Fransa´da Nisan 2022´de gerçekleşecek cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığı olası görünen Eric Zemmour, her geçen gün tarihi ve siyasi söylemleri ile dikkat çekmeye devam ediyor.
Fransa’da yaklaşan seçimler için şimdilerde en çok öne çıkan isim, adaylığı kesinleşmemiş olsa da, Eric Zemmour. Peki neden Zemmour’dan bu kadar çok bahsediliyor? Dergi kapaklarında, televizyonda programlarda, kitapçıların vitrinlerinde, gazetelerde son zamanlarda hep Zemmour’u görmek mümkün. Polemik yaratan, ırkçı, antisemit, cinsiyetçi fikirlerini en ufak bir çekince duymadan her firsatta dile getiriyor.
Zemmour, ekim ayı sonu itibari ile henüz resmi olarak adaylığını ilan etmemiş olsa da, ülke içinde gezilere çıkıp, toplantılarda konuşmacı olarak yer alıyor.
Cumhurbaşkanlığı yarışında senelerdir mücadele eden Marine LePen’i yeteri kadar sağda bulmayan seçmen için Zemmour bir alternatif, potansiyel bir aday olarak öne çıkıyor. Hatta Marine LePen’in babası, Jean Marie LePen de, “Zemmour aday olursa ben de onu destekleyebilirim. Aramızdaki tek fark onun Yahudi olması. Onu faşist ya da Nazi olarak fişlemek daha zor olur. Bu da ona özgürlük veriyor” dedi.
Zemmour’un Yahudi olması, Holokost ve antisemitizm konularındaki fikirlerini özgürleştirir mi? Antisemitizm bir Yahudiden geliyorsa daha mı kabul edilir olur?
Zemmour, Dreyfus olayından, Toulouse’daki Yahudi okuluna yapılan saldırılara kadar tarihte yaşanmış olaylar hakkındaki görüşleriyle polemik yaratmaya devam ediyor. 1894’te yaşanan ve Fransız tarihine damga vurmuş Dreyfus olayı için, “Dreyfus masum muydu? Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Dreyfus’a Yahudi olduğu icin değil Alman olduğu için saldırıldı” dedi.
Fransa’nın, II. Dünya Savaşında Almanya ile iş birliği yapıp Holokost’un bir parçası olduğu gerçeğini kabul etmemenin imkansız olduğu bir zamanda Zemmour, tarihi ‘aklamaya’ da çalışıyor. Zaman zaman ortaya çıkan, “Fransa’nın dileyecek bir özrü yok” görüşüne destek olan fikirlerini savunmaktan geri kalmıyor. Burada bir parantez açmak ve Fransa’nın resmi olarak Yahudi Soykırımındaki sorumluluğunu ve suçunu kabul etme sürecinden de bahsetmek istiyorum.
1940-1944 arasında Fransa’nın bir kısmı Alman işgali altındaydı. Bu zaman diliminde Fransa’da Vichy Hükümetinin başında Mareşal Pétain bulunuyordu. O yıllarda Fransa, ‘Fransız devleti’ olarak, günümüzde ise ‘Vichy Fransa’sı’ olarak tanımlanır. İşgal altındaki Fransa’da yabancı ve Fransız Yahudiler toplama kamplarına gönderildi.
Fransa’nın 1944-1945’te özgür olduğu tarihten beri, Holokost’taki sorumluluğunun resmi olarak tanınması zaman aldı. Vichy’nin meşru olmadığı fikrinin ardına sığınarak bu tarihi gerçeklik 50 sene inkâr edildi. Cumhurbaşkanı seçildikten iki ay sonra, Jacques Chirac, 16 Temmuz 1995’te, Fransa’nın sorumluluğunu kabul etti.
Artık ne Mareşal Pétain’in ne de Vichy Hükümeti ve Fransa’nın sorumluluğunu tartışmamıza gerek yok. Fakat, Zemmour ve onun gibi sağcı siyasetçiler bu gerçeği görmezden geliyorlar, zaman zaman tarihi aklamaya çalışıyorlar. Bu inkârcılığı Zemmour’un yapması elbette daha çok dikkat çekiyor, çünkü kendisi de bir Yahudi.
Zemmour, “Mareşal Pétain, Fransız Yahudileri korumak için yabancı Yahudileri verdi. Fransız halkını sürekli olarak suçlamaya çalışıyoruz” açıklamasında bulundu. Bunun üzerine, aile üyeleri Holokost’u yaşamış kişiler, tarihsel olarak herhangi bir gerçekliği yansıtmayan bu açıklamaya ilk tepkileri verdiler. Savaş esnasında 50 bin yabancı, 24 bin Fransız Yahudi toplama kamplarına gönderildi. Fakat Zemmour, Mareşal Pétain sayesinde Fransız Yahudilerinin yüzde 95’inin kurtarıldığını savunacak kadar tarihsel gerçeklikten uzak.
Fransa’da yürürlükte olan Pleven ve Gayssot kanunları da Zemmour’un hedefinde. Bu iki yasanın amacı ırkçı, antisemit, ayrımcı ve inkârcı fikirler ve davranışlarla mücadele etmek. Bu yasalar antisemitizm ve ırkçılığın bir fikir olarak değil, suç olarak tanınmasında öncü. Gayssot kanununun 9. maddesi gereğince insanlığa karşı işlenmiş suçların inkarı da suç olarak tanımlanıyor. Zemmour’a göre bu kanunlar düşünce özgürlüğünün önünde birer engel.
Zemmour öte yandan da kimlik ve aidiyet üstünden bir siyasi söylem inşa ediyor.
2012 yılında Toulouse’da Oztar Hatorah Okuluna yapılan terör saldırısı hakkında da oldukça polemik yaratan sözleri de oldu. Terörist Muhammed Merah ve Yahudi aileler arasında bir paralellik kuran Zemmour, ikisinin de Fransa’ya ait olmadıklarını söylüyor. Merah’ın ailesi, cenazenin Cezayir’e gömülmesini, Yahudi aileler de cenazelerin İsrail’e gömülmesini istemişlerdi ve öyle oldu. Bu Zemmour’a göre Fransa’ya ait olmamanın, yabancı olmanın bir göstergesi. Hatta, bu tezini antropologların söylemleri ile destekleyen Zemmour, “Gömüldüğümüz yere aitiz” diyor. Cenazeleri İsrail’e taşıyan aileleri, Fransa’ya ait görmüyor. Antropoloji, tarih boyunca kimi zaman çarptırılarak ırkçı ideolojilerin meşrulaştırılmasında kullanıldı.
Toulouse’daki saldırıda hayatını kaybeden Jonathan Sandler’ın babası Samuel Sandler, bu sözlere hem bireysel hem de avukatı aracılığı ile cevap verdi. Zemmour, katıldığı bir radyo programında Samuel Sandler için “Acısı konusunda takıntılı ve avukatları tarafından manipüle edilen yaşlı bir adam” ifadesini kullandı. Bunun üzerine Sandler’ın avukatı Patrick Klugman, Zemmour’a dava açacaklarını belirtti.
Fransa Yahudi Cemaatleri Birliği (CRIF), Zemmour’a tepki veren kurumların başında geliyor. CRIF Başkanı Francis Kalifat, Zemmour’un aday olması halinde tek bir Yahudi’nin bile ona oy vermemesi gerektiğini ifade etti. Yahudilerden bir grup, Zemmour ile aynı dine ait olmaktan utandığını da belirtiyor.
Elbette ki, “Yahudi oyu” diye bir olgudan bahsetmemiz mümkün değil. Çünkü, Yahudiler de diğer gruplar gibi heterojen bir yapıya sahip. Aynı zamanda, Zemmour sadece Yahudi olduğu için, bütün Yahudiler onun davranışlarından ve söylemlerinden sorumlu değil.