Swissair Havayolları ile uçtuğumuz bir Amerika ziyareti dönüşünde aktarmamızı Zürih üzerinden gerçekleştirmemiz gerekiyordu.
Aktarma için Zürih’e inen sabah uçağını tercih edip İstanbul’a hareket eden akşam uçağını seçmiştik. Böylelikle 7-8 saatlik bir zaman dilimi içinde yeni bir şehre merhaba deyip tanışma fırsatımız olacaktı.
Birkaç kez transit geçtiğim Zürih Havaalanına saat 11 gibi indik. Zamana karşı yarıştığımızdan çok acele hareket ediyorduk. Polis kontrolünden gerçekten çok çabuk çıktık. Hemen bizi şehir merkezine götürecek metro/tren bileti alıp trene yerleştik. 15-20 dakika sonra gara, yani Houpthbahnhof’a gelmiştik.
Daha önceden edindiğim bir Zürih haritasını incelemiştim. Çok küçük bir şehir ve anladığım kadarıyla gezilecek turistik yeri pek yok. Ancak bu kadar kısa zamanda yapılacak en iyi şey, en sistemli ve zaman kaybetmeden, bir şehir turu almak olacaktı. Biz de öyle yaptık. Gar içindeki turist danışma bürosuna gidip şehir turu almak istediğimizi söyledik. İnanılmaz bir sabırla bizlere turun saat kaçta kalkacağını, nereden bineceğimizi, tur güzergahını anlattı. Anlattığı yetmiyormuş gibi sabırla bizim anlayıp anlamadığımızı teyit etmek için “Söylediklerimi tekrar edin” diye bize sordu. Yaklaşım çok enteresan gelmişti. Nasıl vazifelerine sadık ve prensip sahibi insanlar! Çok hoşumuza gitti.
Tur otobüsümüzün kalkmasına daha zaman vardı. Garın içindeki deniz mahsulleri fast food restoranından bir şeyler aldık. Fast food dediğime bakmayın. İnanılmaz güzel bir dükkân. Karidesten ıstakoza, mezgit tavadan ton balıklı sandviçe, kalamardan suşiye kadar her şey vardı. Somon fümeli bir sandviç aldım. Herkes ayrı şeyler alıp tattı. Çok güzeldi. Tadı damağımızda kaldı.
Tur için otobüsün kalktığı alana yürüdük. Tam saatinde hareket etti. Herkes kulaklıklarını takıp istediği lisanda rehberin anlattığı Zürih’i tanımaya çalıştı. Bir taraftan saat farkı, bir taraftan Amerika turunda geçen 12 günün yorgunluğu, diğer taraftan öğle yemeği üzerine üzerimize vuran güneş, hepimizi mayıştırdı. Gözlerimiz kapana kapana kah uyuklayarak kah etrafı seyrederek, kah kamera ile kayıt yapıp fotoğraf çekerek yola devam ettik.
Otobüs iki yerde durdu. Fotoğraf çekmemiz için onar dakikalık molalar verildi. İlk yer Mont Blanc Dağlarının karlı tepeleri ile Zürih Gölü ve yeşilliğin bir arada bulunduğu bir bölgeydi; birkaç kare çekip otobüse döndük.
Yol boyunca biraz Zürih tarihinden, coğrafyasından, kültüründen ve etrafta gördüğümüz yapılarından bahsetti. İkinci mola yerimiz tipik bir İsviçre bölgesi idi. Üçgen damlı yapıların, Arnavut kaldırımlı sokakların bulunduğu bir yerdi. Burada da birkaç kare fotoğraf çekip yola devam ettik. Yolda kulaklığımıza bilgiler veren rehberin aktardıklarını paylaşıp Zürih hakkında biraz bilgiler vereyim.
Zürih İsviçre'nin en büyük kenti. 2017 yılında şehir merkezinde nüfus 409.241, çevre ilçeleriyle birlikte toplam nüfusu 1,83 milyon kişi. Şehir Zürih Kantonunun başkenti ve aynı zamanda İsviçre'nin ekonomik ve kültürel başkentidir. FIFA’nın merkezi Zürih’te bulunur. Zürih adının kökeni Kelt kelimesi Turus'tan gelir.
Tramvay tipli şehir turu otobüsümüzle şehrin turistik bölge ve binaları Lindenhof, Fraumünster Kilisesi, Grossmünster Manastırı, Kunsthaus Sanat Evi, Oper Binası gibi yerleri panoramik tur yaparak izleyip bilgiler aldık. Yaklaşık iki saat süren turumuzun sonuna gelindiğinde bizi aldıkları yere tekrar bıraktılar.
İsviçre’de alışveriş
Bu kez hedef, haritadan daha önceden tespit ettiğimiz Bahnhofstrasse idi. Burası trafiğe kapalı bir alışveriş bölgesi. Tüm marka mağazaların yanı sıra İsviçre markalarının sıralandığı bir cadde. Vitrinlerden, insanlardan, sokaklardan İsviçre’de olduğumuzu hissettik. İnsanlar çok şıktı. Merakımızdan birkaç mağazaya şöylesine girdik; biraz fikir edinip, bilgi almak için. Çok pahalı bir şehirdi. Sadece koleksiyonum için magnet alabileceğimizi, ayrıca bulabilirsek de Diana için çok sevdiği pralinli çikolatadan başka hiçbir şey alamayacağımızı düşündük.
Daha fazla yer görebilmek için bu kez ara sokaklara daldık. İnsanlar çok hoştu, güzel görünüyorlardı. Medeniyetin göbeğinde olduğumuzu hissettirecek kadar iyiydi. Hemen karşımıza çıkan bir kitapçıya girdik. Diana kendine Fransızca kitaplar baktı. Yurt dışında, Türkiye’de olduğu gibi kitapçı gezmek hoşumuza gider. Bir ara ben Diana’yı kitapçıda bırakıp nehrin sahiline kadar yürüyüp etrafı seyrettim. Dönüp Diana’yı alıp Zürih keşfimize devam ettik.
Buraya gelmeden birkaç yapmayı planladığımız şey vardı. Örneğin İsviçre’nin meşhur lezzeti peynir fondü yemek gibi. Ancak ne iştahımız ve ne de uzun uzadıya oturacak zamanımız vardı. Etrafı gezmeyi tercih ettik. Ama daha önce de söylediğim gibi çok ufak bir şehirdi. Ve görülecek birkaç meydan ile birkaç eski kilise ve yapısı vardı. Bunları kısmen tur esnasında, kısmen de Diana ile birlikte yürüyerek görme fırsatı bulduk. Burada da birçok Avrupa şehrinde olduğu gibi ulaşım tramvaylarla yapılıyordu. İsviçre’nin bu bölgesinde Almanca konuşuluyordu. Bilindiği gibi İsviçre’de kantonlarda bölgelere göre konuşulan lisanlar ayrılıyordu. İtalya’ya yakın olan bölgelerde İtalyanca, bazı bölgelerde Fransızca burada olduğu gibi bazı yörelerde de Almanca konuşuluyor.
Artık yorulmuştuk. Randevulaştığımız saate yaklaşıyorduk. Yavaş yavaş tren garına doğru yollandık. Burası çok büyük iki katlı bir gar. Birinci katında yiyecek yerleri, kafeterya ve ofisler yer alıyor. Alt katında alışveriş için mağazalar, marketler ve çok ilgimizi çeken umumi tuvaletler vardı. Tuvaletlere giriş parayla. Bizdeki tabirle küçük 1 Frank, büyük 2 Frank ve iki bölümden oluşuyor. Ayrıca 2 Franklık bölümde duş yapmak için bölümler vardı. Etraf pırıl pırıl, mis gibiydi. Medeniliğin en büyük ölçüsü olabilecek yerlerden biri olan tuvaletleri 10 üzerinden 10 almıştı bizden. Daha sonra marketleri dolaşınca Diana’nın çok sevdiği Pralinli çikolatadan bulup aldık. Ayrıca sebze ve meyve reyonlarını dolaşıp değişik şeyler görür müyüz diye dolandık. Migros ile karşılaştık. Trenin hareket saatine kadar kafeteryalardan birine oturduk. Gelen arkadaşlarla oturup birer içecek alıp tren saatini bekledik. 6-7 saatte bir şehir ancak bu kadar görülebilirdi.
Bu kadardan dahi ben şahsıma çok memnun ve mutlu oldum. Yeni bir ülke, yeni bir şehir, yeni insanlar ve yeni bir kültürle tanışmanın keyfi ile bizi İstanbul’a götürecek uçağa binmek için trenle havaalanının yolunu tuttuk. Trenler çok modern, çift katlıydı. Sessizce yol alıyordu ve çok süratliydi. Havaalanı istasyonunda indik. Doğru okları takip edip havaalanına girdik.
Zürih Havaalanı Avrupa’nın en büyüklerinden biri, özellikle transit yolcusu çok olan bir havaalanı. Dolayısı ile muhtelif Duty Free Shopları, muhtelif bekleme salonları ve çıkış kapıları var. İsviçre’nin meşhur çok işlevli çakıları, Swatch saatleri, peynir ve çikolatalarının satıldığı mağazalar burada mevcut. İsviçre’nin zenginliğine, adına, şanına yakışır bir havaalanı anlayacağınız.
Kısacık tanışma sonrası biz kendisini sevmiştik. Daha uzun görüşme ümidi ile Zürih’ten ayrıldık.
Bir Tutkudur Seyahat…