Akan Abdula [email protected]
Doris Cemel [email protected]
Pandemi dijital dönüşümü şu ana kadar 5,3 yıl hızlandırdı. Yani 6 yıl sonra kullanmaya başlamamız gereken teknolojileri, şimdiden kullanır hale geldik.
Bu ileri sıçrama bazı sektörlerde çok hissedilir hale geldi. Özellikle bankacılıkta, finansal teknolojilerde, uzaktan çalışma teknolojilerinde, perakendede, hane eğlence teknolojilerinde ve dijital içerikte devasa bir hızlanma ile karşı karşıyayız.
Bu teknolojilerde hızlanma, veri devrimini de hızlandırdı.
Halihazırda pandemi öncesi dünyada 3,2 milyar insan dijital gözlem altındaydı. Sosyal medyalarda bıraktıkları izleri veriye döndürülüyordu. Dijital gözlem altında olan bir insanların, gününün %40’ı veriye döndürülüyor. Yani kapitalizmin hizmetine hayatımızın %40’ı hakkında veri veriyorduk. Yeni hızlanma ile, 20 yıl içinde bu oranın %60’a çıkacağı öngörülüyor.
Akıllı telefonunuzdan, dizüstü bilgisayarınıza, ev içi ses sisteminize, ev ve araba kameralarınıza, cep telefonu kayıtlarınıza bağlanmış ve bu verileri entegre edip, sizi analiz eden bir sistemden bahsediyoruz.
Dijital gözlem altında olabilmek için elinden geleni yapıyor insanlık. Mesela ev hanımlarımızın bu aralar en çok peşinde koştuğu teknoloji, robot süpürgeler. Oysa yarın bu süpürgeler bambaşka bir verinin kaynağı olacak. Toz analizi yapacak, hanenin m2 analizleri çıkartılacak. Mekân analizi yapılacak. Yani veri, veri, veri.
Veri tarafı korkunç olsa da bugünkü makalemizde olayın farklı bir tarafına bakmak istiyoruz.
Bu dijital dönüşüm, iklime bıraktığımız ayak izimizi daha da fazlalaştıracak ama bunu hiçbirimiz konuşmuyoruz. Sürekli dijital dönüşümü süslü kavramalar övmeye devam ediyoruz sadece.
Peki ülkemizi ve bizi neler bekliyor? İklim, çevresel dönüşüm, dijital dönüşümden nasıl etkilenecek?
Türkiye’de iç göç devam ediyor. Gelecek 10 yılda ülkemiz 90 milyon olacak, nüfusun %70’i 15 büyük şehre sıkışacak. Ülkemiz 15 mega şehirden oluşacak. Daha çok kentli, daha çok dijital, daha çok veri demek.
Mega şehir emisyon demek. Şehirlerimiz emisyon üretim merkezlerine dönüşecek ve yönetemezsek büyük bir ekonomik zorluk haline gelecekler. Bugün dünya çapında mega şehir atıklarını yönetmek 300 milyar dolara mal oluyor. 2030 yılında 425 milyar dolardan fazla olacak. Bu bizim gibi düşük-orta gelirli ülkeler için çok yüksek bir maliyet. Altından kalkamayacağımız bir maliyet. Dolayısıyla şimdiden önlem almaz isek, oluverdikten sonra yönetemeyeceğiz.
Mega şehirlerde su başka bir dert. Su kullanımımız nüfus artış hızımızın iki üç katı artacak.
Türkiye'nin sürdürülebilir su kaynakları böyle bir artış için yeterli değil. 2030’da su ihtiyaçlarımız %30-40 arası artması bekleniyor.
Mega şehirlerle birlikte, önümüzdeki 20 yılda enerji talebi %40 oranında çarpıcı bir şekilde artacak. Enerjiye doğal sürdürülebilir bir şekilde ulaşmak çok kritik hale gelecek.
Tüm dünya benzer sorunlarla boğuşuyor. Sürekli artan ihtiyaçları karşılamak için doğal kaynaklara, ekosisteme ciddi zararlar veriyoruz. Dijital dönüşüm maalesef problemi daha da büyüteceğe benziyor.
Ancak düşmanımız gibi görünen dönüşüm, eğer doğru yönetilirse bu mücadelede dostumuz da olabilir.
Dijital dönüşüm ve elde ettiğimiz büyük veri sayesinde kaynaklarımızı daha etkin kullanmayı öğrenebiliriz. Her şeyi takip edebilme ve bu sayede önlem alabilme gücüne sahibiz.
Öğrendiklerimizle, sürdürülebilirlik, geri dönüşüm, sıfır atık gibi konulara odaklanabiliriz. Bu konuların hiçbiri artık bir trend değildir, hayatımızın parçasıdır, bir yaşam biçimi olmak zorundadır.
Dijital dönüşüm ile sürdürebilirliği birbiri ile konuşturmaz isek, sonumuz kötü olacak. Köprüden önceki son çıkıştayız, süslü kavramları bırakıp, izimizi azaltmaya odaklanmamız şart.