Sabır bu hayatın olmazsa olmazlarından. Hele de ülkemizde. Ne kadar uzun yaşadıysan o kadar çok ve giderek artan biçimde ihtiyaç duyduğumuz bu direnç güçlendirici bizde doğuştan mı tanımlı, yoksa yaşadıkça mı öğreniyoruz dersiniz. Bana kalırsa her ikisi de doğru görünüyor.
Kimimiz çocukluğumuzdan beri çok sabırlı olduğumuz için yakın çevremizden aferinler alırken, bazılarımız sabırsız olduğumuz için azarlandı, beklememiz istendi. Bekledik.
Oysa göz açıp kapanıncaya kadar geçen hayatta bir şeylerin çabucak olmasını istemek çok da büyük suç olmasa gerek. Ne var ki, bazı şeylerin çabucak olması için çarkları tıkır tıkır işleyen kamusal bir düzenine ihtiyaç var. Bizdeyse böyle bir düzen yok. Atanamadığı için intihar eden gencecik öğretmenlere sabırsız diyebilir miyiz? Son günlerde listelerce önümüze dökülen isimler sabrederek mi ulaştılar bugün sahip oldukları işlere, görevlere? Yaşadıkları hayata sabrederek mi geldiler? Hayır. Demek ki sabır ile zaman arasındaki ilişkinin gücünü sabır ile emek arasındaki ilişki belirliyor. Bekleme gücü ve dayanıklılığı gerekiyor.
Ünlü Fransız yazar Balzac da bu konuda benimle hemfikir gibi. ‘Eugénie Grandet’ adlı romanında “Her insanın gücü sabır ile zamandan oluşur” diyerek sabrın bir direnç mekanizması olduğunun altını çiziyor. Peki nasıl oluyor bu güçlenme? Aşınmayı göze alarak. Hayat iyisiyle kötüsüyle bir ırmak gibi akıp geçerken, olduğumuz yerde sabırla kalabilmek için aşınmayı, azalmayı göze almak gerekiyor. Sert gelen her akıntıda bizi devirmeden içimizden akıp geçebilsin diye fark etmeden içimizde oyuklar açıyoruz. Daha şiddetli bir akıntı geldiğinde daha büyük bir oyuk, kocaman bir delik, bir boş alan... Zaman ne kadar uzunsa oyuklar o kadar çok oluyor. Bana göre anca böylelikle ulaşabiliriz aşınan her şeyin kendine has gücüne, güzelliğine. Kararlı bir sabırla.
İtalyan ressam Vassari’nin 1551-1552 arasında yaptığı Sabrın Alegorisi böyle bir bekleyişi anlatıyor. Arezzo Piskoposu için yapılan bu tablo pek çok açıdan ilginç. Sabırlı olmayı başarılı bir kariyerin anahtarı olarak gören Piskopos bunu anlatan bir resim yapmasını istediğinde Vassari, birkaç taslak üzerinde çalıştıktan sonra son hali vermek için Michelangelo’ya danışıyor. Michelangelo’nun yönlendirmeleriyle son şekli verilen bu tablo, kollarını kavuşturmuş gerçek boyutlardaki anıtsal bir kadın figürünün zamanın akışını izlemesini konu alıyor. Yanındaki antika bir su saatinden sicim gibi akarak ayağını bastığı taşı aşındıran suya kollarıyla kendini korumaya alarak ve zamanın efendisiymiş gibi bakan bu kadını görüp etkilenmemek mümkün değil. Dikkatlice bakıldığında aşınan taşın kenarında Latince Diuturna Tolerantia (günlük tolerans) yazısı göze çarpıyor. Zamanın günlük toleransımızı nasıl aşındırdığının görüldüğü, kadının bunu koruyabilmek için bir ayağını taşın üzerine sıkı sıkı bastığı bu tablo, sabrı yukarıda tarif ettiğimden farklı ele alsa da yine bir bekleyiş halini anlatıyor. Tablonun hikayesini bilince bu bekleyiş hali ilginçleşiyor.
Vassari tabloyu tamamladıktan sonra Sabrın Alegorisi ünü hızla yayılan bir sanat eserine dönüşür. O günün ileri gelenlerinden pek çok insan böylesi sabır dolu bir tabloya sahip olmak için sabırsız davranırlar. Bunun sonucunda da resmin çok sayıda kopyası yapılmaya başlanır. Zaman tabloda resmedildiği gibi akadursun, bu görkemli resmin aslı bütün bu kopyalar içerisinde kaybolur. Öyle ki, orijinali bugün hala ortaya çıkmış değil. Nerede olduğunu bilmediğimiz bir yerde sabırla bizimle buluşacağı günü bekliyor. Tıpkı bizim gibi, o da sabırlı bekleyişine devam ediyor.
Son günlerde giderek birbirimize daha çok ‘sabret az kaldı’ deyip güç vermeye çalıştığımıza tanık oluyorum. Çok durduk, çok bekledik. Hayli zaman geçti üzerimizden. Aşındık ve azaldık. Ama Balzac’ın dediği gibi güçlendik ve dirayet kazandık. Şimdi artık dimdik durduk bekliyoruz. Sabredelim. Az kaldı.