham’ın son isteğinin Auschwitz’deki çizgili formasıyla gömülmek olduğunu söyledi. Haham başlangıçta talebin nedenini anlamadığını açıkladı. Ortodoks bir Yahudi’nin geleneksel olarak kefenle gömülmesi gerektiğini hatırlattı. Fakat büyükbabam Abraham’ın, henüz vefat etmeden önce, yargı zamanında her şeye gücü yetenin işlediği günahlara bakmasını ve onları Holokost sırasında katlandığı yıllarca süren işkence ve açlığa karşı azaltılması isteğiyle bu konuda ısrar etmişti. Üniforma Tanrı’ya bir hatırlatma olurdu.
Büyükbabamın üniformasını sakladığını ya da neden onunla gömülmek istediğini bilmiyordum ama, bunu bilen babam ve amcam, bu vasiyetin aksine, üniformanın gelecek nesiller için saklanması gerektiğini düşündüler.
Vefatından bu yana dedemin son isteğinin arkasındaki nedenleri merak etmeye devam ettim. Holokost bilgini ve eğitimcisi Yaffa Eliach’ın bunu ‘Hasidic Tales Of Holocaust’ adlı kitabına bir bölüm olarak eklemesi ve Benjamin Mead’in 1981’de Manhattan’daki Emanuel Sinagogundaki Yom Aşoa anma töreninde hikâyeyi anlatması yeterince önemliydi. Bu bölümü defalarca okumama rağmen, yakın zamana kadar büyükbabamı ve ricasını anlayamıyordum.
2018’de Polonya’ya yaptığım gezi dedemle olan ilişkimde bir dönüm noktası oldu. Doğduğu ve ailesinin 1939’da Almanya’dan zorla geri gönderildiği Chrzanow şehrini ziyaret ettim. Yaşadıkları evin dışında durdum ve daha sonra onların Auschwitz’e sürüldüklerini hayal ettim. Kadiş duası okudum ve dedem üç yaşındayken 1908’de çıkan yangında ölen babası Şimon Josef’in ve 1885’te vefat eden dedesi Aron’un mezarına bir taş koydum.
Büyükbabamın o tarihte 50 yaşında olduğunu ve beş yıldır çalışma ve toplama kamplarında tutulduğunu, savaş sona erdiğinde ancak Auschwitz’in kapılarının dışında durana kadar çektiklerini duyumsadım. Hayatta kalması için olması gereken güçlü ve cesur insan olarak onu anlamaya ve sevmeye başladığımda, benim için her şey değişti. Ayrıca büyükbabamın üniformasıyla birlikte gömülme isteğinin, Holokost’tan önce kendisinin günahsız biri olmadığını bildiğini bize söyleme şekli olduğunu fark ettim.
Yolculuğumun tamamlandığını sanıyordum ama daha fazlası vardı. Ailemin geçmişini araştırmaya devam ettim ve yakın zamanda yeni bir belge buldum. Büyükbabamın1945’te Auschwitz’de giydiği üniformayı hâlâ giyerken çekilmiş bir resmi olacağını hiç düşünmemiştim. Zayıftı, gözleri çökmüştü; Abraham Bachner, Holokost’tan kurtulabildi ama ruhu tutsak kaldı.”