Bir tanıdığımızın başına gelen gerçek bir olay, yine bize manevi dünyalardaki bazı sırları öğrenmek için ipucu veriyor. Bu tanıdığımız, eşiyle bir süredir sorunlar yaşadığı için, çift olarak son çare bir evlilik danışmanına gitmişler. Danışman, sorunlarının ne olduğunu sorunca, karısı cevap vermiş ve kocasının artık kendisini sevmediğini söylemiş. Kocası ise, bunun çok saçma bir iddia olduğunu ve kendisi kadar eşine “Seni seviyorum” diyen birinin az bulunduğunu belirtmiş. Tabi danışman önce bu duruma şaşırmış. Karısına, kocasının kendisine bol bol ‘seni seviyorum’ dediğinin doğru olup olmadığını sormuş. Karısı doğru olduğunu ancak bunun kendisi için pek bir şey ifade etmediğini söylemiş. Kocasının sevgisinin sadece lafta kaldığını, sürekli iş seyahatlerine ve iş yemeklerine gittiğini, kendisini sürekli ihmal ettiğini belirtmiş. Kocasının, kendisinin ondan beklentilerini pek önemsemediğini ve sadece sevgi sözcükleriyle geçiştirdiğini vurgulamış.
Sonuçta buradan anlaşılıyor ki adam, eşini sevdiğini sözleriyle yeterince belirttiğini zannederken, aslında bunu davranışlarıyla desteklemediği için geçerli ve yeterli sayılmamış. Şimdi yine bir başka gerçek hikâyeyle bu konuyu harmanlayıp manevi hayatımız için bir projeksiyon yapalım. Bayanlar arası bir ev toplantısında kadınlar, kocalarının onları yeterince sevdiklerini ifade etmediklerinden yakınıyorlarmış. Herkes yakınmalarını dile getirirken, bir bayan sessizce dinliyormuş. Sonunda ona yönelmişler ve “Senin sesin çıkmıyor, kocan sürekli seni sevdiğini ifade ediyor herhalde” demişler. Kadın, “Benim özellikle böyle bir ifadeye ihtiyacım yok, kocamın beni sevdiğini anlayabiliyorum” demiş. “Nasıl anlıyorsun?” diye sorulunca, o da “Kocam hafta sonları bana çiçek getirir, ara sıra gün içinde mesajla hatırımı sorar, sevdiğim meyveleri arayıp bulur, getirir” demiş. Diğer kadınlar önce kahkahalarla gülmüşler; “Bunlardan mı anlıyorsun kocanın seni sevdiğini, bunlar basit ayrıntılar” demişler. Ama kadının kendinden emin bir şekilde “Hoşuma gidecek şeyleri bilmesi ve bunları benim için yapıyor olması, onun beni sevdiğini anlamam için yeterli” deyince kadınlara bir suskunluk ve düşünce gelmiş. Biri “Aslında eşim de sevdiğim çiçek olan mor menekşeyi ne zaman görse alıp getirir” demiş. Bir diğeri, “Eşim de denizi pek sevmemesine rağmen ben sevdiğim için iyi havalarda beni deniz kenarına götürür” demiş. Kadınlar art arda kocalarının kendileri için yaptıkları küçük hoşlukları saymaya başlamış ve sonunda çoğu, aslında kocalarının onları seviyor olduğuna ikna olmuşlar.
Bu iki olayın bize verdiği mesajları manevi yaşamımıza uyarlarsak, Tanrı sevgisi, öyle bir deklarasyonla geçiştirilecek bir olgu değildir. “Ben Tanrı’yı çok seviyorum” demekle ancak etrafımızdaki bazı kişileri kandırabiliriz, Tanrı’yı değil... Tanrı sevgisi aksiyon ister, biraz fedakârlık ister, O’nun bizden beklentilerini anlamaya, öğrenmeye çalışmak ister. Ama Tanrı’ya sevgimizi göstermek için de illa büyük aksiyonlar içine girmemiz, gösterişli şeyler yapmamız gerekmiyor. ‘Sevgi ayrıntılarda gizlidir’ misali her gün Tanrı’nın hoşuna gidebilecek, bizden beklentisini karşılayabilecek bir takım davranışlarda bulunmak yeterlidir bunun için. Tanrı’nın Tora aracılığıyla bize ilettiği mitsvaları öğrenmek ve onları yerine getirmeye çalışmak; tefila, dua etmek ve gemilut hasadim; iyiliksever davranışlarda bulunmak, O’na sevgimizi göstermenin en güzel ve gerçek yoludur.
Tanrı’ya karşı samimiyet üzerine
Devarim’de karşımıza ‘Tanrı’ya karşı samimi ol’ şeklinde bir pasuk çıkar. Bu pasuk, Rambam ile Ramban arasında 613 emre dâhil olup olmadığıyla ilgili görüş ayrılığı olan bir ifadedir. Bu ifadenin anlamı üzerine de çeşitli Rabilerin açıklamaları olmuştur. Bunlardan biri olan Raşi, Tanrı’ya karşı samimi olmanın, O’nun bizim için hazırladıklarını kabul etmemiz, tam bir imanla bunların bizim için en hayırlısı olduğunu düşünmemiz anlamına geldiğini belirtir. Bu çerçevede, geleceği tahmin etmeye, Tanrı’nın bizim için planlarını anlamaya çalışmaya ve kötü gördüklerimizi değiştirmeye çalışmamamız gerektiği vurgulanır. Bu durumun en somut bir örneğini Midraş’ta, Şelomo Ameleh’in başına gelen bir hikâyede bulabiliriz. Şelomo Ameleh, gelmiş geçmiş en bilge insandı. Kuşların lisanını bile bilir, onların üst dünyalardan getirdiği mesajları anlardı. Şelomo’nun bilgeliğini aktardığı öğrencileri de vardı. Bu öğrencilerden biri, ısrarla kuşların dilini ona öğretmesini istemişti. Uzun süre bunun kendisine hayırlı olmayacağını dile getiren Şelomo, sonunda öğrencisinin ısrarı üzerine ona öğretmişti. Bir gün bu öğrenci bahçesinde otururken ağaçtaki iki kuşun konuşmasını duymuştu. Biri diğerine, “Göklerden karar çıkmış, bu adamın bütün hayvanları kısa süre sonra ölecek” demiş. Adam bunu duyunca, hemen koşmuş ve hayvanlarını satmış. Gerçekten de bir süre sonra o hayvanlar ölmüştü. Adam “Ne iyi etmişim de kuşların dilini öğrenmişim” demiş. Bir süre sonra adam kırda gezerken, yine iki kuşun konuşmasını duymuş. Biri diğerine “Bu adamın evi kısa süre sonra yanacak” demiş. Adam bu kez de hemen evini satmış ve gerçekten de evi yanıp kül olmuş. Adam yine bu dili öğrendiği için memnuniyetini dile getirmiş. Bir süre sonra adam, tekrar kuşların konuşmasına şahit olmuş. Bu kez biri diğerine “Göklerden karar çıktı, bu adam kısa süre sonra ölecek” demiş. Adam çok korkmuş, yapacak bir şey bulamayınca Şelomo Ameleh’e gelerek durumu anlatmış ve yardım istemiş. Şelomo ise ümitsizce, bu kez yapılabilecek bir şey olmadığını söylemiş, öğrencisine kuşların dilini öğrenmesinin kendisi için hayırlı olmayacağını söylediğini hatırlatmış. Adamın birtakım günahlarına karşılık cezayı hak ettiğini, Tanrı’nın öncelikle adama maddi bir ceza vermek istediğini, adam bunu engelleyince, daha ağır bir maddi ceza tayin ettiğini, ama onu da engelleyince artık cezanın canına gelmesine yol açtığını belirtmiş. Adam Tanrı’ya karşı samimi olsaydı ve hakkında çıkacak kararları tam bir inançla kabullenseydi, başına bunlar gelmeyecekti. Bu örnekten de anlıyoruz ki, Tanrı’nın karşımıza çıkarttığı her şey bizim hayrımızadır...
Pirke Avot’tan günümüzü de ilgilendiren bir uyarı
Pirke Avot Mişna 5/11, adeta bugün dünyada olup bitenler hakkında zamanında atalarımızın açıklamasını içermektedir.
5/11-d: Bulaşıcı hastalıklar dünyaya Tora’ya göre ölüm cezası gerektirecek bir suç işlemiş kişilerin Bet-Din’e teslim edilememesinden ve Şemita ürünlerinden kanuna aykırı şekilde yarar sağlanmasından gelir.
5/11-e: Savaş dünyaya adaletin geciktirilmesi, saptırılması ve Tora’nın Alaha’ya aykırı bir şekilde öğretilmesinden gelir.
5/11-f: Vahşi hayvanlar dünyaya boş yere yemin edilmesi, Tanrı’nın isminin alçaltılması yüzünden gelir.
5/11-g: Sürgün dünyaya putperestlik, cinsel ahlaksızlık, şiddet ve Şemita yılı toprağı çalıştırmak yüzünden gelir.
Şimdiki zamanda maalesef bu sıkıntıların hepsini birden yaşıyoruz. O zaman bunların açıklanan sebeplerine odaklanmamız ve acilen düzeltmemiz gerekir. Yani acilen Şabat ihlali vs gibi aslında Tora’ya göre ölüm cezası gerektiren suçların neler olduğunu iyice öğrenmeli ve yapmayı kesmeliyiz. Adaletin yerine getirilmesi için mücadele etmeliyiz. Tora’yı doğru bir şekilde öğrenip uyguladığımıza emin olmalıyız. Boş yere Tanrı’nın ismini ağzımıza almamalı ve yemin etmemeliyiz. Her türlü Tanrı’yı kızdırabilecek, putperest öğeler veya ahlaksızlık içerebilecek eylemlerden uzaklaşmalıyız.
Bunları biliyor musunuz?
10 Emir içindeki ilk beş emrin ‘Tanrı ile insan’ arasındaki ilişkiyle, ikinci beş emrin ise ‘insan ile insan’ arasındaki ilişkiyle ilgili olduğunu ve iki taş tablete ayrı ayrı yazılan bu emir gruplarının birbirine denk sayıldığını. Bu denkliğin bir ipucunu ‘akranını kendin gibi sev’ emrinde bulabileceğimizi. Çünkü bu emrin de ‘Ben Aşem’im’ sözüyle mühürlediğini ve buradaki ‘kendin gibi/kamoha’ sözcüğünün gematriyasının 86 olup bunun da ‘Tanrı/Elokim’ ismininkiyle eşit olduğunu…
Tanrı için kullandığımız ‘Akadoş Baruh U’ teriminin ‘Kutsal olan, Mübarektir O’ anlamına geldiğini. Bu şekilde Tanrı’nın, bir yandan ‘Kutsal’ olarak dünyamızdan ayrı olduğunu. Diğer yandan da ‘mübarek’, dünyadaki fiziksel ‘bereket’in kaynağı olduğunu. Sonuçta bu dünyadan apayrı ve yükseklerde var olan Tanrı’nın, aynı zamanda dünyamızın var olması için gereken bereketi sağlamak amacıyla sürekli dünyayla bağlantısını sürdürdüğünü…
Tora’nın bir peraşasına da ismini veren Yitro’nun, bu ismi Bene Yisrael’e katılıp Tora’yı kabul ettikten sonra elde ettiğini. Önceden anılan isimlerinden birinin Yeter olduğunu ve gematriyası 610 iken, bir vav harfi (6) alarak Yitro olup 616’ya ulaştığını. 616’nın, HaTora’nın gematriyası olduğunu. Bu şekilde 10 emrin verildiği peraşanın ismini oluşturmaya layık olduğunu.
Yaakov ve ailesi Lavan’dan kaçtıktan sonra Esav’la karşılaştıklarında, onun önünde eğildiklerini. Sadece Yaakov’un o sırada doğmamış olan oğlu Binyamin’in eğilmemiş olduğunu. Nitekim ilerde Binyamin soyundan gelen Mordehay’ın da, Esav’ın soyundan gelen Aman’ın önünde eğilmediğini.
Her şey Tanrı’nın elindeyken, sadece insanların Tanrı korkusu duymasının O’nun elinde olmadığını. Bu konuda insanların özgür iradesi olduğunu. İnsanların her türlü iyi ve yüce özelliği Tanrı’dan öğrenirken ve O’na benzemeye çalışırken, sadece Tanrı korkusu duymayı öğrenemediği. Çünkü Tanrı’nın hiçbir şeyden korkmadığını…
Aşem’in 4 harfli ismi olan Y.H.V.H’nin gematriasının 26 olduğunu. Bu sayının atalarımız ve annelerimizle de çeşitli bağlantıları bulunduğunu. Bunlardan birinin, üç atamızın isimleri Avraam, Yitshak ve Yaakov’un toplam 13 harf içerirken, dört annemiz olan Sara, Rivka, Rahel ve Lea’nın isimlerinin de toplam 13 harf içerdiğini ve ikisinin toplamının 26 harf ettiğini. Yine atalarımızın bazılarının isim gematrialarının 26’nın katları olduğunu. (Yitshak’ın 8 katı, Yaakov’un 7 katı, Yosef’in 6 katı vs.)
Tora’nın, alfabenin ilk harfi olan ‘Alef’le değil, ikinci harfi olan ‘Bet’le başlamasının Kabalistik nedeninin, İbranice kelimelerin üç harfli kökleri olmasıyla da bağlantılı olarak, alfabenin 22 harfini Alef’le başlatıp sırayla 3’erlik harflere ayırınca (3x7=21) en sonda tek kalan harf olan ‘Tav’ın ‘mavet/ölü’ kelimesinin son harfi olması. ‘Bet’le başlayan sıralı üçerli harflere ayırınca da, başta kalan ‘Alef’in ‘Arur/lanetli’ kelimesinin baş harfi olması dolayısıyla bu negatif olguların devre dışı kaldığını. Bet’in ise ‘Baruh/kutsal’ kelimesinin baş harfi olduğunu. Aynı şekilde alfabede ‘Alef’le başlayan Alef-Bet-Gimel ve takip eden tüm sıralı üçlü harf gruplarının gematrial toplamlarının basamak rakamları toplamı metoduna göre 6 olduğunu, bunun da ‘şeker/yalan’ gematriyası olan 600’e eş olduğunu (6+0+0=6). Bet’le başlayan Bet-Gimel-Dalet ve takip eden tüm sıralı üçlü harf gruplarının gematrial toplamının ise, yine basamak toplamları metoduna göre 9 olduğunu, bunun da ‘emet/gerçek’in gematriyası olan 441’e eş olduğunu (4+4+1=9).
Yorum ve görüşleriniz için [email protected]