Yazar Raşel Meseri, son kitabında, Çeşme´de, yazlık bir villada küt oynamak için bir araya gelen, kimi Yahudi kimi Müslüman, yedi kadın arkadaşın bir gününü anlatıyor. Mükemmel betimlemeleriyle kalemini adeta bir kamera gibi çevrede ve kadınların iç dünyalarında dolaştıran Meseri, akıl okumalarıyla haset, hırs, menfaat gibi duyguları da su yüzüne çıkarıyor. Anıların ve mazinin gölgesinde şekillenen öykü, yaşamdan alınmış aşina bir kesit gibi…
‘Küt Oynayan Kadınlar’, insanları, evleri, plajları ve yaşam şekliyle mükemmel bir Çeşme panoramasıyla başlıyor. Her ayrıntı o kadar görsel bir dille anlatılmış ki… Yakından tanıdığınızı tahmin ettiğim bir çevrenin ve kısmen de olsa cemaatinizin yaşanmışlıklarından yola çıkarak yazmak nasıl bir deneyimdi?
Çeşme, İzmir’e en yakın, en tercih edilen yazlık mekânlardan biri. Otoban açılıncaya kadar trafik sıkışıklığı nedeniyle üç saate varan bir sürede ulaşılabiliyordu. Şimdi bu süre maksimum bir saat. İzmirli orta üst sınıfın çoğunun, kendisinin olmasa bile bir yakının evi bulunur Çeşme’de. Ama aynı zamanda daha alt sınıflara da yakınlığı nedeniyle günü birlik tatil mekânı olur. Sahil kasabalarının kentleşme eğilimi göstermeden önceki dönemde, 20. yüzyılın ikinci yarısının başında bile, tıpkı romanda bahsedildiği gibi en mütevazı yaşam koşullarına sahip kesimlerin de otel veya motellerde iki-üç aylığına oda tutabildikleri bir mekândı Çeşme. Bir İzmirli olarak Çeşme’de ne tür değişimler yaşandığı ve zamanın nasıl aktığına ilişkin gözlemlerim uzun erimli diyebilirim. ‘Küt Oynayan Kadınlar’ böylesine uzun bir gözlem ve deneyim süreci sonucunda doğdu. İnsanın bildiği, içinde yer aldığı, tanık olduğu, isteyerek veya istemeyerek şekillendiği bir tarihi tekrar kurgulamaya çalışması bir yandan çok zevkli, bir yandan da konforlu bir alan. Elbette bazı riskleri yok değil; yaşadıklarının nostaljisinin tuzağına düşmek veya yaşadıklarına mesafe koyamamak gibi. Anılar ve geçmişin kendine ait bir sanallığı, duygu, alışkanlık ve önkabulleriyle şekillenme tehlikesi de vardır. Bu nedenle kişisel deneyimleri daha büyük bir fotoğrafın içine yerleştirmek gerekiyor. Başkaca hayatların, ilişkilerin girift sarmalına eklemlenmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Aksi takdirde kendisini yineleyen, nostaljik ve dar bir çerçevede kalabilir. Küt Oynayan Kadınlar’da bunu yapmaya çalıştım; belirttiğiniz gibi böyle bir arka plandan beslendi kitap. Her ne kadar kişisel olarak bulunduğum bir mekân ve ilişki dinamiklerine yaslanan bir konuyu ele aldıysam da, bunu daha genel kültürel, sosyal konu ve sorunlar bağlamına oturtmaya çalıştım. Yıllar önce çektiğimiz İzmir ile ilgili ve aynı motivasyonlardan beslenen’ İzmir Deniz Çocukları’ (Nihan Şengül’le birlikte) ve ‘Sadece Adı Kaldı Elimizde: Kortejolar’ (Nitsa Çikurel’le birlikte) belgesellerinin de bu kitabın yazımına katkıda bulunduğunu söyleyebilirim.
Büyüklere yönelik yazdığınız üçüncü kitap; masallardan romanlara geçiş süreciniz nasıl oldu?
Yeni denemelere yönelmeyi seviyorum ve bundan da korkmuyorum. Farklı alanlarda ve tarzlarda yazmak beni heyecanlandırıyor. Bir de şunu denesem nasıl olur diye düşünüyorum. Düşündüğüm anda ise o kafa içine giriyorum, gerisi geliyor. Çıkan yedi çocuk kitabımın (birçoğu Habitus Yayınlarından) ardından, ‘Köpekbalıklarının Kayıp Şarkıları’ kitabıyla (Delidolu Yayınları) yetişkinler safına adımımı attım. Ardından ‘Kırık Şehir’ (Alfa Yayınları) geldi ve son olarak bildiğiniz gibi ‘Küt Oynayan Kadınlar’. Her birinin serüveni ve tarzı, birbirleriyle konuşsalar da, farklı denemeleri de içeriyor.
‘Geçmişin, özellikle belirli bir yaşa gelmiş insanlar için farklı bir kıymet ve anlamı vardır. Eski güzel anıları buruk bir özlemle yâd ederken, kötü hatıraları derinlere gömüp onlardan söz etmeyi sevmezler. Neden acaba?
Her canlı yaşama tutunmaya güdümlü ve hayatın akışında umudun vazgeçilmez bir yeri var. Aksi takdirde birçok şey çekilmez olur ve direnme gücü yokolurdu. Kişisel hayatlarımızda bize acı vereni elekten akıtmak, iyilerini ise avuçta tutmakla uğraşıyoruz. Ancak bizi aşan, parçası olduğumuz ama sadece kendi seçimlerimiz ve sorumluluklarımızla sınırlı olmayan tarihsel ve toplumsal olayları unutmamak lazım. Deneyimlerimizi onların içine yerleştirmek ve tutum almak daha iyi bir dünya kurmanın yapı taşı herhalde.
Kitapta annesinin, bir Müslüman’la yaptığı evlilikten dolayı Rezzan’a (Rozet) hayatı boyunca küskün ve öfkeli kaldığını izliyoruz. Eskiden tabu olan karma evlilikler çok arzulanmasa da günümüzde daha olağan bir hal aldı. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Toplumsal dinamikler aslında çok akışkan. Her dönemin dayattığı bazıları daha görünür, bazıları ise daha görünmez olan kurallar manzumesi var, ki bunlar geleneksel yapıların devamlılığını sağlıyor. Ama bu dinamikler zamanla değişim gösteriyor, esniyor; yasaklar ve tabular yıkılıyor. Kitapta da nesiller, sınıflar ve dinler arasında bu tip kuralların ve kabullerin nasıl tartışıldığını, çatışma noktaları yarattığını irdelemeye çalıştım. Kitap bir günde geçiyor ama bir günün içine aslında ne kadar çok soru ve konu sığabiliyor! Bunu da görmek istedim yazarken.
Oyun oynayan kadınlar, karakterleri ve iç dünyaları ile çok tanıdık geldi bana. Arkadaş olduklarını söyleseler de aralarındaki ilişki haset, çekememezlik, menfaat, ikiyüzlülük ve fesat odaklı. Hepsi bu gerçeği biliyor ama buna rağmen her hafta bir araya gelmeye devam ediyor. Sizce birbirlerinden nasıl besleniyorlar?
Haklısınız sınıfsal, duygusal ve kişisel farklılıkların dayattığı karmaşık bir ilişki var aralarında. Bir yandan çekişme, bir yandan da potansiyel bir dayanışma ve sevgi ağı var. En azından bazılarının arasında. Kitabın en sonunda ortaya çıkan beklenmedik felaket karşısında sorunlu görünen ilişkilerde tekrar birbirlerine sahip çıkma ve kenetlenme ortaya çıkıyor. Bir anlamda insan ilişkilerinin hem kırılganlık hem de dayanışma arzusu taşıyan karmaşıklığında dolaşmak istedim biraz da. Çocuk doğurmama kararı alan bir kadının başka sevgi biçimleri geliştirmesi, Müslüman-Yahudi kültürel çatışma ve yakınlaşmaları, sınıfsal gerilim, kriz anlarında dönüşen duygu ve ilişkiler…
Yasemin bana göre romanda yaşananları tarafsızca izleyen, olayları vicdanıyla tartan ve tarihe not düşen bir vakanüvis konumunda. Ayrıca Gelincik ile masal okuma üzerinden kurduğu ilişki, küt’çülerin kirli dünyasının yanında saflığa, içtenliğe ve sevgiye dayanan paralel bir evren oluşturmuş. Yazar olarak bu iki karakterle (Yasemin ve Gelincik) okura ne anlatmak istediniz?
Tam da sizin saptadığınızı amaçladım. Bir yandan, hiyerarşinin acımasız ve utanmaz yarışı, küt oynamak üzere bir araya gelen kadınlar üstünden açık edilirken, bir yandan bu zincirin dışında kendisini var eden Yasemin ve geleceği kuracak figürlerden biri Gelincik var. Onların aralarındaki ilişki sınıfları ve yaşları kesen bir ilişki. Onları birbirine bağlayan kod Yasemin’in anlattığı masalda gizli. Yasemin, La Fontaine (Lafonten)’in ünlü ‘Ağustosböceği ve Karınca’ masalını tersyüz ederek hem o ana hem de geleceğe ilişkin tahayyüllere bakıyor ve ‘başka bir ilişki mümkün’ demeye getiriyor. Klasik kabul edilen masalları tersyüz etmeyi seviyorum. Bu formda yazılmış bir masalım yakın zamanda Obiçim Yayınlar tarafından basıldı: ‘Haydi Rapunzel Bir Taş Daha!’ Bu seriye devam etmeyi de düşündüğümü belirteyim.
İlk göz ağrınız masallar bu romanda da yerini almış. Hepimizin bildiği ‘Ağustosböceği ile Karınca’ masalının yeni versiyonunu çok sevdim. Oradaki, “…bütün ömrümü asla yaşayamayacağım bir zaman için heba etmişim” cümlesi beni çok etkiledi. Gelecekle ilgili endişelerimizle birçoğumuzun yaptığı hata bu. Bu masal bize ne anlatmak istiyor?
Klasik anlamda, masallar var olan ve devam etmesi arzulanan toplum kodlarını işler. Bir kısmı ise onları değiştirerek ve yerine yenilerini koyarak başka tür dünyaların hayallerini kurdurmaya çalışır çocuklara. Son zamanlarda bunu yapan çok güzel masallar var ve iyi ki var. Sonuçta masallar çocukların özgür ve dizginlenemez hayal güçlerine yakıt sağlayan önemli metinler. Hırsı, eşitsiz gelişmeyi, adaletsiz bir toplum anlayışını ve ötekileştirici kodları kıran ve bunların dışına çıkan her metin önemli bir görev üstleniyor. Kitapta geçen ve tersyüz edilmiş ‘Ağustosböceği ve Karınca’ masalı, yaşamı pahasına çalışmayı taçlandıran bir zihniyeti taca atıyor öncelikle. Daha da önemlisi Lafonten kendi masalında karıncanın had bildirici ve dayanışmadan nasibini almamış acımasızlığını tersine çevirerek şöyle diyor: “…sana şunu söylemek isterim ki, eğer kapımı şimdiye kadar herhangi bir nedenle çalmış olsaydın sana asla sırtımı çevirmezdim…”
Son bölümde felaketlerin, kişilerin arasında sınıfsal bir fark gözetmeden, herkesi nasıl eşit etkilediğini; içlerindeki en temel duygu olan ölüm ve kaybetme korkusunu su yüzüne çıkararak onları ‘insan’a dönüştürdüğüne tanık oluyoruz. Romanın patronu olarak böylesi bir olayla süregelen bu düzene sanki artık bir son vermek istediniz…
Bildiğiniz gibi dünyada kimsenin kayıtsız kalmadığı, kalmaması gereken bir küresel ekolojik yıkım gerçeği var. Kâr odaklı devletler, küresel firmalar ve bu gerçeğe henüz sağır bazı kitleler bu konuyu hâlâ kulak arkası yapmaya devam ediyor. Bu alanda ciddi bir örgütlenme olsa da olayları tersine çevirecek güçte değil henüz. İklim krizinin sonuçlarını her yıl katlanarak yaşamaktayız. Doğal afet adı verilen (oysa öyle değil) seller, yangınlar, kuraklıklar, toprak zayiatları, buzulların çözülmesi, canlı türlerinin yok olması ve elbette bütün bunlara bağlı canlı kayıpları. Bu yıl bildiğiniz gibi Türkiye’de olduğu kadar küresel çapta da büyük yangınlar yaşandı. ‘Küt Oynayan Kadınlar’ bu büyük yangınlardan çok önce yazıldı. Aynı dönemde kitabı okuyan bazı okuyucular bunu bir kehanet olarak yorumladı. Oysa ‘geliyor, gelmekte olan’! Geldiğinde de kimse muaf olmayacak bu yıkımdan. Ne sahip olunan güzel evler ne de bankalarda yatan ve sadece birer kâğıt olan banknotlar.
Yeni bir kitap hazırlığınız var mı?
2022’nin ilk yarısında çıkması planlanan iki çocuk kitabım olacak. Her ikisi de resimlenme aşamasında. Başkahramanı Pen’in, Cerrattepe ve Kaz Dağları’nda devam eden altın madenilerine yönelik mücadelesini konu alan ‘Pen Ormanda’ kitabı ve bir kadın dedektifin heyecanlı macerasını konu alan ‘Dedektif Şerife Kayıp Gölgeler Peşinde’. Bunun dışında beni çok heyecanlandıran, uzun yıllardır notlarını aldığım yeni bir roman çalışması içindeyim. Bu kitap da, tıpkı Küt Oynayan Kadınlar’da olduğu gibi bizzat tanık olduğum bir dönemde ve mekânda, Karataş’ta geçecek. Cemaatin tarihsel, kültürel ve gündelik yaşam pratikleri bu kitapta daha da kapsamlı bir şekilde yer alacak. Ama fazla spoiller vermesem iyi olur! Harıl harıl çalışmakta olduğumu söyleyeyim sadece.