Salgın iki yıldır dünyayı kasıp kavuruyor. Küresel ticarette yarattığı arz zinciri bozulmasına bir de Çin ve ABD’deki geçici aksamalar eklenince, insanlığın yeniden kıtlık ve yokluklarla karşılaşabileceği gerçeği kafalara dank etti. Küresel ısınmaya ilaveten orman yangınları, depremler, yanardağ püskürmeleri, tayfunlar, seller, kuraklıklar, aşırı sıcaklıklar ve dondurucu soğuklar üst üste gelince, gıda ve hammadde üretiminin hızla düşmesi kaçınılmaz. Çevre ve temiz enerji lobileri, karbon salınımının azaltılması, tarımda kimyevi gübre, genetiğiyle oynanmış tohum, gıdalarda hormon kullanılmaması konusunda duyarlı ve ısrarcı olunca bunların da tüm iyi niyetlere rağmen kitlesel üretim üzerinde olumsuz etki yarattığı bir gerçek. Bu arada yenilenebilir enerji üretimi istenildiği hızla artmadığı halde petrol ve kömüre de yeni yatırım yapılmadı. Artan enerji talebi fiyatlara yükselme ivmesi vermeye devam ediyor. Tarımsal ürün, sınai hammadde ve enerji fiyatlarındaki hızlı artış, kapıya dayanan zorlukların menhus habercisi gibi.
1970’li Yıllarından Akılda Kalanlar
O yıllarda önce dünya para sistemi çökmüştü. Eski sistemi yenisiyle değiştirmeye çalışırken krizlere hiç yabancı olmayan dünya aynı zamanda terör ve bölgesel savaşlarla baş etmeye çalışıyordu. İlk reel şoku dünya Yom Kipur Savaşından sonra başlayan birinci petrol kriziyle 1973’te yaşadı. Araplar petrole bağımlı Batı ülkelerine kök söktürdü. Maliyet artışları, fiyatları enflasyonist bir sarmala sokunca, dünya ikinci savaştan sonra bir kez daha arz-talep dengesini sağlamanın derdine düştü. İkinci petrol krizi gecikmeli olarak 1980-1981’de bir kez daha vurduğunda, artık “yenidünya düzeni” söylemi aynı şimdiki gibi dillere pelesenk oldu. Ama o sıralar itibar yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalan IMF ve Dünya Bankası, hemen kolları sıvadı. ‘Yeniden yapılanma’ planlarıyla her sektör ve ülke için çözüm önerileri, uygun reçeteler hazırlanmaya başladı. Bu arada Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı UNCTAD da 1973’ten itibaren karşılaşılabilecek kıtlıklar nedeniyle ‘fahiş’ fiyat artışları yaşaması muhtemel ürünlerde ‘tampon stoklar’ oluşturulması için seferber oldu. Amaç hammadde ve temel gıda maddesi üretici ve tüketicilerinin kıtlıkta fiyat yükselmelerinden zarar görmemesini sağlayacak stokların oluşturulmasıydı. Tampon stokların nasıl ve nerede tutulacağı, ürün bazında arz kıtlığı veya bolluğunu telafi edecek sevkiyatın nasıl sağlanacağı üzerine sayısız toplantı ve özel düzenleme yapıldı. Piyasa dengelerinin sağlanması için atılacağı varsayılan adımların telaffuz edilmesi bile istikrara katkıda bulundu. 1963’te başlatılan gıda yardımı programları sayesinde BM de ihtiyacı olan ülkelere gıda yardımlarını sürdürüyordu.
Başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerde, zor zamanlarda laklakla vakit geçirilmez. Uzmanlar hemen kolları sıvayıp çözüm üretmeye çalışır. Nitekim petrol dar boğazlarını ve o tarihlerde dünyayı parmağında oynatan OPEC’in gücünü, yeni enerji kaynaklarına yönelerek, onların birikmiş Petro dolarlarını punduna getirip kendilerine yönelterek denetim altına aldılar. Gıda maddelerinde yaşanan kıtlıkları, şimdi burun kıvrılsa bile buğday, mısır, pirinç gibi ürünlerin genetiğiyle oynayarak, hormonlu ineklerden daha fazla et ve süt, sınai tavuklardan daha çok yumurta alarak çözdüler. Açıkçası 1970-1980’li yıllarda tampon stoklar iyi kullanılmasa bile teknoloji kıtlıkların önüne geçti. Bu arada serbest ticaret, alışılmış tüketim kalıplarını aşarak, dünyanın küresel bir köy haline gelmesine neden oldu. Ticaret engelleri azaltılarak dünyaya bolluk ve zenginleşme sözü verildi. Elbette bundan her ülke eşit olarak yararlanamadı. Ancak aradan geçen yarım yüzyıla yakın zamanda dünya ticareti en az 20-25 kat arttı. Bu sayede dünya, Türkiye gibi birkaç ülke hariç enflasyondan arındı.
Şimdiki Yoklukların Nedenleri
Ticari korumacılık mı, ekonomik milliyetçilik mi, basiretsizlik mi? Bunların ilk ikisini birbirinden ayırmak kolay değil. Ülkeden ülkeye farklılıklar var. ABD Çin’den gelen güvenlik tehdidini ve haksız rekabeti denetim altında tutmak için ticari korumacılık araçlarını kullanıyor. Korumacılık kalkanları serbest ticaretin boğazını 2016’dan bu yana sıkmaya başladığı için bunun fiyat ve üretim etkileri zaten kaçınılmazdı. AB ise Tek Pazarın geçerli olduğu ekonomik alanda, çevre, insan hakları ve kalite standartları ile korumacılık uyguluyor. Bu iki ticaret blokunda ekonomik milliyetçilik değil, hedeflenmiş korumacılık var diyebiliriz. Rusya, yaptırımlarla yoksun bırakıldığı her ithal ürüne karşılık doğal gaz tehdit kartını kullanıyor. Bu piyasa ve fiyat dalgalanmalarına neden oluyor. Aynı zamanda övünerek kıtlık ve yokluklara alışık olduğunu, yaptırımları, ithal ikamesi dallarını geliştirmek için fırsat olarak kabul ettiğini açıklıyor. Rusya’da milliyetçilikten ziyade, büyük Rusya ve yeniden süper güç olma hayali var.
Öte yandan Brexit, ekonomik ve siyasi milliyetçiliğin tezahürü oldu. Şimdi bunun sonuçlarını kıtlık ve yokluklarla boğuşarak görüyorlar. Dünya da AB’den ayrılmanın BK’yı nasıl zorladığına tanık oluyor. Sağlıktan, taşımacılığa, sütten, tuvalet kâğıdına kadar yokluklar, salgınla kırılganlığı artan BK ekonomisini II.Dünya Savaşı sonrasındaki tayınlama (rationing) ve narh fiyatı uygulama günlerine geri götürebilir. Tabii AB de bundan etkileniyor. Brexit nedeniyle Manş Denizinin balıklarından, İskoçya’nın yün dokumalarından, besili koyunların lezzetli etlerinden, en önemlisi miktarı azalsa da Kuzey Denizi petrollerine tarifesiz erişimden mahrum kalmış durumda. Şimdi eski kıtada da kıtlık ve yoklukların tetikleyeceği enflasyonist baskıya kesin gözle bakılıyor. Aslında biraz enflasyon hem ABD hem AB’de zaten istenilen bir şeydi. Ama bir yere kadar.
Tabii Batı’da patlayacak enflasyonist fırtınanın gelişmekte olan ülkeleri de vurması kaçınılmaz. Ayrıca enerji fiyatlarındaki yükseliş en çok enerji ithalatçısı gelişmekte olan ülkeleri sarsacak. Özellikle en fakir ülkelerin vay haline! Türkiye’ye gelince, yükselen döviz kurları, artan enerji fiyatları ve ticaret ortaklarından yansıyacak yeni katman fiyat artışları ekonomiye munzam bir kambur yükleyecek. Yıllardır ihmale uğramış tarım, son zamanlarda sel, yangın ve kuraklık gibi doğal afetler nedeniyle azalan üretimin vebaline katlanmak zorunda kalacağımız bir kışa giriyoruz. Gübre, tohum, tarım ilacı, mazot gibi ithal girdi fiyatları ve ithalat vergileri artarken gıda maddesi ithalatına uygulanan vergi indirimleri sadece göstermelik bir çözüm. Maliyeti yüksek bu çözüm, ne ticari korumacılığa ne de ekonomik milliyetçiliğe sığar. Çiftçiyi kökünden koparıp, tarımın köküne kibrit suyu serper. Kendini besleyebilecek Türkiye temel gıda maddelerinde bile iyice dışa bağımlı hale gelir. Yokluklarla el ele yürüyen yeni enflasyon dalgalarına kapılır, sürüklenir. Bu da olsa olsa yönetim basiretsizliğinin daniskası olur.