“Aklınızla bakmayın, ruhunuzla bakın. Çünkü gelmesini beklediğiniz hayat çoktan geldi ve tüm dünyayı ayaklarınıza sermek üzere önünüzde bekliyor. Tek yapmanız gereken, daha yakından bakmak. Görecek gözleri bulun!” 9 Kehanet/ İlk kehanetten
Tarihler Haziran 1997’yi gösteriyordu, Adana’nın sıcak ve nemli günlerinden birinde okuldan eve dönüyordum. Arayışımın ve iç buhranlarımın doruklarındaydım. Cevapları bulabilmek için sürekli yeni kitaplar okumaya çalışıyordum. “Arayın bulacaksınız ve çaldığınız kapı size açılacaktır” sözünü bilirsiniz. Bana da öyle oldu! Tam da kitabın anlattığı gibi anlamlı tesadüfler yoluyla James Redfield’in yazdığı ‘Dokuz Kehanet’ adlı kitapla karşılaştım. Bu kitap o zamanki kişisel dönüşüm sürecimin köşe taşlarından birisiydi. Kitap 2006 yılında Armand Mastroianni yönetmenliğinde ‘Celestine Prophecy’ adıyla filme alındı.
‘Dokuz Kehanet’ filmi evreni anlamamızı sağlayan 9 anahtar ile açılan, gizemli bilgilerden oluşuyor. Güney Amerika bilgeliğinin doruğa ulaştığı Peru yağmur ormanlarında bulunan elyazmalarında ortaya çıkan bu bilgiler, hayatımızda meydana gelen olayları nasıl okuyabileceğimizi anlatıyor. Filmin kahramanı bu kehanetlerin peşinden koşan ve kendi içsel yolcuğuna başlayan tarihçi John. Cevaplar peşinde çıktığı bu yolculuk, yaşadığı testler, karşılaştığı dostlar ve düşmanlar aracılığıyla John’u geri dönüşü olmayan bir sürece taşıyor. Dokuz kehanetin her birini detaylı bir şekilde öğreneceğiniz filmdeki en çarpıcı ve anlamlı diyaloglardan birisi ise şu: “…bu dünyada yaşanan bütün çatışmalar, kargaşa, bizi değiştiriyor… Şiddet bir şekilde uyanmamızı sağlıyor.”
Aradan 24 koca yıl geçtikten sonra ben de, Ağustos 2021’de Güney Amerika bilgeliğinin izinde Meksika’nın Cancun bölgesine doğru bir yolculuğa çıktım. Cancun Orta Amerika’nın merkezinde, Yucatan Yarımadasının ucunda yer alan bölgenin adı. Bölge, Mayaların kutsal şehri Chichen Itza ve Amerikalı turistlerin gözdesi Tulum ile ünlü bir turistik cennet. Özellikle Cenote olarak bilinen yer altı suları görülmeye değer yerler. Benim bu yolculukta amacım ise Perulu Şaman Jesus’un liderliğinde Amerika Şamanizm’i konusunda araştırma yapmak ve Ayahuasca bitkisinin rehberliğinde içsel bir deneyim yaşamaktı. Öyle de oldu. Fakat şunu söylemeliyim ki herhangi bir ruhsal alt yapısı, bilgi birikimi veya Şamanizm konusunda fikri olmayan hevesli kişiler için gerçekten denemeden önce iki kez düşünülmesi gereken bir süreç! Benden söylemesi!
Mircea Eliade’ye göre bir şaman, ruhunun bedeninden ayrılarak göğe tırmanmaya ya da yeraltına inmeye giriştiğini varsayan özel bir esrimenin (vecd, extase) uzmanıdır. Şamanlık ise bir esrime tekniğidir. Eliade, şamanların seçilmiş kişiler olduğunu ve bu nitelikleriyle, topluluğun öteki üyelerinin ulaşamadığı bir kutsal alana erişebildiğini söylemiştir. Ayahuasca ise Amerikalı şamanların kutsal alana erişmek için kullandığı, kendi bilinci olduğu ifade edilen kutsal bitkilerden oluşan bir karışım. Modern dünyanın insanlarının hayatın acılarından ve sorumluluklarından kaçmak ve bilinç ötesi deneyimler yaşamak için kullandığı otlardan, uyuşturuculardan farklı bir yere koymakta fayda var Ayahuasca’yı. Zira bu diğerleri ile karıştırılabiliyor. Yani bu süreç sizi bilincin ötesine götürecek dışarıdan madde alımından farklı, kendi içinde özel bir hazırlık ve disiplin gerektiriyor.
Şamanların devşirilme süreçlerine bakıldığında iki yöntem karşımıza çıkıyor. Bunlardan ilki kalıtımsal yani sürecin babadan oğula geçmesi. İkincisi ise kendiliğinden gelen bir ‘iç çağrı’ ya da ‘seçilmedir’. Seçilme yöntemi ne olursa olsun şaman iki yönlü bir eğitim aldıktan sonra şaman olarak tanınıyor. Esrime düzeyindeki deneyimler, rüyalar, kendinden geçme ve gelenek düzeyinde yani şamanlık teknikleri, ruhların adları ve işlevleri, klanın mitolojisi ve gizli dil, yani sembolleri, işaretleri okuyabilmek olarak ikiye ayrılıyor. Bu deneyimler bir ‘yola giriş’, ‘sırra erdirme’ (inisiyasyon) sürecidir. Tabi bu süreç hiç de yazıldığı gibi sistematik ve yumuşak olmuyor. Bunu bir ‘ölüm’ ve ‘yeniden doğum’ süreci olarak adlandırırsak abartı olmayacaktır. Benim de deneyimlediklerim bunun bir benzeriydi!
Pripuzov bu süreci şu şekilde açıklıyor: Şaman olacak kişi çılgın öfke nöbetlerine kapılmaya başlar, sonra birden aklını yitirir, ormana çekilir, ağaç kabuklarıyla beslenir, kendini suya ve ateşe atar, bıçakla yaralar. O zaman ailesi yaşlı bir şamana başvurur, o da dengesizleşmiş genci çeşitli ‘sırra erme’ süreçleri ile eğitir ve geleneksel gizli bilimi aktarır.
Anlayacağınız bir şaman adayının yetiştirilmesi önce bir yıkım sonrasında da yapım ile devam eden iki aşamalı bir süreçtir. Dünyaya baktığımızda ise bir yıkım sürecinin içinden geçtiğimiz söylenebilir. Bu yazıyı hazırladığım Almanya geçen ay son 200 yılın en büyük sel felaketini yaşadı. Başta Türkiye olmak üzere, Rusya, İtalya, Yunanistan ve dünyanın birçok bölgesi orman yangınları ile mücadele etti ve hâlâ bazı yerlerde bu devam ediyor. Tüm bunların üstüne yeni göç dalgalarına neden olan, Taliban’ın yönetimi ele geçirdiği Afganistan dünyanın gündemine oturdu. Koronanın yeni varyantlarının pençesinde can çekişen insanlık tıpkı bir şaman adayının yaşadığı gibi yıkım sürecinden geçiyor gibi görünüyor! Tek fark bu yıkımın kolektif düzeyde yaşanıyor olması. Siz ne dersiniz