US Open 2021 turnuvasında İngiliz sporcular, belki de uzun yıllardır ilk defa önemli başarılarla evine döndü.
Geçtiğimiz hafta İngiltere Tenis Federasyonu LTA bir haber geçti. Habere göre İngiltere hükümeti ülkede park alanlarına tenis kortları yapımı için 22 milyon Sterlin (264 milyon TL) bütçe ayırmış. LTA’nın da ayırdığı 8,5 milyon Sterlin (102 milyon TL) ile birlikte toplam 30,5 milyon Sterlin bu amaçla kullanılacak. Her yıl 1,7 milyon kişinin parklardaki kortlarda tenis oynadığı, bu sayının daha artması ve toplumda daha fazla insanın tenise dahil olması için bu bütçelerin ayrıldığı da bilgi olarak veriliyor. LTA’nın geliştirdiği bir telefon ve tablet uygulaması ile ülkedeki bütün park kortlarında rezervasyon yapmak, kortların durumunu görmek ve gerekirse antrenör bulmak mümkün. Pandemiye rağmen park kortlarında tenis oynayanların sayısı geçen yıla göre yüzde 8 artmış. Ülkedeki park kortlarının yüzde 45’i iyi durumda olmadığı için bu bütçenin önemli bir kısmının iyileştirmeye kullanılacağı yazılıyor.
Bu girişi şunun için yaptım.
Kupayı eve getirmek
Tek kadınlarda Emma Raducanu, çift erkeklerde Joe Salisbury, tekerlekli sandalye tek ve çift erkeklerde Gordon Reid, tekerlekli sandalye çift erkeklerde partneri Gordon Reid ile Alfie Hewett sezonun son ve en büyük tenis organizasyonunda şampiyonluk kupasını ‘eve’ götürüyordu. İngiliz basınını takip edenler ‘eve getirmek’ vurgusunun ne kadar sık yapıldığını görmüştür. Her ne kadar tenisin kökeninin 12. yüzyıl Fransa’da jeu de paume (avuç oyunu) olduğu bilinse de, Kral X.Louis’in en sevdiği oyun olduğu yazılsa da modern tenisin anavatanı 19. yüzyıl Birmingham İngiltere’dir. Elbette tenis dendiği zaman akla çim kort gelir; bugün de dört ana turnuva içinde en popüler olanı da Wimbledon’dur. İşte bu yüzden Amerika kıtasındaki bir major turnuvanın şampiyonları kupalarını ‘eve’ yani tenisin anavatanına getirmiştir.
Elbette tenisi icat ettin diye en başarılı olmuyorsun. İşte burası da muhafazakar İngilizlerin yumuşak karnı.
1968 US Open ve 1977 Wimbledon Virginia Wade ile 1976 Roland Garros Sue Barker’ın ardından ilk defa bir İngiliz kadın tenisçi bir major turnuva kazanıyordu: 18 yaşında elemelerden çıkan Emma Raducanu. Kraliçenin ülkesinde 53 yıl sonra bir US Open şampiyonu çıkarken, İngiliz kadın tenisinin 44 yıllık major turnuva şampiyonluk hasreti de son buluyordu.
Erkeklerde de durum pek iç açıcı değildi ama Andy Murray bu acıyı bir nebze hafifletti denebilir. 1936 şampiyonu Fred Perry’den 76 yıl sonra 2012 US Open ve elbette en önemlisi ‘kendi evinde’ hemen ertesi yıl yine Fred Perry’den 77 yıl sonra 2013 Wimbledon kazanması, üç yıl sonra 2016’da bir Wimbledon zaferi daha İngilizleri idare etti. Her ne kadar Murray, Glasgow doğumlu bir İskoç olsa da, İskoç olmasıyla duyduğu gururu her fırsatta dile getirse de Kraliçe’nin topraklarında ülkesinin efsaneleri arasında yerini alıyor ve ‘Sir’ ünvanı ile ödüllendiriliyordu.
Emma Raducanu
Emma Raducanu ise bambaşka bir etnik yapıdan geliyor.
18 yaşındaki genç sporcu 2002 Toronto, Kanada doğumlu. Babası Romen, annesi Çinli. Emma 2 yaşındayken İngiltere’ye yerleşiyorlar; 5 yaşında tenis oynamaya başlıyor. Anne-baba üniversite eğitimli ve finans sektöründe çalışıyor. Emma bugüne kadar gördüğümüz, hikayesini okuduğumuz birçok başarılı sporcudan biraz farklı sayılabilir. Henüz lise bitirme çağında olduğu düşünülürse okuduğu okullar pek de öyle sıradan değil, derslerde özellikle matematikte çok başarılı olması dikkat çekici. Genetik kombinasyon da pek alışılmış değil. Romen sporcuların sportif yatkınlığı, Çinlilerin iş disiplini ve çalışkanlığı üstüne İngilizlerin tenise verdikleri önemle sağladığı geniş imkanlar içinde yoğurulmuş. Bütün başarılı sporcularda görülen, çocuk yaşlarda farklı sporlar yaparak farklı disiplinlerden kazanılan nitelikler Emma’da da görülüyor. Basketbol ve golf oynamış, karting, kayak, motokros yapmış, ata binmiş, bale yapmış. Bu sporlara dikkat ederseniz denge, dikkat, esneklik ve el-göz koordinasyonu gelişimini izleyebilirsiniz. Bir sporcunun çocuk yaşlarda birçok uyumlu sporla uğraşması gerektiği, birçok disiplinden yararlanması ve bunları harmanlaması gerektiğini her zaman söylüyoruz. Bunlar sır değil, konunun uzmanları bunun üzerine kitap yazıyor. Romen asıllı küçük bir yıldız tenisçi kimi rol model olarak almak ister? Simona Halep. Emma da öyle yapmış, birlikte fotoğrafları var. Mutlaka korta girip top yapmışlardır. “Simona Halep’in atletik ve mental özelliklerine hayranım” demiş. Çin asıllı küçük bir yıldız tenisçi kimi örnek alır? Li Na. Emma da öyle yapmış. “Hep Li Na gibi oynamak istedim” demiş. Romence biliyor, Mandarin dilini biliyor, tabii ana dili İngilizce. Romenler kendisiyle gurur duyuyor ve kendilerinden biri olarak görüyor. Çinliler kendisiyle gurur duyuyor ve kendilerinden biri olarak görüyor. İngilizler zaten ev sahibi. 2 yaşında ellerine gelmiş, 5 yaşından beri bütün imkanları seferber etmişler. 2021 Wimbledon ana tablo wild card almış, Açık Dönem’de 4.tur oynayan en genç İngiliz sporcu olmuş. Yani Emma Raducanu’nun gelişi pek de öyle sürpriz değil. US Open elemelerde üç tur geçip ana tabloda yedi maç yaparak şampiyonluğa ulaşırken rakiplerine bırakın tek bir set vermeyi, tek bir tie-break bile oynamadan kupaya uzanan 18 yaşında bir sporcudan bahsediyoruz. Sadece eleme 2.turda 2.seti 7-5 kazandıktan sonra bir daha böyle bir çekişme bile olmuyor. Bir major turnuvada palavradan sporcular olmayacağı gerçeği bir yana çeyrek finalde Belinda Bencic, yarı finalde Maria Sakkari ve finalde yaşıtı Leylah Fernandez’i mağlup ediyor. Emma bu performansa ulaşırken, 2021 Wimbledon dışında hiçbir major turnuvada oynamıyor, W100 ya da W500 serilerinde ancak eleme ya da ana tablo birkaç tur geçebiliyor. Bu da başka bir dikkat çekici istatistik. Sanki bir oyuncuyu saklayıp çalıştırmışlar, sadece Wimbledon’da wc ile oynatıp bakmışlar ve sonra da US Open’a hazırlayıp elemeden çıkıp şampiyon olması sağlanmış bir proje!
Emma Raducanu öyle popüler oluyor ki hiç kimse erkekler finalini konuşmuyor, Rus Daniil Medvedev’in dünya 1 numarası Novak Djokovic’i üç sette ezip geçtiğini konuşmuyor.
Hiç kimse “Emma Raducanu kazandı kazanmasına da finalde yaşıtı bir Kanadalı yıldız Leylah Fernandez vardı, ona ne oldu” demiyor. Medvedev bir kenara atılıyor, Fernandez de diğer kenara.
Leylah Fernandez
Halbuki Leylah Fernandez de en az Emma Raducanu kadar konuşulmayı hak ediyor.
Leylah da Emma gibi farklı etnik kökenlerin harmanı. 2002 Kanada doğumlu. Ekvadorlu futbolcu bir baba ile Filipinli bir annenin kızı.
Leylah Fernandez’in buraya gelene kadar tenis kariyeri hiç de boş değil. 16 yaşında 2018 RG JR yarı finali, US Open JR çeyrek finali oynuyor. Aynı yıl ilginç bir karşılaşma Wimbledon Jr 2.turda Emma Raducanu’ya mağlup oluyor. 2019 Avustralya Jr finalini kaybediyor fakat ardından Roland Garros Jr kazanıyor. 2020 yılı Leylah için artık sadece profesyonel tur demek. 17 yaşında Avustralya Açık elemelerden çıkıp ilk turda mağlup oluyor fakat bundan sonra Grand Slamlerin ana tablo oyuncusu. Roland Garros 3.tur ve US Open 2.tur oynuyor. 2021 Grand Slamleri Amerika kadar parlak değil, bir-iki tur oynayabilmiş. US Open ise kariyerinin zirvesi. Finale kadar biri dışında bütün maçları üç setlik başabaş mücadelelerle geçmiş. Özellikle 3.turda geçen yılın şampiyonu Japon Naomi Osaka galibiyeti sürpriz hanesine yazılmış. Gerçi mental durumu gel gitlerle dolu Osaka maçı ne kadar sürpriz sayılır bilmiyorum ama yine de büyük mücadele olduğu gerçek. Yine de dünya junior 1 numara tecrübesine sahip, hızla ilk 100 içine girmiş, tekniği ve mental durumu çok güçlü bir oyuncu. Buna karşılık Emma Raducanu junior kariyeri 20. sırada kapanmış, US Open öncesi 150 no, maç tecrübesi Leylah ile mukayese edilmeyecek, gerçek anlamda bir underdog!
Eğer turnuva öncesi ana tablo fikstürü çekildiğinde Raducanu-Fernandez finaline birisi bahis oynamış olsaydı herhalde şampiyondan daha fazla kazanırdı!
Sonuç olarak bugün tenis dünyasında Daniil Medvedev değil Emma Raducanu fırtınası esiyor. Bunun başlıca birkaç sebebi var. Öncelikle, kabul edersiniz ya da etmezsiniz, dünyada bir Rus tenisi ya da Kanada tenisi diye bir şey yok fakat İngiliz tenisi var! Çünkü bu sporun arkasında Ruslar ya da Kanadalılar değil İngilizler duruyor. Bu sporun yönetiminde hem İngilizler hem Amerikalılar söz sahibi ki bu da İngilizlerin etki alanını genişletiyor. İngiltere’nin icat ettiği bir sporda yıllardır üzerine ölü toprağı serpilmiş kadın tenisinde bir genç yıldızın büyük başarısı bütün medya organları tarafından dünyaya servis ediliyor, haklı olarak büyütülüyor. WTA kadın tenisindeki bu iki genç yıldızla yeni bir kan buluyor. Bu da yeni sponsorlar, daha büyük bütçeler anlamına geliyor. Halbuki dünya kadın tenisi 2020’de 19 yaşında Polonyalı şampiyon çıkardı, Iga Swiatek. 21 yaşında Amerika, 22 yaşında Avustralya, 23 yaşında yeniden Amerika ve 24 yaşında yeniden Avustralya Açık kazanan bir Japon sporcu çıktı, Naomi Osaka. 2019 Amerika Açık şampiyonu 19 yaşında Kanadalı Bianca Andreescu çıktı. Aynı dönemlerde ‘genç yıldız’ sayılacak Sofia Kenin, Ashleigh Barty ve Barbora Krejcikova çıktı. Fakat bunların hiçbiri beklenen heyecanı yaratamadı. Aranan taze kan olamadılar. Sponsorların ilgisini çekemediler yani sisteme beklenen nakit akışı sağlanamadı!
Maria Sharapova ile sağlanan fırtına ilerleyen zamanlarda Serena Williams’ın kadın tenisindeki üstünlüğüyle etkisini kaybetti. Elbette bunlara sporcuların kort içi ve dışındaki davranışlarının çok etkisi oldu. Roger Federer’in beyefendi sporcu örneği ile Novak Djokovic’in hırçın ve isyankar tavırları, çoğu zaman antipatik davranışları çarpıştı. Medvedev bile Djokovic yolunda bir çizgide olduğunu gösterdi.
Tenis kamuoyu sporcuların davranışlarına göre tepki gösteriyor fakat sponsorlar da bu sporcuların dünya üzerinde yarattığı ilgi rüzgarlarına göre pozisyon alıyor.
Bu yüzden Leylah değil Emma rüzgarı ile yelkenler şişiyor çünkü profesyonel tenis sponsorlarla ayakta duruyor.
Emma ve Leylah gibi iki ‘teenager’ ve ‘underdog’ finali yüzünden bugün kadın tenisi erkek tenisinden daha fazla seyirci ve izleyici çekiyor.
Yani aranan kan bulundu.
Nereye kadar gidecek?
Roger Federer diyor ki “Kariyerimin ilk on yılında sosyal medya yoktu. Bugün herşey sosyal medya üzerinde dönüyor. Sosyal medya kullanıcıları size yorum yapıyor, takip ediyor. Yüz olumlu içinde bir olumsuz yorum olması halinde dikkatiniz hemen onun üzerinde toplanıyor. Bizim için bu yaşta bile zor bir durumken Emma gibi kariyerinin başında gelen bu büyük şöhret ve ilginin yaratacağı baskıyı yönetmek çok kolay iş değil.”
Bakalım Emma Raducanu bu temponun altından nasıl kalkacak ve sürekliliği sağlayabilecek mi?
Bakalım zaman içinde Emma Raducanu mu yoksa Leylah Fernandez mi yarışta öne geçecek?
Kim olursa olsun bu kapışmadan sistem kazançlı çıkacak, sponsorlar ve medya kazançlı çıkacak.
Unutmayalım ki, profesyonel tenis bir gösteridir, seyircisi, takipçisi vardır, kendine özel bir medyası vardır, ekonomik büyüklüğü vardır.
Yazının başındaki LTA haberinin anlamı budur.
Emma ve Leylah örnekleri gösteriyor ki artık etnosantrik yani etnik özelliklere dayalı değil jeosantrik yani coğrafi özelliklere dayalı bir sportif yapı başarıyı getiriyor. Emma’nın etnik özelliklerine söz yok fakat başarıda en büyük söz sahibi, yaşadığı ve kendisine bu imkanları sunan coğrafyadır, İngiltere’dir.
Bizde de “doğduğun değil doyduğun yer vatanındır” diye bir söz var…