´´Ateşi armağan ettim onlara´´ ´´Evet, bütün sanatları da öğrenecekler ondan´´. –Prometheus-/ I.Epeisodion
Ömer Özbey
İnsanlığın varoluşundan beri bilgi ve bilginin mahiyeti, ilk çağlardan ‘modern zamanlar’a değin temel bir problem olarak önemini korumuştur. Bilginin bu denli önemli olması, onda, ‘hakikatin’ ilkesel olarak içkin olması; sürekli arzulanan, ele geçirilmesi gereken bir zaruret; kimi zaman bir tahakküm vasıtasına dönüşüp ‘güç’ olmasından (Bacon’ın doğanın sömürülüp tahakküm altına alınması gerektiğine ilişkin militan söylemi) kaynaklanmaktadır. Bu, aynı zamanda bütün insansal meziyetlerin ve masiyetlerin bilgide kodlanmış olmasıyla ilintili bir hakikati ifade eder. Bilgide mündemiç olan bu hakikatin ifşası gerek Batı gerekse de Doğu literatüründe diyalektik bir mahiyet taşıyor. Bu mahiyet içermesi temel anlamda salt bilginin kendisinden ziyade ‘bilginin kaynağı’nın ne olduğuna dair problemde temellük ediyor. Dolayısıyla da bilginin doğası, türü ve sınırına ilişkin yapılabilecek her türlü söylemin kendisini meşruiyet zeminine oturtması, ‘bilginin kaynağı’yla olan birebir ilişkiyi zorunlu kılmaktadır. Yani bilgi a priorik mi (önceden verili, deneyime dayalı olmayan), yoksa a posteriorik mi? (gözlemlenenebilen, deneyime dayanan) gibi klasik epistemolojinin sorduğu iki soru etrafında bilginin doğruluğu ve kaynağı tespit edilmiş olur. Bu da elbette Platon’dan Hegel’e kadar süregelen bir geleneği temsil etmektedir. Bu bakımdan bizi, bilginin kaynağına götürecek yegane sahih yol, bilginin tarihsel bir perspektifte ele alınmasıyla mümkündür.
Bu tarihsellik olgusu, bizi, hem Batı kanonundaki bilginin ne olduğuna ilişkin soruyu Prometheus’çu bir bakış açısıyla bakmaya hem de müteveffa Goethe'nin amentüsü Faust metaforu ile metafizik alana tevarüs eden bilginin Batı’daki müteal, ontolojik, akıl /vahiy perspektifiyle geçirdiği evrimi görmemize ışık tutması bakımından önem arz etmektedir. Bu bakımından Janus’un iki yüzü gibi Prometheus ve Faust paradigmasından doğan zorunlu ilişkiyle bilgi; tarihsel, antropolojik, toplumsal ve psikolojik koşullanmalarla iki farklı gerçekliği temsil etmektedir. Bu temsiliyet kuşkusuz insanoğlunun ilk yaratılmasının; onun, felsefi, antropolojik bir varlık olarak tarihsel konumuna da göndermede bulunması açısından bir hakikat taşır. Çünkü mitolojiden felsefeye ve sanata değin epistemolojik ve ontolojik bir varlık olarak insanoğulunun konumu temel problem olagelmiştir. Dolayısıyla da bu problem üzerindeki sisleri kaldıracak yegane yöntem, bilgi ve onun mahiyetine ilişkin tarihsel perspektiftir.
Batı odaklı bir bilgiyi açımladığımızda karşımıza tarihi bir mit olarak Prometheus çıkar. Prometheus miti, Eski Çağlar’dan Roma’ya; müteakiben Hristiyanlığa, oradan da Aydınlanma ve günümüze kadar ‘Batı’nın bilgi’sini anlayıp kavramada prototip bir figür olması bakımından önemlidir. Bu, Batı toplumunun bugünkü toplumsal yapısını anlamamız için de elzemdir. Çünkü tarihsel bir düzlemde ele alınmayan hiçbir olgu ve olay bugünü ve yarını anlamada yeterli olmaz. Bilhassa özelde Avrupa ama genelde Batı olarak tarif edilen toplumların bugünkü siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel dinamiklerini anlamak tam da bilgiye yönelik bir okumayı mümkün kılmaktadır. Hakeza Prometheus miti, Batı okumalı bilginin mitostan logosa olan dönüşümünü muktedir kılar. Peki eski Grek literatüründen aşina olduğumuz Prometheus’u bilgi bakımından bu kadar önemli kılan şey nedir? Bunun için MÖ 525-456 yıllarında yaşamış Antik Yunan tragedya yazarı Aiskhylols’un alamet-i farikası sayılan ‘Zincir’e Vurulmuş Promethes’a göz atmak, tüm Batı uygarlığının bilgiye ilişkin ilk kaynağını, görünümünü ve dönüşümünü anlamamıza olanak sağlayacaktır. Bu bakımdan Derya Bayladı’nın ‘Sorularla Mitoloji’ isimli geniş spektrumlu kitabından ‘İnsanın Yaratılışı’ pasajından hikayeyi kısaca dinleyelim;
“Latin Ozan Ovidius, Titan İapetos’un oğlu Proemethes’un toprağı yağmur suyuyla karıştırarak insanı Tanrı suretinde yarattığını söyler. Öteki hayvanların gözleri yere bakarken Prometheus insana,yıldızları temaşa edebilsin diye, göğe dönük bir yüz vermiş. Günün birinde Zeus’a bir şölen verir Prometheus. Bu amaçla bir öküz keser. Bir yana hayvanın kemiklerini, öbür yana da yağlı etlerini ve iç organlarını koyar. Kemikler görünmesin diye yağlı parçarlın altına gizler bunları. Etlerin üzerini ise kuru deriyle örter. Prometheus Zeus’a istediği parçayı seçmesini söyler. Zeus yağların görünümüne aldanarak altı kemik dolu parçayı seçer. Ama oyuna geldiğini öğrenince fena halde öfkelenir ve insanlara ateşi yasaklayarak yenilgisinin acısını onlardan çıkarır. Ama Prometheus bu kez de Zeus’tan ateşi çalarak bir narteks içinde insanlara getirir. Bunun üzerine Zeus, Prometheus’u Kafkas Dağları üzerinde zincire vurdurur. Ceza bu kadarla da kalmaz. Her gün bir kartal gelip Prometheus’un karaciğerini yiyecektir. Karaciğer her gece yeniden büyür, kartal da ertesi gün gelip yeniden yer büyüyen karaciğeri. Eğer yiğit Herakles, yolu Kafkas Dağlarına düştüğünde o kartalı öldürmeseydi, Prometheus’un bu acısı sonsuza kadar sürecekti.”
Kabataslak hikaye böyle. Şimdi analiz bağlamında Azra Erhat’ın 1967 yılında hikayenin önsözüne ilişkin yazısının kısaca aktaralım:
“Prometheus, titanlar soyundandır: Hesiodos’a göre İapetosla Okeanos kızı Klymene’nin oğludur. Adı ’önceden gören’ anlamına gelen Prometheus kâhindir ve Gaia, Kronos’a devrileceğini nasıl haber verdiyse, Prometheus da Zeus’u sürekli bir kuşkunun baskısı altında tutar. Prometheus başlangıçtan beri insanlardan yanadır, onlara dayanarak titanların öcünü almak ve Olmyposlular’ın egemenliği yerine insanların egemenlğini getirmek emelindendir. Yeni bir devrin hazırlayıcısıdır. Kurduğu düzen tanrılar için küçük düşürücüdür. Zeus aldatılmış, insanların gözünde küçük düşürülmüş, gülünç bir Tanrıdır. Egemenliği gerçek bir güce dayanmaz, çünkü akıl gücü tanrılardan insanlara geçmiştir. İnsan kendi gücünün bilincine varmış, tanrıya karşı ayaklanmıştır.Tanrı insanın elinde bir oyuncaktır, asıl tanrı, yani asıl yaratıcı insanın kendisidir.
Prometheus ateşi insanlardan çalmış ve insanlara vermiş tanrıların kurmuş olduğu düzene karşı geldiği için de zincire vurulmuş yaman bir ceza çekmektedir. Mıhlanmış olduğu kayadan bize seslenip, eylemini, eyleminin uyandırdığı tepkiyi, kendini ve karşısındakileri eleştirip değerlendirmektedir.”
Yukarıda Prometheus hikayesine değinildiği üzere Batı paradigmalı bilgi söyleminin asıl çelişkisi; bilginin ‘çalıntı ve diğer canlılar üzerinde hegemonik’ bir güç olarak tahakküm aracına dönüşmesinde yatar. Ve aynı zamanda bilgi tanrısal bir güçtür ki Prometheus mitinde bilgi bir güç ve hırs gösterisine dönüşmüştür. Bu güç ilişkisi özellikle 16 ve 17. yüzyıldaki bilimsel devrimlerle, insan/doğa ilişkisini tersine çevirmiş, insanın doğa üzerindeki egemenliğini pekiştirerek onu tahakküm ve kontrol altına almasına neden olmuştur. Keza doğadan olan bu ontolojik kopuş aynı zamanda insanlığın felaketinin habercisiydi. Prometheus’a dönersek; evet, belki Prometheus Olympos’ta çelişkili olarak gördüğü düzeni yıkıp insanlığın iyiliği için eylemde bulunmuş olabilir fakat aynı zamanda aldığı cezayla “insanın eylemlerinden ne kadar sorumlu olduğu? gibi temel ahlaki bir problemi de bilgiye eklemlemiş oldu. Keza sonraki yazıda değineceğimiz, Alman idealizminin şahikası Faust orijinli bakış açısında bilginin metafiziksel dönüşümü ve insan denen meçhulun yazgısına olan etkisine değineceğiz.