•“Ben Aşkenaz Yahudi olarak buraya geldim, hemen bana dediler, bizim Aşkenaz haham da olabilir misin, olur dedim. Tabii hafta sonları da Sefarad sinagogları da geziyorum, orada da dua ediyorum. Duanın yüzde 95´i aynı, fark yok ama ses tonu veya dua şekli değiştiren bir şey oluyor. Bu farklar her zaman olacak, güzel de. Çünkü bu bir zenginlik veriyor, farklılık yaratıyor. Her cemaatin özel gelenekleri var, özel yemekleri var. İnsanları zamanla cemaat yapan budur, bir topluluk yapan budur.” •Mendy Chitrik (Röportaj: Özlem Devrim Bahar) www.serbestiyet.com
Bu Haftanın “Takılanlar”ı
Ağustos ayında gerçekleştirdiği ABD ziyareti ve ABD Başkanı Joe Biden’la görüşmesi, Bennett’ın 100 günlük başbakanlığı ve bundan sonra neler olacağı konusunda en net görüntüyü veren gelişme oldu. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve Kabil’in Taliban kontrolüne geçmesi sebebiyle daha ileri bir tarihe alınan ziyaret, önceki dönemde Donald Trump ve Netanyahu arasındaki “senli benli” havanın aksine daha resmi bir havada gerçekleşti. Ziyaretin ABD bakımından önemine bakacak olursak, Biden’ın Netanyahu ile olan dostluğunun bilinmesine rağmen, Bennett öncülüğündeki bir hükümeti önemsediğine dair tavrı gözlerden kaçmadı. Nitekim Biden, Obama döneminde Netanyahu’nun Cumhuriyetçilere yanaşarak adeta ABD iç siyasetinde bir aktör olarak müdahil oluşunun ilişkilere ne denli zarar verdiğini gördü ve bunun yinelenmemesi için özellikle İran’la nükleer müzakereler ve Çin’in İsrail’deki yatırımları konusunda, daha çalışılabilir bir Bennett-Lapid hükümetini tercih ediyor. Dolayısıyla, bu iyimser havayı bozmamak adına iki lider arasında Filistin meselesine dair sadece söylem bazında bir-iki cümlelik kısa bir açıklama haricinde ciddi bir konuşmanın geçmemesi de not edilmesi gereken bir gelişmeydi.
Ziyaretin İsrail tarafından önemine gelecek olursak, Bennett’ın da Biden’la birlikte hem küresel boyutta hem de bölgede yaşanan değişimi benimsemek istediği söylenebilir. Fakat aynı zamanda bu yeni dönemde Bennett’ın bölgede İsrail’in ABD’den bağımsız neler yapabileceğini ve ne kadar tek taraflı hareket edebileceğini görmek istediğine tanık olabiliriz. İsrailli diplomatik kaynaklar, Afganistan’dan çekilmesinden sonra bölgedeki aktörlerin ABD’ye olan güvenlerinin sarsıldığının altını çiziyorlar. Nitekim Bennett’ın Biden’a yönelik “İsrail olarak, Amerika’dan kendimizi savunması için asker göndermesini asla istemedik ve istemeyeceğiz. Bu bizim işimiz ve kendi güvenliğimizi asla dış kaynaklara bağlı hale getirmeyeceğiz,” sözleri, bu yeni dönemin habercisi. Bu operasyonel bağımsızlık fikri aslında Netanyahu döneminde ortaya çıkan bir duruma da dayanıyor. New York Times gazetesinde yakın zaman önce çıkan bir analizde İsrail’in yıllar içerisinde ABD’ye nazaran İran’a karşı istihbaratta üstünlük kurduğu ve Netanyahu’nun da bu üstünlüğü, Trump’ı 2018 yılında nükleer anlaşmadan çekilmesine ikna edecek şekilde kullandığı ifade edildi. Bu üstünlüğe dayanarak İsrail, bir dizi operasyonları ABD’den bağımsız olarak yürütebilir.
ABD’ye olan bağımlılığın azaltılması ve İsrail’in kendi güvenliğini kendi sağlaması gerektiği fikrinin bir diğer boyutu da aslında Bennett’ın yapmış olduğu Mısır ve Ürdün ziyaretlerinde görülebilir. Bölgede halihazırda yaşanan değişimle birlikte İsrail, ortaya çıkan bölgesel denklemde yalnız kalmak istemediğini belli ediyor. Bu değişim kapsamında örneğin Mısır ve BAE Türkiye’yle bir diplomasi trafiği yürütürken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrailli mevkidaşı Isaac Herzog’u tebrik ettiği bir telefon görüşmesi gerçekleştirildi. Son olarak Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed Al Sani, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve BAE Ulusal Güvenlik Müsteşarı Şeyh Tahnun bin Zayid Al Nahyan’ın Kızıldeniz’de bir araya gelmesi de bölgede yeni bir realitenin ortaya çıktığının göstergesi oldu. Bu realite de Netanyahu döneminde başta İran olmak üzere Türkiye ve Katar’ı dışlamaya yönelik Körfez ülkeleriyle kurulan ittifakın gittikçe bir illüzyona dönüştüğünü gösterdi. Kısacası, İran’la mücadele ve Türkiye-Katar nüfuzunu kırmayı amaçlayan dar çerçeveli bir ittifak yerini iş birliğine açık ve karşılıklı iyi niyetin ön plana çıktığı dengeli bir bölge denklemine bıraktı. İsrail’in 100 günlük yeni hükümeti, önümüzdeki dönemde bu denklemden dışlanmayacak şekilde yerini sağlamlaştırmayı hedefleyen hamleler yapabilir.
Sonuç olarak Bennett, tecrübesizliklerine ve hassas koalisyon dengesine rağmen şimdilik başarılı bir iş çıkarmış görünüyor. Ancak Netanyahu’yu devirmesine ve ondan daha farklı bir siyasi profilde hareket etmesine rağmen Bennett, Filistin meselesinde selefinden çok da farklı olmayan bir tavır sergiliyor ve işgal politikasını devam ettiriyor. Bu noktada, koalisyonun Netanyahu tehdidine karşı hayatta kalmak için yaptığı cambazlığı ne kadar sürdürebileceği önümüzdeki dönemde daha net ortaya çıkacaktır.
Fatih Şemsettin Işık - Mustafa Fatih Yavuz
https://www.aa.com.tr/tr/analiz/israil-de-bennett-in-100-gunu-idareci-basbakan/2371761
“Bir seneliğine geldim Yahudi cemaatine yardım etmeye… Bir sene için geldik, 20 sene sonra hâlâ burdayız (gülüyor). Aşkenaz cemaatinin hahamıyım. Bu benim gönül görevim. Aslen resmi işim gıda denetlemek. Türkiye Yahudi Cemaati çok eski bir cemaat. 2700 senedir bu topraklarda yaşıyor. 2700 sene bayağı uzun bir zaman. Bu ilginç geliyor belki ama en eski ve hâlâ devam eden din Türkiye’de Yahudiliktir. 2700 senedir Hristiyanlık olmadan, İslam başlamadan Yahudilik burda vardı, Türkiye’de. Zaman içerisinde cemaatler ayrı ayrı yaşayınca doğal olarak ayrı gelenek oluşturuyor. Örneğin eski çağ Yahudileri Yunanca konuşuyordu İbranicenin yanında veya Aramice konuşuyorlardı. Bulundukları coğrafyanın dilini konuşuyorlardı. Bu zamanla küçük küçük cemaatler içerisinde ayrı ayrı gelenekler de oluşturdu. Dili, İbranice telaffuzu da değişiyor zamanla. Her insan kendi çevresinden bir şey alıyor. Dünyada Yahudilikte genel olarak iki ayrı gelenek akımı başladı, bin sene önce. Ayrı mezhep değil, ayrı gelenek. Biri Aşkenaz, Avrupa Yahudileri; diğeri Sefarad, İspanya’dan gelen Yahudiler. Bunu şöyle anlatabiliriz, Hristiyan ülkelerde yaşayan Yahudiler ve İslam ülkelerinde yaşayan Yahudiler. Yani Avrupa dilinden etkilenen İbranice ve Arapça dilinden etkilenen İbranice. Aşkenaz Almanya’dır, Sefarad İspanya’dır İbranicede. 1492’den sonra Türkiye Yahudilerinin çoğu Sefarad’dan gelen yani İspanya’dan gelenlerdir, Engizisyon’dan sonra Osmanlı Devleti onları buraya kabul etti. Burası çok güzel, büyük, geniş, derin bir kültür oldu. Hem Yunanlı Yahudiler vardı yani biz buna Rum Yahudiler diyoruz, hem de Aşkenaz Yahudileri vardı küçük bir topluluk, Avrupa’dan buraya geldiler. Bizans döneminde Avrupadan buraya gelmek kolaydı. Sonra üzerine Sefarad, İspanya’dan göç ettirilen Yahudiler geldi. Yavaş yavaş Yunan Yahudiler ile Sefarad Yahudileri beraber aynı cemaat oldu. Aşkenaz Yahudi geleneği her zaman devam ediyordu, küçük ama vardı. Ben Aşkenaz Yahudi olarak buraya geldim, hemen bana dediler, bizim Aşkenaz haham da olabilir misin, olur dedim. Tabii hafta sonları da Sefarad sinagogları da geziyorum, orada da dua ediyorum. Duanın yüzde 95’i aynı, fark yok ama ses tonu veya dua şekli değiştiren bir şey oluyor. Bu farklar her zaman olacak, güzel de. Çünkü bu bir zenginlik veriyor, farklılık yaratıyor. Her cemaatin özel gelenekleri var, özel yemekleri var. İnsanları zamanla cemaat yapan budur, bir topluluk yapan budur.”
(...) “Bir gün Amerika’dayken bir hahamlar toplantısı vardı. Toplantıda Birleşik Arap Emirlikleri’nden bir haham vardı, Faslı bir haham vardı, Kazakistan’dan, Azerbaycan’dan, Nijerya’dan hahamlar ve ben. Tesadüfen bir masada oturuyorduk. Sizin yerli imamlar ile aranız nasıl, Ramazan gelince ne yapıyorsunuz, diye konuşuyorduk kendi aramızda. Sonra dedik ki, bizim aramızda çok ortak noktalar var, birbirimize yardım edebiliriz, neden sadece genel toplantılarda bir araya gelelim, özel bir şey yapalım dedik. Ve bu şekilde başladık. 14 ayrı ülkeden 47 haham var. İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkeleri referans aldık. O ülkelerin hahamları var bizim birlikte. Amaç, önce birbirimize yardım etmek, moral vermek, dini objeleri o ülkelere göndermek, destek olmak. İkincisi Yahudi yaşamının normalleşmeye ihtiyacı var, yurt dışında. Bana soruyorlar Türkiye’de Yahudiler yaşar mı, evet yaşar, normaldir bir Yahudi için Türkiye’de yaşamak. Şaşıracak bir şey yok. Yahudiler ve Müslümanlar arası diyaloğu politika rehin aldı. Biz insanlar arası veya dinler arası bir problem yok. Bunu da göstermek istiyoruz. Hem yurt dışında hem de yurt içi. Sonuçta Türkiye’de kaç Yahudi yaşıyor, 15 bin kişi. 90 milyona yakın bir devlette, 15 bin Yahudi yaşıyor. Çok küçük bir nüfus. Türkiye’de bu seyahatler sırasında dolaşırken farkettim ki birçok kişi hayatında Yahudi görmemiş. Bütün bilgilerin hepsi politikaya bağlı. Bunu bir şekilde hem Türkiye, hem Arap ülkeleri, her yerde, göstermek istiyoruz ki bu bir insan seçimi. Bir din var, burada yaşıyoruz. Nesillerdir yaşıyoruz. Burada yaşayan bir nüfus var. Kendi dinini yerine getiriyor. Normaldir, farklılıklar olabilir. Gerek yok politika, diplomasi… Farklar ayrı, insan ilişkileri ayrı.”
Mendy Chitrik (Röportaj: Özlem Devrim Bahar)
https://serbestiyet.com/haberler/ozel-haber-bir-hahamin-26-gunluk-turkiye-yolculugu-70837/
Dreyfus olayı Fransa Yahudilerinin üzerine kara bir bulut olarak çöker. Olayın boyutu süreç içinde, askeri bir casusluk olayından kitlesel bir nefrete dönüşür. Sapla saman iyice karışır. Bir ırkçılık örneği sokaklara yansımaya başlar.
Tam da bu dönemin ertesinde yayınlanır Protokoller. Rivayet bu ya, bir hahambaşı önderliğinde, İsrail’in on iki kavminin temsilcileri toplanmışlar dünyayı nasıl ele geçirip nasıl yöneteceklerini tartışmaktadırlar. Akıllara ziyan görüntüyü ateşleyen, Yahudi’nin bir yandan banker, öte yanda emekçi olmasıdır, örneğin. Öyle ya, Rothschield ile Marx karmasını açıklamak nasıl olurdu yoksa? Veya devrimci Trotçki ile sermayedar Yahudi’yi? Veya Rosa Luxemburg ile burjuva Yahudi’yi? Mendelsohn, Mahler ile emperyal Rusya’daki shtetllardan kovulan sütçü Tevye’leri…
Servis edildiği tarih 1903, ülke Çarlık Rusya’sıdır. Pogromların Yahudi hayatının değişmez parçası olduğu, sefaletin ülkenin üzerine kabus gibi çöktüğü, Romanov hanedanının çoktan çatırdamakta olduğu bir dönem. Huzursuzluk artık St. Petersburg sarayının kapılarına dayanmıştır. Sosyal, ekonomik sorunlar bir yana, Çarın Uzakdoğu’da Japonlarla da ciddi sorunları vardır.
Akranları gibi Yahudi gençleri de çıkışı bazı devrimci oluşumlara katılmakta bulmuş. Bedelini ödeyebilen kimi ülkeyi terk ederken, büyük çoğunluğu Çara karşı diğer yoldaşlarla birliktelik kurmaktan geri kalmamış. Yahudi yaşantısında geleneklerin çatırdadığı, umutsuzluğun, isyanın hüküm sürdüğü bir dönemden söz ediyoruz.
Zaten, 1905 Rus-Japon savaşında büyük bozgunu getirecek, Çarın donanması Pasifik kıyılarında tamamen imha olacaktır. Gelen devrimin ayak sesleri sarayın duvarlarında yankılanmaktadır iyiden iyiye… İsyanın ön saflarında, daha sonraları Lenin ile birlikte hareket edecek birçok Yahudi genci vardır.
Bu atmosferin, Rus gizli servisi Okhana tarafından üretilen Protokolleri yaratmasına şaşmamak gerekir. O ana dek yazılan en sıkı antisemit yayındır, Siyon Önderlerinin Protokolleri. Yahudileri ve onların Avrupa’daki karanlık işbirlikçileri olarak kabul edilen masonları hedef alan bir dizi komplo teorisine kapı açar.
Protokoller, Kraliyet sarayları tarafından kabul edilecektir. En azından ret edilmeyecektir. Karşı devrimciler tarafından heyecanla kullanılacaktır… Hitler zamanında Almanya’da öncelikle okunması gerekenler arasına alınacak, o dönemde, evlenen her çifte “Kavgam” ve “Protokoller” hediye edilecektir. Böylece, Ari ırkın can düşmanın nerede olduğunun iyi anlaşılması sağlanacaktır!
Oysa, Herzl’in 1897’de Basel’de topladığı birinci Siyonist kongreden çok sonraları dahi, Yahudi ulusal karakteri konusundaki ilk farkındalığın temellerini henüz doğru dürüst atılmamıştı bile. Bırakın dünyaya hükmetmeyi, Yahudi toplumları kendilerini dahi yönetmekten acizdiler. Her ne kadar, “gelecek sene Kudüs’te” umudu iki bin senedir dualarda dillendiriliyorduysa da, Judenstaat fikri Yahudi halkı içinde bir karşılık bulmaktan çok uzaktı… Kongrede ve sonrasında oluşan fikir ayrılıkları, değişik coğrafyalardaki cemaatler arasındaki sürtüşmeler, Siyonist fikrin toparlayıcı bir yanının olmadığını ortaya koymuştu geçtiğimiz yüzyıla girerken.
Bu bağlamda Siyon önderleri diye bir kavram ancak hipotetik bir yaklaşımı kapsayacaktır. Önderlerin bir araya gelmeleri, dünyayı yönetmek, diğer halkları kendilerine kul etmek için yola çıktıkları konusu, Yahudiler hakkında yayılmaya çalışılan – en hafifinden – bir söylentinden başka bir şey değildi.
Marsel Russo
https://www.reportare.com/kose-yazilari/marsel-russo/protokollerden-komplo-teorilerine/
Ortadoğu ülkelerinde çok ciddi bir Yahudi düşmanlığı var ama ellerinin altında artık Yahudi kalmadığı için eyleme dökemiyorlar. Oysa Batı’da halen Yahudi gruplar yaşıyor ve bu düşmanlıktan nasiplerini alıyorlar. Son dönemde İsrail’in bazı Orta Doğu ülkeleri ile yakınlaşmasının ardından bazı trajikomik uygulamaların beceriksizce yapılmaya çalışıldığını görüyoruz. Kalan beş tane Yahudiye sinagog açmak gibi. Yüzbinlerce Yahudi nasıl beş kişiye düştü diye sorgulamadan sinagog açmak yıkılması gereken binaya boya yapmak gibi bir şey oluyor.
Plan A filmine getirilen yorumlar Yahudi düşmanlığının aslında ne kadar küresel bir nefret suçu olduğunu gösteriyor. “Kara Kıta” isimli artık bir klasik olan kitabında tarihçi Mark Mazower diğer Avrupalıların da Yahudi düşmanlığı konusunda Almanlardan aşağı kalır yönleri olmadığını ve aslında Holokost’un bir nevi bir “Avrupa projesi” olduğunu ifade ediyor. “Avrupa projesi” ifadesini kullanmasa da sözün özünde bunu söylüyor.
Bunun çok haklı bir argüman olduğunu günümüzden bir örnekle dahi anlamak mümkün. Avrupa’nın demokrasi ve eşitlik şampiyonu Fransa’dan bir olay! 2017 yılında Müslüman bir genç Yahudi olduğu için 65 yaşındaki Sarah Halimi’yi dövdü ve balkondan attı. Fakat gencin olay esnasında uyuşturucu etkisi altında olmasından dolayı mahkemece gencin tedavi görmesine karar verildi. Ölen kadın bir Fransız olsaydı, olay böyle mi sonuçlanırdı? Demek ki Fransız Yahudileri hala Fransız sayılmıyor.
Az evvel sıradan Almanlar derken, İkinci Dünya Savaşı sonrası sıradan Almanlarla yapılan röportajları okuma fırsatınız olursa mutlaka okuyun derim. Çünkü ezici bir çoğunluğu soykırımı da Nazileri de haklı bulduklarını ifade ediyor. Çok kişisel bir not ama Kıta Avrupası felsefesi konusunda doktora yapmış birisi olarak, soykırımın Alman felsefesinin bir sonucu olduğuna inandığımı belirtmem gerekiyor. Dolayısıyla olayı basitçe Nazi rejimine yıkarak, “Böyle bir grup nasıl oldu da Almanların arasından çıktı?” diye sormak saflık oluyor. Nitekim tarih de diğer Avrupa halklarının bunu yapabilecek bir kafa yapısı olmadığını gösteriyor; onlar ancak böyle bir toplumsal hezeyanda takipçi olabilirlerdi, bu da maalesef gerçekleşmiş oldu.
Belki bana “Herkesi yerden yere vurdun kendi ülkenle ilgili tek kelime etmedin” diyebilirsiniz. Türkiye’yle ilgili meseleyi başka yazıya sakladım. Arada geçiştirmeyi doğru bulmuyorum. Tek diyebildiğim, soykırım bir daha gerçekleşmesin diye niyet belirtmekle olmuyor. Avrupa bu kafa yapısını sürdürüp, gelen Müslüman mültecilerin oylarından olmamak adına popülist yaklaşımlarla Yahudi düşmanlığını hasıraltı etmeye devam ettikçe, yeni pogromların yaşanmaması için bir sebep yok. Belki Holokost’un birebir benzeri bir süreç olmayabilir ama son dönemde yaşanan bu hadiseler durumun son derece ciddi olduğunu gösteriyor. Eğer Müslüman göçmenlerin görece yeni Yahudi düşmanlığı ve Avrupalıların ezeli ebedi Yahudi düşmanlığı siyaseten bir işbirliği yaparsa, yeni kıyımlar olabileceğini öngörmek için Nostradamus olmaya gerek yok. Umarım tarih beni haksız çıkartır.
L. Deniz Ertuğ
https://www.politikyol.com/yahudi-dusmanligi-yeniden/
Takılan tweetler
Bugün eski Yahudi mezarlığını ziyaret etme fırsatım oldu.#Ankara , birkaç mezar taşında yazıtlar var #Ladino
https://twitter.com/kenancruz/status/1440734470361870348?s=27
Tam 71 yıl önce bugün...
24 Eylül 1950'de, 49 bin Yemenli Yahudi'nin İsrail'e nakledildiği "Sihirli Halı Operasyonu" tamamlandı. 1949'un haziranında başlayan transfer işleminde İngiliz ve Amerikan uçakları kullanıldı; Yemen-İsrail arasında 380 uçuş gerçekleştirildi.
https://twitter.com/mecra/status/1441355511639646216?s=27
Geçen akşam tartışma programına katılan ve ırkcı, antisemit Zemmour « Vichy Fransi Yahudileri korudu, yabanci Yahudileri verdi » demiş. İşin en acı tarafi da kendisi de Yahudi. Bu sözlerinden dolayı 2022 ocak ayinda mahkemeye çıkacakmış.
https://twitter.com/devpinar/status/1442128252324175874
#İsrail’de yeni ortaya çıkan “Nice Guy”, yani “İyi Adam” isimli yasadışı sentetik uyuşturucu yüzünden 12 genç hastanelik oldu. İsrail Polisi ve Sağlık Bakanlığı ortak açtıkları soruşturma kapsamında, ülke genelindeki hastanelerin ‘Acil’ odalarına bilgilendirme uyarısı yolladı.
https://twitter.com/IsraildenKisa/status/1442074864873967626
Türk Yahuhileri sayfasından çok anlamlı bir alıntı: "Holokost'un Auschwitz veya gettolarda başlamadığını da unutmamalıyız. Holokost ondan çok uzun zaman önce, cehalet içinde üreyen bir nefretin yaygınlaşmasını sessizce izleyenlerin kalplerinde başlamıştı."
https://twitter.com/Sanem_Kayhan/status/1441001670649991171
Ağa Takılanlar Öneriyor
https://kronos34.news/tr/uydurulmus-hikayeler-ve-komik-bir-ozrun-analizi/
https://kronos34.news/tr/erdogan-bidena-yahudi-lobisi-uzerinden-ulasmaya-calisti-basaramadi/
http://www.baskenthaber.org/oteki-yahudi/
http://www.baskenthaber.org/yazi-dizisi-bolum-2-komplo-teorilerinin-vazgecilmez-argumani-yahudiler/
Edirne Belediye Bandosu’na 1955 yılında 17 yaşındaki genç bir sanatçı olarak katılan Mişel Ovadya, yıllar sonra Edirne’ye geldi. Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan, 10 yılı aşkın süre Edirne Belediye Bandosu’nda trompet çalan Mişel Ovadya’ya unutulmaz bir sürpriz yaptı. Edirne Belediye Bandosu’nu karşında gören Mişel Ovadya büyük heyecan yaşadı. Edirne Belediye Bandosu’nda geçmişten geleceğe duygu dolu anlar yaşandı.
https://www.edirne.bel.tr/edirne-belediye-bandosu-nda-gecmisten-gelecege/12688/