Avrupa´dan Amerika´ya göç eden ilk Yahudiler çok çetin günler yaşadı; hedefledikleri refahlık düzeyine ulaşmaları zaman aldı. Yahudi asıllı Abraham Kohn (1819-1871), Bavyera´dan 1842´de ayrılarak, kendisine Yeni Dünya´da yeni bir yaşam kurmayı hedefliyordu. Sadece yirmi yıl içerisinde Abraham Lincoln´u destekleyen, Şikagolu seçilmiş bir memur sıfatını kazanmıştı. Paylaştığımız 19. yüzyıl hatıratı, Abraham Kohn başta olmak üzere, Amerika´da yaşamlarını kurmak isteyen diğer Alman Yahudi´si mültecilerinin karşılaşmış olduğu güçlükleri dile getirmekte.
Kohn’un hatıratından
3. gün: Cumartesi sabahı, saat 8 sularında Amerika kıyılarını ilk kez gördük. Zengin yeşil renkler, ağaçlar… Bunları uzun zamandır özlemiştik. Kıyı boyunca yer alan güzel binalar, yük gemileri, vapurlar ve buharlılar yanımızdan geçiyordu ve bütün bunlar, bizi tarif edilmez bir şekilde etkilemişti.
Saat 9’da uzaktan New York’u gördük ve 11 gibi kentten yaklaşık iki saatlik bir mesafede demirledik; burada karantinaya alındık. Ancak bir doktor tarafından muayene edildikten ve iyi bulunduktan sonra, New York’un etrafındaki adaları gemi ile gezmeme izin verdiler. Oradan da şehrin kendisine buharlı bir gemi ile gittik. Şehrin ilk görünümü çok hoşuma gitmişti. Ancak erkek kardeşimi görmek için kentin kalabalık sokaklarından geçmeye başlayınca, kendimi biraz huzursuz hissettim. Halkın delice telaşı, yüzlerce arabanın, vagonun ve yük arabalarının gürültüsü tarif edilebilir gibi değildi. Almanya’nın en büyük kentlerini görmüş birisi bile, gördükleri karşısında gözlerine ve kulaklarına inanamazdı. Kendimi oldukça dengesiz hissederek ana caddeden geçtim ve çok sevinerek Fürth’ten ayrıldığından beri çok değişmiş bulunan eski arkadaşım Friedman’a rastladım. Kendisi, kız kardeşiyle yürüyüşe çıkmıştı ve derhal beni kardeşimin konutuna yönlendirdi. Kardeşim, geminin geldiğini duymuştu ve o da beni aramakta idi. İvedilikle evine dönerek beni kucakladı. O anda da annemin yanımızda olmasını istedim. Duygularımızı tarif etmek mümkün değildi. Tanrı’nın yardımıyla bir araya gelmiştik ve mutluyduk.
Moses kardeşim hâlâ gemideydi ve pazartesi günü şehre gelmeyi planlıyordu.
4. gün: Pazar günü, Yılbaşı Günü. Yılbaşı arifesi kendimi yeni bir mesleğin karşısında buldum. Bu nasıl bir meslekti? “Bilmiyorum.” Bu Amerikalıların her zor soruya geleneksel yanıtıdır da…
Geceleyin, Attorney St. Sinagogunda yüce Tanrı’ya dua ettim; seyahatin iyi bitmesi nedeniyle O’na şükrettim ve O’ndan değerli annem ve kardeşlerim için iyi ve kalıcı sağlık diledim. Ardından kendi iyi sağlığım için dua ettim ve hepimiz için iyi bir kısmet temenni ettim.
Yüce Tanrı duamı kabul etsin, bizi kutsasın ve üzerimize onun sonsuz affediciliğini ve yardımseverliğini yaysın! Amen.
5 ve 6. günler: Bu günler yeni yılın tatil günleriydi. Sabahı sinagogda geçirdim ve öğleden sonra da biraz ortalıkta dolaştım. Ancak hem benimle beraber olan Moses, hem de ben, bu küçük egzersizden sonra o kadar yorgun düştük ki hemen yatağa girdik. Uzun seyahat ve hareketsizlik, bizleri yorgun düşürmüştü.
7 - 29. günler: Bu süre zarfında New York'taydım ve bir dükkânda memuriyet için boşuna uğraştım. Fakat ticaret fazla zayıf gidiyordu ve ben de diğerleri gibi hareket etmek zorundaydım. Sırtımda bir yük ile taşraya gidip çeşitli işlere bakmak… İşte bu Bavyeralı göçmenlerin karanlık kaderleri! Arkadaşlarınızı, tanıdıklarınızı, akrabalarınızı, anne ve babanızı, yuvanızı ve ana yurdunuzu, lisanınızı, adetlerinizi, inancınızı ve dininizi geride bırakıyorsunuz, Amerika'nın vahşi yerlerinde, metruk çiftliklerinde ve küçük evlerinde bir geçim yolu bulmak için…
Ancak ender olarak başarabiliyorsunuz, o da en cüzi şekilde. Kayıplarınıza, karada ve denizde rastladığınız tehlikelere değer mi böyle bir kader? Geride bıraktıklarınız ve akrabalarınız için bu eşit bir takas mıdır? Amerikan toprağının kutlanan özgürlüğü bu mudur? Sadece bir eyalette bir kişinin ticaret yapma lisansını elde etmesi için 100 dolar ödemesi gerektiği düşünüldüğünde bu, eylem özgürlüğü müdür? Ya kişinin kutsal Şabat'ı ihlâl edip onun yerine pazar gününe riayet etmesi? Bu gibi konularda yaşam ve düşünce, anayurttakilere göre daha fazla mı yoksa daha az mı kısıtlanmıştır? Doğrudur, kişi ‘Yahudi’ ismini duymaktadır ama birileri bunu pek söylememektedir. Lâkin gerçekten bir adam uçsuz bucaksız uzaklardaki bir ülkeyi tararken, bir çiftçinin ona gelecek akşam için bir barınak sunup sunmayacağını bilmez durumdayken; ona ‘yaşıyor’ denilebilir mi?
Böyle bir durumda bekar bir adam, bir aile babasından çok daha iyi idare eder. Evlenmiş aptallar sadece kendileri ıstırap çekmez, eşlerine de ıstırap çektirirler. Evde kısa bir süre kaldıktan sonra ona destek ve barınak sağlayan eşi, sırtında çantası ile gelecek gece ve ondan sonraki gece nerede kalacağını bilmeden evden ayrılırsa, tahsilli bir kadın kendini nasıl hissedecektir? Böyle bir kadın bir dulmuşçasına kaç kış gecesi çocukları ile birlikte ocak başında oturacak ve gece aile reisinin Ohio'nun vahşi ormanlarında hangi ev sahibinin kendisine bir gecelik basit bir korunak sağlayacağını düşünecektir?
Oh! Keşke hiç bu ülkeyi görmemiş olsaydım ve Almanya'da kalarak mütevazı bir taşralının çırağı olsaydım! Her ne kadar vergilerle ezilmiş ve bir Yahudi olarak ayrıma tabi tutulmuş olsaydım da, Amerika'nın bu büyük başkentinde olmaktan daha mutlu olacaktım - Kraliyet vergilerinden muaf ve herkesin dininin eşit görülmesine karşın!
Kohn'un Lincoln'e gönderdiği bayrak
Avrupa'dakilere çok parlak görünen bu kaderde bir acı vardır - üçlü bir acı. Böyle ‘parlak’ bir kader kişinin evinden ayrılmasına neden olur. Fakat o, düşlerinden uyandığında kendini soğuk ve buz kesen bir gecede, yalnızlık içinde Amerika'da yolunu ararken bulur…
Hayır, İsrailoğlu, umutsuzluğa kapılma; Tanrı vardır. O tek ebedi varlıktır. O, senin atalarını Mısır diyarından çekip çıkarmış, Kenaan topraklarına yönlendirmiştir. Dolayısı ile bu şahane Amerika ülkesine yeni bir Kenaan olarak bakalım. Ve Musa veya Yeşu gibi bir önderin eksikliğinde, gene O'na, Ebedi Olan'a rehberimiz ve kaderimizin bekçisi olarak bakabiliriz!
Ancak Tanrı'ya samimiyetle sarılabilmemiz için de, O'nun kutsal kitabını, Sina Dağından verilmiş olan kutsal yasayı da izlememiz gerekir.
Ancak böyle bir hayat sürersek, hiçbirimiz en ufak emri tatbik edemez. Binlerce göçebe Amerika'da dolaşmaktadır; genç güçlü erkekler, yazın sıcağında büyük ağırlıklar taşıyarak güçlerini heba ediyorlar; sağlıklarını buz gibi kış mevsiminde yitiriyorlar.
Böylece de Yaradanlarını tamamen unutuyorlar. Artık tefilinlerini takmıyorlar, ne çalışma günlerinde ne de Şabatları dua ediyorlar. İşin aslı şu ki dinlerini sırtlarındaki yük uğruna feda ettiler... Böyle bir yaşam özgürlükten ziyade esaret değil midir? Bu durum mutluluktan ziyade sefalet değil midir?
“Beni dinle, kardeşim” derdi hahamlarımız: “Hiçbir vakit ne olduğunu ve kime bağlı olduğunu unutma. Sabah dualarını ve akşam dualarını oku, fakat her ne zaman ibadet ediyorsan, evrenin yaratıcısına istek ile ve adanarak davran. Hiçbiriniz duasız yaşayacak kadar bilge değildir. Çünkü bilgelik Tanrı korkusu ile başlar.”
Burada yaşadığımız tarzda birisi yaşamını sürdürdüğü müddetçe, onun düşünceleri yaradan ile birlikte olamaz, o dinini uygulayamaz, onun yaşamı erdemli hatta mesut bile olamaz. Kişiyi bu yaşam tarzına iteleyen saygısızlık veya zafiyet değildir. Her birimiz çalışmaktadır ve ona düşen yolu izlemektedir fakat ancak binde onu gerçek mutluluğu bulabilmektedir.
Kişiyi bu tarz yaşama yönlendiren, ticaret için oluşan doğaçlama bir dürtüdür. Bu dürtü bastırılarak, gücümüz değişik ve daha iyi yollarda kullanılamaz mıydı? Her birimiz sırtında bir yük taşımaktansa, Tabiat Ana'nın toprağını ekemez miydi? Böyle bir çalışma daha kârlı olmaz mıydı? Sürülmesi amacıyla ve bir Yahudi kolonisi kurmak amacıyla bir toprak almak için, üyelerinin iyi niyetine dayanan bir cemiyet kurmak neden mümkün olmasın ki? İşte Yahudi inancına sahip dürüst Alman erkekleri için kayda değer bir proje… Burada bizzat sürdükleri tarlalar ile binlerce ve binlerce insan, bunun kazancının mutluluğunu yaşayabilirdi. Aramızda birçok sanatkâr vardır ki, sırtlarında yük taşımaktansa, maharetlerini böyle bir girişim için kullanabilirler. Şayet aramızdaki gençler herkesten yılda birkaç dolarlık bir teberru ile destek sağlayabilirse, bu gerçekten büyük proje birkaç yıl içinde gerçekleştirilebilir. Birkaç bin dolar ile iyi konuşlanmış bir alanda geniş bir yer satın alınabilir. Ve kısa bir zamanda da güzel bir kent kurulmuş olacaktır; yeni bir Yeruşalayim. Böyle bir yere Almanya'dan binlerce vatandaşımız parlak projeleri ile gelecek ve tarafımızca ağırlanacaklardır. Bunlar, benim Boston yakınlarındaki bir köy olan Dorchester'den geçirmiş olduğum ilk pazar gününde aklıma gelen düşüncelerdi. Benim değerli iyi annem, bunlar benim duyumsadığım kuşkulardı. Amerika'da sırtındaki yük ile dolaşan oğlun ile paylaşamadığın hisler…
Kaynakça: The Jews in Literature and Art, Sharon R. Keller, Könemann, 1992, S. 236-240.