Sıcak havalarda rotasını İzmir´e çevirenler çoğunlukla Çeşme´yi tercih eder. Fakat İzmir´in dikkate değer başka sahil yöreleri de bulunur. Son Çeşme ziyaretimizde, çevre yöreleri tanımaya vakit ayırdık. Bu yazımızın konusu Urla ve Sığacık…
Güneş, kum, deniz denince birçoklarının aklına Türkiye’mizin Ege ve Akdeniz sahilleri gelir. Ege kıyılarından başlayarak güneye doğru inersek Balıkesir iline bağlı Ayvalık; İzmir iline bağlı Çeşme, Foça, Seferihisar, Urla; Aydın iline bağlı Kuşadası, Didim; Muğla iline bağlı Bodrum, Fethiye, Marmaris, Datça; Akdeniz’de ise Antalya iline bağlı Alanya, Kemer, Finike, Kaş ve Kalkan en çok tercih edilen tatil yörelerimizdir.
Pandemi nedeniyle uzun süre seyahat yapamadık ve tatile çıkamadı. İki BionTech – Pfizer aşımızı da olduktan sonra biraz cesaretlenip tatil yapmayı düşündüğümüzde, İzmirli dünürlerimizin davetini kabul edip, Çeşme’ye biraz kültürel, biraz turistik bir gezi yapmaya karar verdik. Bu yazımda hem dinlence hem de eğlence içeren bu tatilimizi paylaşmak istiyorum.
Aldığımız davet sonrası, birçok kez gittiğimiz İzmir’in güzel ilçesi ve tatil beldesi Çeşme seyahatimizin planlamasını, kafamda kurgulamaya başladım. Pandemi öncesi yine bir yaz tatilinde Çeşme’ye gitmeye karar verdiğimizde en az benim kadar gezgin ruhlu dünürlerimiz Enriquez’lere, “Gelmişken bir - iki günlüğüne Yunanistan’ın Chios (Sakız) adasına gider miyiz?” dediğimde bizi kırmamış o geziye Sakız Adasını da sıkıştırmıştık.
Bu kez de yine gezgin ruhum rahat durmadı; farklı bir iki yer görür müyüz diye program yapmaya koyuldum. Çeşme’ye daha önce de birçok defa gittiğimizde buraya bağlı Alaçatı, Ilıca, Şifne, Dalyan, Aya Yorgi koylarını gezmiş, harika Ege denizinin tadını çıkarmış, lokantalarında balık ve rakı keyfi, marinalarında güzel teknelerin görüntüsünde şarap ve peynir eşliğinde happy hour yapmıştık. Bu tatilimizde dinlence ve eğlencenin yanında, kültürel ve turistik geziler de katıp tatilimizi biraz daha renklendirme fikrimi, sevgili dünürüm Alber her zamanki gibi geri çevirmeyip kabul etme nezaketini gösterdi. Kafamdaki program bir gün Çeşme’de dinlenip denizin tadını çıkarmak, sonrasında da çevre gezisi yapmaktı. Bu sefer görmeyi istediğim yerler İzmir’in değişik tatil ilçeleri Urla ile Seferihisar’da Sığacık idi.
Okurlarımızın birçoğunun Çeşme’ye gittiğini, burada tatil yaptığını düşünüyorum. Bu nedenle amacım Çeşme’yi değil, ilk defa gittiğim Urla ve Sığacık kaçamağımızı aktarmak. Kim bilir belki de yazımı okuduktan sonra sizler de programınıza almaya değer görürsünüz.
Ben buralarla ilgili internet üzerinden çalışmalar yaparken, sevgili dünürlerim de bizleri en güzel şekilde gezdirebilmek için program hazırlığı içindeydi.
Urla yolunda ilk durak Arkas Müzesi
Bir Çeşme sabahı, güne Alaçatı kahvaltısıyla başladık. Klasik kahvaltılıkların yanı sıra, İzmir’in spesiyal poğaçası, sıcak sıcak boyozlar eşliğinde mükellef kahvaltı sonrası yola koyulduk. Çeşme-Urla arası araba yolculuğumuz yaklaşık bir saat kadar sürdü. Yol üzerinde geçtiğimiz yerler hakkında rehberlik bilgiler verdi. İlk ziyaret ve mola yeri Arkas Sanat Merkezi ve Müzesi idi. Türkiye’nin lojistik ve taşımacılık sektörünün belki de ilk sırasında yer alan Arkas şirketinin ve ailesinin resim ve heykel koleksiyonunu halka açık sergiledikleri müze, binası ve bahçesiyle harika bir yer. 2011 yılında hizmete giren müzenin girişi de ücretsiz. Müzenin hatıra defterinde B.T.S imzasıyla, bir - iki satırla duygularımızı da paylaştık. Tebrikler ve teşekkürler Arkas Ailesi, ülkemize, mükemmel bir sanat merkezi ve müze kazandırdığınız için.
Müzeden sonraki durağımızda Urla’nın merkezine ve marinasına gittik. Tipik bir Yunan adası görünümündeki liman ve sokakları gezerken çok keyif aldık. Deniz üzerindeki küçük balık lokantalarından yayılan anason kokusu, saat uygun olmasa da bizleri davet eder gibiydi.
Bu kez istikamet Urla’yı tepeden gören manzarası ile Güvendik Tepesi idi. Tüm Urla’ya nerede ise hakim bir manzarada Urla İskelesi, Marina ve karşımızda Karantina Adası adeta bir tablo gibiydi. Sonrasında sıra merkezde yer alan Malgaca Pazarı ve Sanat Sokağını ziyarete gelmişti. İstanbul’da Ortaköy’ü andıran bu yöre çok şirin ve sempatikti. Yöresel otlardan yapılan yemeklerin sunulduğu lokantaları, hediyelik eşya dükkanları, sokak aralarındaki butik otelleri, İtalya’daki Bari sokaklarını ve Alberobello’yu anımsattı bizlere. Yemekleri ve lezzeti ile tanınan Beğendik Abi Lokantasına, sırf göz zevkimizi tatmin etmek için girdik. Kabak çiçeği dolmaları, deniz börülceleri, şevketi bostan ve arapsaçı yeşillikleri ile yapılan et yemekleri, ev baklavaları, kompostolar harika gözüküyordu. Sahilde anason ve kalamar tava kokusu ile aklımızı çelmeye çalışan meyhaneler gibi, burası da nefis görünen yemekleri ile bizleri kandırmaya çalıştı. Eminim ki yeseydik damak çatlatan lezzetler tadacaktık. Sıkı yapılan kahvaltı sonrası çok aç olmadığımızdan bu lezzetleri tok karın ile mundar etmek istemedik.
Bizler sokakları ve lokantaları dolaşırken, Alber “Birazdan geliyorum” diyerek ortadan kayboldu. Yine bir sürpriz peşinde olduğunu tahmin etmiştik. Nitekim elinde birkaç kutu pizza ile merkezdeki parkın ağaçları altına gelmemizi söyledi. Ben de pizzaları görünce ortalıkta gördüğüm bir bakkaldan buz gibi meşrubatlar aldım. Parkın banklarında oturup ayaküstü atıştırdık.
Urla bağları
Sıra Urla’nın üzüm bağlarındaki şarap üretim evine gelmişti. Urla için hazırladığım gezilecek yerler listesi nerdeyse Alber’in hazırladığı ile birebir tutsa da benim listemde Urla üzüm bağları ve şarap evi yoktu. Gezgin dostum, arkadaşım, dünürüm dersini iyi çalışmıştı. Buraya kadar gelmişken bir de denizine girip biraz ferahlayalım deyip direksiyonumuzu Marika Beach’e çevirdik. Plajın barında buz gibi içeceklerimizi içip, Urla’nın serin sularına girip yorgunluk attık.
Bir saat kadar burada dinlendikten sonra “Abbas’a seslendik. Vakit tamam” dedik. Dönüş yolumuzda Karaburun’un Balıklıova beldesindeki Garibin Yeri’nde rakı balık keyfini çok geç bir saate bırakmadan yaptık. Tam deniz üzerinde salaş ama bir o kadar da keyifli bir mekan Garibin Yeri. Mezeler, salata, levrek güzeldi ama barbun benim için masanın favorisi idi. Biraz kültürel, biraz turistik geçen harika günümüzü Çeşme’de misafir olduğumuz deniz manzaralı Atilla Polat’taki evin balkonunda hep beraber içtiğimiz kahve ile sonlandırdık.
Çeşme tatilimiz içinde programladığımız bir başka çevre gezisi, Seferihisar’ın Sığacık beldesine idi. Son zamanlarda televizyonda gösterimde olan bir dizi burada çekiliyordu. Balıkçı köyü görüntüsündeki bu yeri hazır Çeşme’ye kadar gitmişken programa almayı uygun gördüm. Yine biraz internet, biraz da daha evvel buraya gelmiş kişilerden aldığım bilgiler doğrultusunda bir Çeşme sabahında yola koyulduk. Önce yol üstü lezzetlerinden boyoz, yumurta, çay üçlemesi eşliğinde yaptığımız kahvaltıdan sonra yaklaşık bir saat süren araba yolculuğu sonrası Sığacık’a vardık.
İlk istikamet Teos Antik Kenti idi. MÖ 1000’li yıllara varan Helenistik ve Roma dönemine ait olan ve Dionysos’un oğlu Athames tarafından kurulan, içinde Akropol, agora, tiyatro, hamam, sarnıç ve tapınak kalıntıları olan arkeolojik alanı bir buçuk saate yakın bir zamanda gezebildik. Uzun yıllar Teos, bir sanat kenti olarak kalmış. Antik Çağın önemli filozof ve sanatçılarından şairler, Anakreon, Antimakhos, Epikuros, Nausiphanes, Apellikon ve tarihçi Hekataios burada yaşamış. İşte buralarda, onları yürüdüğü, yürürken sohbet ettikleri yollarda şimdi bizler yürüyorduk. Bu yüzden benim için çok heyecan verici bir ziyaret olmuştu. Antik kentten çıkınca direksiyonu merkeze çevirdik, Teos Marina önünde park ettik. Küçük ama şirin bir marinaydı. Sığacık kale içine yürüdük. Lokantaları, kafeleri, butik otelleri, hediyelik eşya satan dükkanları ile küçücük, şirin mi şirin bir sokaktı kale içi. Sokağın bittiği yerde limana ve sahile çıkıyorsunuz. Sahilde çay bahçeleri yan yana sıralanmış. Arkadaşlar kahvelerini sipariş verirken ben, sahilin sonunda bulunan Sığacık Kalesini görmeye gittim. Kale denince en azından, Rumeli Hisarı gibi bir kale göreceğimi beklerken yol boyunca uzayan surların bitiminde kalenin yıkık harabelerini görünce biraz hayal kırıklığına uğradım. Parka giderken kağıt helva içinde dondurma aldık. Dondurmayı almadan fiyatını sormak aklıma gelmemişti. Ama öderken fena kazıkladığımızı anladık. Bir kez daha turistik yerlerde, turistlerin sağılacak inek gibi görüldüğünü anladık ve üzüldük. Yarım gün süren Sığacık turumuzu tamamladıktan sonra, Çeşme’ye dönüp bir kez daha serin sulara kendimizi attık.
Bu arada Çeşme’de her zamankinden farklı ne yaptığımızı sorarsanız anlatayım… Bir gecemizde Ayasaranda Tepesinden Çeşme’yi panoramik izlemeye gittik. Akşam yemeğine gitmeden bu tepeden gün batımını soğutulmuş şarap, balık yumurtası eşliğinde, arabanın bagajından çıkardığı şezlonglara kurulup güneşin batışını izledik. Akşam yemeğimizi ise yine Ontur Otel’e komşu sayılabilecek bir yerde Dalyan-Ayasaranda arası Sakız Adası manzarasındaki balık lokantasında harika spesiyal lezzetler tattık. Adeta Yunan adalarındaki lokantalarında hissettik kendimizi. Sağanaki tarzı ızgara yapılmış sepet peyniri, Greek saladvari çoban salatası, pabucaki benzeri patlıcan, çiroz, enginar kalbi, lezzetin doruğunda idi. Karides güveç, ahtapot ızgara ve kalamar tarzı lezzetleri yemediğimiz için ızgara sardalye yaptırdık. Yediklerimizi hepsi damak çatlatan türdendi.
Sevgili gezgin dostlarım, bir Çeşme tatilini daha kısaca özetlemeye çalıştım. Misafirperverliği için bu satırlar vasıtası ile bir kez daha Enriquez Ailesine teşekkür ediyorum. Tatil bahane, gezmek şahane.
Bir tutkudur seyahat…