•Şimon Peres´in kafasında “Barcelona´nın İsrail-Filistin karma futbol takımıyla maç yapması” fikri vardı. Ancak...Bu proje Abbas´ın halefi olmaya oynayan Cibril Rajoub´un karşı kulisiyle engellendi.M essi hiçbir zaman kendisi için kullanılan bu yüceltici “diploMessi” kelimesini telaffuz etmedi. Geçen yıl da yine Kudüs´te Barcelona´nın maç yapma programı “Kudüs´te mi, Tel Aviv´de mi?” tartışması sonunda iptal edildi. Güneri Cıvaoğlu - Milliyet
Bu Haftanın “Takılanlar”ı
İsrail’in nükleer silahlarını görmemezlikten gelmek, Amerika’nın nükleer silahları önleme konusundaki söylemlerini alay konusu yapıyor. Obama, nükleer silahlardan arındırılmış bir dünya için uğraşacağına söz vermişti. Yine de ekibi, Ortadoğu’yu nükleer silahlardan arındırma hakkındaki Birleşmiş Milletler konferansının yapılmamasına yardım etmişti. Biden yönetimi, İran’a, İran’ın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın gerektirdiğinden daha sıkı olan denetimleri kabul etmesi için cezai yaptırımlar uygulamaya devam ediyor. Fakat öte yandan, bu antlaşmayı imzalamamış olan İsrail, hiçbir denetimin yapılmasına izin vermiyor.
Bu ikiyüzlülük, Amerikalı diplomatlar “kurallara dayalı düzeni” savunduklarını iddia ettiklerinde, dünyanın dört bir yanından pek çok kişinin gülümsemesine neden oluyor. Bu durum aynı zamanda, Tahran’ın bölgede mütekabiliyet gereği hakkının olduğunu söyleyen İranlılar’ın söylemini güçlendiriyor.
Son olarak, Amerikan hükümetinin bu aldatıcı sessizliği, İran’ın olası nükleer silahının yaratacağı tehlikelerin tartışılmasını engelliyor. Amerikalı politikacılar bazen İran’ın olası nükleer silahının İsrail için bir “varoluşsal” tehdit olduğunu söylüyorlar. Bu oldukça çelişkili bir iddia çünkü İsrail’in kara, deniz ve havada konuşlandırabileceği caydırıcı nükleer gücü bulunmakta. Ancak pek çok Amerikalı bu iddiayı mantıklı buluyor. Bunun nedeni, meselenin yanlış bilinmesi. Son zamanlarda yapılan bir ankete göre, Amerikan halkının sadece yaklaşık yüzde 50’si İsrail’in nükleer silahlara sahip olduğunu biliyor. Daha büyük bir kısmı, Tahran’ın nükleer silahı olduğunu düşünüyor.
İran’ın olası nükleer silahı İsrail’i “varoluşsal” olarak tehdit etmese bile, ABD bu silahı diplomatik bir şekilde önlemeye çalışmalıdır. Tahran ile devam eden müzakerelerin çökme riskiyle karşı karşıya kalan ABD, İran ekonomisini felç eden yaptırımları kaldırmayı taahhüt etmelidir ve bu yaptırımlar yerine İran’ın nükleer kapasitesi üzerinde somut bir şekilde doğrulanabilir sınırlar koymalıdır. Şayet bu çabalar başarısız olursa, (ve Biden yönetimi İran’ın nükleer silah kapasitesine izin vermek yerine savaş açma baskısı ile karşı karşıya kalırsa) Amerikalılar İran’ın Ortadoğu’daki en yakın müttefikleri için oluşturacağı risk hakkında bilinçli bir karar vermeleri gerekecek. ABD yetkilileri, İsrail’in nükleer saldırı riskine karşılık ellerinde caydırıcı kaynaklar olduğunu asla açık bir şekilde kabul etmedikleri için bu kararı vermek oldukça zor olacak.
Biden yönetimi, İsrail’i nükleer silahlarından vazgeçmeye zorlamayacak. Ancak bu durum, Amerika’nın küresel güvenirliliğinin altının oyulacağı yahut Amerikan halkının gerçeği reddetmesi için kandırılacağı demek olmuyor. Kim bilir, belki de Amerikalılar’ın İsrail’in nükleer silahları hakkında dürüstçe tartışması, nükleer silahlardan arındırılmış bir Ortadoğu hayaline yeni bir soluk getirecektir. Bu olmasa bile, yarım asır boyunca süren ikiyüzlülükten sonra, Amerikan liderlerinin gerçeği söylemesini duymak heyecan verici olacaktır.
Peter Beinart - New York Times (Çeviri : Enes Kerim Şafak)
Hizbullah’ı benzin meselesi dışında gündeme oturtan diğer konu ise Ağustos ayında güneyde İsrail’le yaşanan gerilim oldu. 4 Ağustos’ta İsrail’e yapılan saldırılara bir gün sonra karşılık verilmiş, 6 Ağustos’ta da Hizbullah gün ortasında misillemede bulunmuştu. Nasrallah İsrail’in bozmak istediği angajman kurallarını koruduklarını söyleyerek Lübnan’da yaşanan iç sorunlar nedeniyle “direnişin” zayıfladığının düşünülmemesi uyarısında bulundu.
Hasan Nasrallah’ın misilleme saldırılarıyla İsrail nezdinde Lübnan’a da verdiği “Hâlâ güçlüyüz” mesajının benzin meselesiyle aynı zamana denk gelmesi stratejik açıdan özel bir duruma da işaret ediyor. Geçtiğimiz Mayıs ayında Lübnan’ın güneyinden yine İsrail’e fırlatılan roketlere İsrail’in topçu atışıyla karşılık vermesi hakkında Hizbullah tarafından bir misilleme veya açıklama gelmedi. Ancak 6 Ağustos’ta yapılan konuşmada İsrail’in yakın bir savaşta yok edileceğine özellikle vurgu yapılması kendi destekçileri arasında büyük bir yankı buldu. Öte yandan bazı analizlerde 4 Ağustos roket saldırısının patlamanın birinci yıl dönümünün anıldığı güne denk gelmesi, “dikkatleri başka yöne çevirme girişimi olabilir” şeklinde okundu. Lakin Hizbullah İsrail’le yaşanması muhtemel herhangi bir tansiyon için patlamayı kullanmaya ihtiyaç duymadığı gibi, patlama yıl dönümü için toplanan kalabalık da Lübnan krizinin yalnızca Hizbullah merkezli ele alınmadığını göstermiş oldu. Dolayısıyla gerek Lübnan içinde gerekse sınırlarında Hizbullah'ın zamansal taktiğini Hizbullah’ın kendi iç dengeleri açısından ele almak gerekiyor.
Tüm bu yaklaşımlar göz önünde bulundurulduğunda, derinleşen ekonomik kriz ve siyasi kaos nedeniyle öfkeli olan Lübnanlılara devlet zafiyeti karşısında Hizbullah’ın sunduğu seçenekler kadar söylemin gücü de ortada. Hükümetin kurulamadığı, dolayısıyla da reformların uygulanmadığı ve devlet acziyetinin ülkenin hemen her kurumunda hissedildiği bir dönemde hâkim söylemi de iyi okumak gerekiyor. Bu konudaki en iyi örneklerden birini ise ülke koşullarını dikkatli bir şekilde tahlil eden Hizbullah veriyor.
Dr. Tuba Yıldız
Başlıktaki “diploMessi” deyimi “diplomasi”den esinlenerek üretildi.
Fransız Le Monde gazetesinde yer aldı.
Çünkü... Messi, uluslararası büyük bir sorunun eksenine konulmuştu.
Anlatayım. Yıl 2018... Messi’ye ait olduğu iddia edilen şu sözler, bir anda viral oldu. (Sosyal medya platformlarında kontrolsüz şekilde yayıldı.)
“Masum çocukları öldüren insanlara karşı maç oynayamam. Maçı iptal etmeliyiz çünkü futboldan önce insanız.”
Mayıs 2018’de Lionel Messi’ye atfedilen bu sözler, Arjantin ve İsrail milli takımlarının arasında oynanacak hazırlık maçı tartışmaları sürerken şimşek gibi çakmıştı.Ve... Ardından bir de fotoğraf...Messi elinde bir forma tutuyor.
Üzerinde “FREE PALESTINE (Özgür Filistin)” yazılı.
Aslında yukarıdaki sözler Messi’ye ait değildi.
Fotoğraf da “üzerinde işlemler yapılarak” üretilmişti.Fotomontajdı.
Fotoğrafın orijinalinde “Özgür Filistin” yazısı yoktu.
Orijinalini ve fotomontaj olanını sayfaya koydum.
Olayın gerçeği şöyle.
Yukarıda da yazdığım gibi, Arjantin Milli Takımı 9 Haziran 2018’de İsrail Milli Takımı’yla hazırlık maçı yapacaktı.O sırada ABD, Tel Aviv’deki büyükelçiliği Kudüs’e taşımıştı.“Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını” açıklamıştı.
İsrail Başbakanı Netanyahu maçın Kudüs’teki “Teddy Stadyumu”nda oynanması için çaba göstermekteydi.
“Messi’nin Kudüs’te oynamasının, Latin Amerika’da Kudüs’ün başkent olarak tanınması için ivmeyi yükselteceği” inancındaydı.
Düşünün...“Bir futbolcuyu, İsrail gibi dünyanın en iddialı ülkelerinden biri başkentinin başka devletler tarafından tanınmasında belirleyici” olarak görüyor.
Buna karşılık Filistin yönetimi de o maçı engellemek için müthiş bir tartışma başlatmıştı.
Yazının başında okuduğunuz “Messi’ye ait olduğu iddia edilen söylem” bu bağlamda dolaşıma girmişti.Ayrıca “maç Kudüs’te oynanırsa” Messi’nin formalarının “meydanlarda yakılacağı” yolunda haberler de yayımlanmaktaydı.
Messi’nin elinde tuttuğu montajlı forma da öyle.Artık işin tadı iyice kaçmıştı.
Sonuç... Filistin’in algı operasyonu başarıya ulaştı.
Arjantin Federasyonu, “kısa bir süre sonra Rusya’da başlayacak olan Dünya Kupası’na odaklanmak için Kudüs’teki hazırlık milli maçını iptal ettiğini” açıkladı.
Oysa... 2013’te Messi’li Barcelona barış için önemli bir katkıda bulunmuştu.
“Futbol sadece futbol değildir” söylemini doğrulayan görkemli bir etkinliğe imza atmıştı.Şöyle ki. Messi’li Barcelona 3 ve 4 Ağustos 2013’te, “Filistin ve İsrail arasında bir barış turu” gerçekleştirdi.
İsrail’de “Şabat tatili” olan ilk gün Messi ve takım arkadaşları, Beytüllahim’in Doğuş Bazilikası’nı gezdi. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas tarafından kabul edildi.Ardından... Filistin futbol takımıyla antrenman maçı yapmak için El Halil’e (Hebron) geçildi. Ertesi gün Messi ve takım arkadaşları “Ağlama Duvarı” önündeydiler.
Kudüs’te İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres tarafından kabul edildiler.
Ve...Tel Aviv’de bir İsrail takımıyla idman maçı yaptılar.
Cumhurbaşkanı Peres, Messi ve arkadaşlarını “barış elçileri” olarak adlandırdı.
İsrail radyosunda ise ilk kez “diploMessi” terimi kullanıldı.
İki idman maçından elde edilen gelir “İsrailliler ve Filistinliler arasında spor yoluyla barışı teşvik etmek girişimine” bağışlandı.
Bu gezinin perde arkasına da göz atalım.
Şimon Peres’in kafasında “Barcelona’nın İsrail-Filistin karma futbol takımıyla maç yapması” fikri vardı.
Ancak...Bu proje Abbas’ın halefi olmaya oynayan Cibril Rajoub’un karşı kulisiyle engellendi.Messi hiçbir zaman kendisi için kullanılan bu yüceltici “diploMessi” kelimesini telaffuz etmedi.Geçen yıl da yine Kudüs’te Barcelona’nın maç yapma programı “Kudüs’te mi, Tel Aviv’de mi?” tartışması sonunda iptal edildi.
Güneri Cıvaoğlu
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/guneri-civaoglu/futbolda-kibir-6579727?sessionid=2
Beatrice veya yeni ismi ile Dona Gracia Mendes’in eşi o dönemin Avrupa'sının en önemli banker ve iş adamı olan Francisco Mendes’in servetini kaynağı etti. O yıllarda henüz derin dondurucular olmadığı için taze etler toprağa gömülüp saklanmaktaydı. Ve sonuç olarak kurtlanan ve mikrop kapan etler yiyenleri zehirlemekteydi. Tifo ve veba gibi hastalıklar 15. ve 16. yüzyıl Avrupa'sının belasıydı. Korona henüz yoktu, aşılar da Pfizer ve Biontech firmaları henüz kurulmadığı için bulunmamıştı!
Ama Francisco Mendes dış ticaret amacıyla ile sık sık Hindistan’a gidip gelmekteydi. Orada Hintlilerin etleri karabiber ile sararak sakladıklarını gördü ve bunun da etlerin korunmasında büyük fayda sağladığını öğrendi. Müthiş ticari zekası ile Hintliler ile 30 sene sürecek olan bir anlaşma yaptı ve Hindistan karabiberinin tek satıcılığını aldı.
Gemiler dolusu karabiber Hindistan’dan Avrupa’ya akmaya başlamıştı. Dikkatinizi çekerim, ünlü lokantaların menülerinde bugün bile "pepper steak" olarak bilinen karabiberli biftek Hintlilerin bu koruma alışkanlığının sonucudur.
"Pepper steak" Mendes ailesine dolayısı ile Dona Gracia’ya müthiş bir servet kazandırdı.
Günümüzde sanal ticaret ve yüksek teknoloji ürünlerinden para kazanılırken o dönemde karabiber zenginliği revaçta idi. Karabiber ticareti halen önemli bir gelir kapısıdır mesleği bilenler için.
Dona Gracia aslında kendisinde hayli yaşlı olan Don Mendes ile evliliğinden Ana isminde bir kız çocuğu doğurur. 1528 yılında 18 yaşındayken evlenen Dona Gracia’nın eşi 1535 yılında vefat eder. Aslında Don Mendes geç yaşta evlenmişti ve evliliğinin sefasını süremeden göçüp gitmişti.
Koca serveti Don Mendes’in kardeşi Diego Mendes ile Dona Gracia arasında eşit olarak bölüştürülünce genç yaşta çok büyük bir servetin hakimi olmuştu.
Bu parayı ve gücünü Yahudilerin bir vatanı olsun diye kullanmayı da kafasına koymuştu.
1552 yılında Osmanlı İmparatoru Sultan Süleyman’ı ziyaret ederek siyasi ilişkilerine bir yenisini katmıştı. Dona Gracia Osmanlı imparatoru Hazreti Süleyman’dan Filistin bölgesinin bazı yerlerinde Yahudi yerleşim bölgeleri kurmak istediğini anlatmış ve uzun çabalar sonucu bu kez de ondan sonra tahta geçmiş olan Selim’den böylesi bir imtiyaz elde ederek Sefat ve Tiberia kentlerinde birer Yahudi kolonisi kurma imkanı temin etmiştir.
Bunun yanı sıra Dona Gracia ‘nın yeğeni olan Josef Nassi de bu ilişkilerin bir meyvesi olarak Sultan Selim’den (Sarı Selim) Kıbrıs Adası'nı 15.000 duka altını karşılığı satın almıştır. Sebebi, Jozef Nassi ve Mendes ailesinin ticaret gemileri için doğal bir güvenli liman temin etmekti. Daha sonraları Kıbrıs Adası'nın satılması saray içi ve aile içi bir takım kavgalara sebebiyet vermiş ve Sultan Selim Jozef Nassi’den Ada'yı geri vermesini rica etmiş ve onun bu olgunluğundan dolayı da kendisini Naksos Adası Prensi olarak taltif etmiştir.
Sadece bu ilişkiler bile 1492 yılında Yahudilerin aslında yazılı olmayan birçok anlaşma silsilesi ile İspanya’dan Osmanlı topraklarına gelişlerinin sebebini ortaya koymaktadır.
Yani Osmanlı ve Sultan II. Beyazıt sadece Yahudileri sevdiği için Osmanlı'ya getirmedi. Bunu da veciz sözü ile ortaya koymuş, "Ferdinand Yahudileri kovarak fakirleşmiş bense onları alarak zenginleştim" demişti.
Bu zenginliğin ardında yatan hikaye ise Yahudilerin İspanya’dan büyük bir servet ile göç etmeleri, sadece servet değil dünya deniz ticaret filosunun en büyüğü ile hareket etmeleri, deniz ticaretini Osmanlı limanlarına aktarmaları ve bu deniz filoları ile dünya dış ticaretinin de İstanbul ve İzmir’e kaydırılmasıdır.
Her ne kadar aynı yıllarda Yahudilerin getirmiş oldukları ilk matbaanın Türkçe veya Osmanlıca eser basımına izni verilmediyse de ilerleyen senelerde bu teknolojinin İbrahim Müteferrika aracılığı ile hayata geçirildiği bilinmektedir.
Evet ortada yazılı bir anlaşma yoktur ve Türk Yahudileri de geleneksel olarak minnet duygularını sürekli tekrarlasalar da sebep sonuç ilişkilerinde bu teveccühün ardında oldukça büyük bir servet ve menfaatler olduğu açıktır. Galata Bankerleri İspanya Yahudilerinin sonucudur, Viyana kuşatmasının finansmanını da sağlayanın 2 milyon duka altını ile Banker Kamondo olduğu bilinmektedir.
Demem o ki hani sürekli kafamıza kakılan, "Sizi kurtardık diyet isteriz" tümcesinin gerçeği az çok böyledir. Düşünelim de öyle borçlandıralım Yahudi kardeşlerimizi. 530 senelik diyet bitmedi mi artık?..
Rafael Sadi
https://medyagunlugu.com/haber/530-senelik-diyet-bitmedi-mi-49903
“Filistin davası” meselesinin Milli Görüş’ten bu yana bir slogandan ibaret olduğunu söylemek abartılı bir yorum olmaz. Yıllardır yapılan toplantılar, söylenen marşlar, atılan sloganlar, açılan bayraklar geldiğimiz noktada tüm bunların bir sosyalleşme etkinliğinden daha fazlası olamadığını gösteriyor. Doğrusu bu konuyu AKP’nin de araçsallaştırdığını düşünüyorum. Çünkü Türkiye’de maalesef sol ve sağın Filistin konusundaki bütün tepkileri üstünkörü bilgiye dayanıyor ve kendi dünya görüşünün bu meseleye aktarılmasından ibaret. Bu yüzden hem konuyu anlayamıyoruz, hem de “Dostlar alışverişte görsün”den öteye geçemiyoruz.
Burada siyasal İslamcıların ve sol görüşlü insanların Filistin davasına nasıl baktıklarını eleştirmeyeceğim. Çünkü ikisi de temelden yoksun. Ümmetin artık kalmadığı bir çağda politik meseleleri ümmet üzerinden çözmeye çalışmanın zaten metot olarak benimsenecek hiçbir yönü yok. Bunu tartışmaya bile değmez. Fakat öte yandan, İsrail’i emperyalizmle eşitleyip, ona karşı Filistinlileri desteklemeyi emperyalizmle mücadele olarak gören sol ise konuyu tamamen yanlış anladığını görmek zorunda. Çünkü başından beri İngiliz emperyalizmiyle bölgede mücadele eden Yahudilerdi ve İsrail’i zaten ona rağmen kurdular. Bu arada İngilizlerin bir ihtimal kendilerine bir ülke kuracaklarını düşünerek temkinli hareket etmeyi tercih eden Araplar ise günümüzde İngiltere emperyalizminin kurbanları olarak çözümsüzlüğe mahkum şekilde yaşıyorlar.
L. Deniz Ertuğ
https://www.politikyol.com/filistinlinin-oykusu/
Takılan tweetler
Şubat 1939'da, Fransa'nın Paris şehrindeki Sefarad Sinagogu'nda "Le Ghazi Ataturk"ün ölümü anısına tertiplenen, Türk Büyükelçiliğinden iki diplomatın da iştirak etmiş oldukları âyin
"Cérémonie religieuse à la mémoire de Kemal Ataturk"
"L'assistance écoute le discours du grand rabbin Ovadia. Au premier plan tes deux représentants de l'Ambassade de Turquie à Paris." (p. 22).
Le Judaism Séphardi. (Fevrier 1939, Numero: 68), pp. 17-24.
https://twitter.com/omerdumgiriz/status/1429127920119861249
Hahambaşı İsak Haleva #Türkiye’de musevi cemaatinin yaşantısı hakkında bilgi verdi. Büyükelçi Schulz, #Almanya’da 1.700 yıldır süregelen musevi yaşantısının kutlamaları vesilesiyle Eylül ayında #Ankara’da planlanan Sukot Festivali’ne Hahambaşını davet etti. @tyahuditoplumu
https://twitter.com/AlmanyaBE/status/1427627754787385346
Naziler 1940'ta Hollanda'yı işgal ettikten sonra, Corrie ten Boom adlı Hollandalı bir saatçi ve ailesi, evlerinde gizli bir oda inşa etmeye karar verdiler. Dört yıl boyunca bu odayı Yahudileri saklamak ve onları Holokost'tan kurtarmak için kullanacaklardı.
https://twitter.com/archeohistories/status/1428255571149426694
Evet eşi Yahudi önemli bir ayrıntı. (Acaba doğru mu) Eşi Yahudiyse her şeyi bekleye bilirsin.... Bu kafa Talibandan 1 tık geride...
https://twitter.com/tvarol/status/1427782156214882309
Ah kapılar,
Gidilen gelinen
Açılan kapanan kapılar...
Rivayet odur ki, İzmirli bir #Yahudi, evlenmiş #Hristiyan bir kadınla. Kapıyı dövdürmüşler demirciye, hem haç hem yıldızla.
Birlikte yaşamanın ruhudur #agora #izmir #tarih #bellekizmir
https://twitter.com/bellekizmir/status/1429422430884450310
Ağa Takılanlar Öneriyor
"Bir günün, Yahudi toplumunda purim ilan edilmesi için Yahudilerin başında bir bela, bir musibet olması gerekiyor ve Yahudilerin o musibetten direkt olarak Allah'ın eliyle bir mucizeyle kurtarılmaları gerekiyor. Böyle bir olay yaşandığında toplumun baş hahamı bu günü purim ilan ediyor ve kesintisiz olarak yıllarca kutlanıyor. Fakat Saraybosna Purimi'nin diğerlerinden bir farkı var. Saraybosna Purimi'nde Yahudilerin başındaki musibetten kurtulmaları direkt olarak, tabii ki her şey Allah'ın eliyle, fakat zahiren Müslümanların eliyle gerçekleşiyor. Bunun sonucunda da Saraybosna baş hahamı o günü purim olarak ilan ediyor ve 200 yıldan beri bu purimi Saraybosna Yahudileri kutlamakta."
https://www.aa.com.tr/tr/kultur-sanat/purim-bayrami-kucuk-kudus-belgeseline-konu-oldu/2340335
Son dönemde Lübnan ekonomisindeki sorunlar derinleşmiş ve içinden çıkılmaz bir hâl almıştır. Öyle ki ordunun günlük faaliyetleri için gerekli bütçenin ve gıda ve elektrik başta olmak üzere halkın en temel ihtiyaçlarının karşılanması konusunda dahi büyük zorluklar yaşanmaktadır. Diğer yandan, ülkedeki soruna asıl çözüm bulması gereken siyasi karar alma mekanizmalarının tıkanmış olması sorunları derinleştirmektedir. Bu noktada Hizbullah’ın, Suriye iç savaşı sayesinde hem Lübnan’da ekonomik ve siyasi kapasitesini arttırması hem de askerî açıdan hassas güdümlü füzeler de dâhil olmak üzere stratejik mühimmat envanterini nitelik ve nicelik olarak geliştirmesi bölgesel güvenlik dengesini değiştirmiştir. Örgütün, yalnızca savunmada kalmayıp İsrail’e karşı ofansif planlar geliştirmesi ve bunların alenileşmesi, İsrail’in caydırıcılığının zayıfladığına işaret eden önemli bir ayrıntıdır. Dolayısıyla İsrail’in, Hizbullah’ın edindiği kapasiteye dair tehdit algısı giderek artmaktadır ve İsrail, İran ile olan mücadelesinde kuzeyinde giderek yükselen bu tehdide karşı yeni stratejiler geliştirmeye çalışmaktadır. Bu ortamda, İsrail’de siyasi istikrarın hâlen tam anlamıyla sağlanamamış olması ve yeni belirsizlikler, bölgesel gelişmelerin dikkatle takip edilmesini gerektirmektedir.
Gösterişsiz bir mezar taşı. Üzerinde yazanlar okunamıyor. İbranice. Az ötede taşları süslü olanlar var. Çiçeklerle, yapraklarla, değişik motiflerle bezenmişler. Dreyfuss ve Levi... Bir alt sıradakilerde süslemeler artıyor. Yazıların sağında solunda dua eden eller; kabartma kartallar... Bir başkasında Levi kabilesinin insanlarının yeğlediği ibrik motifi. Mezar taşları gittikçe büyüyor.
https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/mezar-taslarinda-tarih-1862411
https://www.milliyet.com.tr/kultur-sanat/duyarsizlasmanin-siyah-beyaz-olmayan-fotografi-6579639
https://teyit.org/analiz-delta-varyanti-nedeniyle-israilde-asinin-agir-vakalari-onleyemedigi-iddiasi
https://medyagunlugu.com/haber/israil-yanginina-ilk-kosan-filistin-oldu-49912-
https://soundcloud.com/radyogedik/isakla-tarz-i-hayat-mois-gabay
https://www.youtube.com/watch?v=hukXCG4CWW4
https://www.youtube.com/watch?v=MJPHy1mg8zw
https://tr.euronews.com/2021/08/21/fransa-da-as-kars-t-gosterilerde-antisemitizm-tart-smas