Sanat sanat içindir ama aynı zamanda sanat toplum içindir. Sanatçı Fahriye Çıtaklı ile sanatın birleştirici yönünü, evrensel dilini ve nefret dolu fikirlere karşı savaşmada ne kadar güçlü bir araç olduğunu konuştuk…
Geçtiğimiz aylarda Şalom ArtıOnsekiz ekibi olarak Yenikapı Avrasya Gösteri ve Sanat Merkezindeki ArtContact İstanbul Çağdaş Sanat Fuarını ziyaret etmiştik. Sanat ve kültür köşemiz kapsamında gerçekleştirdiğimiz sergi ziyaretimizin sonunda, aklımızda en çok kalan sanat eserlerinin bir seçkisini sunmuştuk. Oldukça geniş bir alana yayılan, çok fazla sayıda esere yer veren bu fuarı çok keyif alarak gezmiştik. Açıkçası kısıtlı sayıda eseri dâhil etmek üzere seçmek de oldukça zordu. Bu yazılı ve videolu içeriğimizin ardından, gerek eserini dâhil ettiğimiz sanatçılardan gerekse okurlardan çok güzel geri bildirimler aldık.
Eserini dâhil ettiğimiz sanatçılardan biri olan sevgili Fahriye Çıtaklı ile yazımız sonrası iletişime girdik. Teşekkürlerini ileten Çıtaklı ile eseri ve sanatı üzerine daha detaylı konuşmanın önemli ve ilgi çekici olacağı konusunda hemfikirdik. Röportajımıza geçmeden önce sergi hakkındaki yazımızı hatırlamak isteyenler için https://www.salom.com.tr/haber-118759-artcontact_Istanbul_15_haziran_tarihleri_arasinda_sanatseverlerle_bulustu.html
Sanata ilginiz nasıl ve ne zaman başladı?
Genetik biraz herhâlde… Annem ve babam yetenekliydi, beş kardeşle kalabalık ailede var olmak zor ama buna rağmen erken keşfettim sanatımı. İlkokuldan komik bir anım var; öğretmenim anneme “Çocuğun resimlerini sen mi yapıyorsun?” diye sormuştu. Farklı bir bakış acısıyla çiziyordum, annem ve öğretmenim fark etti bunu. Eve üç gazete girerdi, gazetelerin köşelerinde duran çizer ve karikatüristlerin işlerinden küçük yaşlarda etkilendim. 80’li yıllarda Turgut Özal gibi siyasetçilerin uzun süre televizyon ekranlarında kaldığı dönemde Adile Naşit, Barış Manço gibi kişiliklerin portresini yapardım. Bir süre sonra boyalar, mürekkep şişeleri istila etti evi, başladı ve hiç bitmedi…
Ağaç yaşken eğilir modeli… Aynı zamanda Güzel Sanatlar’da öğretmenlik yapıyorsunuz. Öğretmenlik ve sanatçılık arasındaki ilişkiyi nasıl görünüyorsunuz?
İkisi de güzel bir tempoyla gidiyor; yeni öğrenciler yeni bakış açıları… Usta-çırak ilişkisi. Ben ne kadar üretirsem öğrencilere de aynı şekilde o yelpazeyi geniş tutarak o aktarımı sağlıyorum. Beni motive de ediyor. Hem eğitmen olmak hem sanatçı olmak zorlamadı o nedenle. İlla sanatçı sanatıyla ilgilensin gibi bir düşüncem yok, ekonomik olarak beni destekliyor öğretmenlik. İlerde devam edebilir miyim bilmiyorum ama sanatımı olumsuz yönde etkilemedi. Hatta gerçekten sanat kavramını öğrencilere aşıladığım için olumlu bir etki, örnek olduğumu düşünüyorum.
“GALERİCİLER KAPİTALİST DÜZENDE BİR ÜRETİM İSTİYOR”
Şimdiki soru bence çok önemli ve günümüzden. Türkiye gündemini ilgilendiriyor; Türkiye’de sanata verilen önem ve değer sizce nasıl?
Türkiye’de sanata verilen değer yeterli değil tabii ki, toplumda bir yozlaşma var. 80’li yıllardan itibaren toplumda yeni bir şekillenme var. Cumhuriyet dönemindeki sanata sevgi sekteye uğramış durumda. Sanatçı tek başına, sanatçı üretiminde bir destek göremiyor devletten. Avrupa’da, özellikle pandemide sanatçı çok zor durumda kaldı ve Avrupa’da bu destek varken Türkiye’de böyle bir destek göremiyoruz. Sanatçılar içerisinde bir sendikalaşma da yok. Sanatçılar yalnız, tek tabanca ve cesurca cenk etmeye çalışıyorlar. Türkiye’de fuarlar var festivaller var ama yine sanatçının üzerinde bir yük var. Galericiler ve küratörleri bile sömürü içerisinde kapitalist düzende bir üretim istiyor; bu da sanatçıda bir baskı ve mücadele durumu yaratıyor. Aslında yürekten arkadaşlarımı desteklemek istiyorum, onlar için de destek istiyorum. Maalesef Türkiye bu konuda hem izleyici hem de satın alma konusunda zayıf. Sanattan anlayan insanların azlığıyla da ilgili ama destekleyen de çok yok. Keşke daha iyi olsa…
Aslında potansiyeli yüksek, çok iyi gelişebilecek bir topluluk olduğu ama onlara yeterli destek çıkılmadığı için büyüyemediği konusunda hemfikiriz.
Son dönemdeki fuarlarda bazı siyasilerin desteği oldu, özellikle ArtContact’ta Ekrem İmamoğlu’nun desteği oldu. Bu farkındalık daha çok olmalı, halkın da izleyici olarak en azından varlığıyla desteklemesi gerekiyor bence; buna ihtiyaç var.
Sanatçı olmanın Türkiye’de zorluklarından bahsettik. Şimdi de kadın özelinde sorayım. Türkiye’de kadın sanatçı olmayı üç kelimeyle özetleyebilir misiniz?
Hâlâ kadın haklarından söz eden bir toplumda yaşıyoruz, hâlâ kadınlar var olma çabasını, hayatta kalma çabasını gösteriyor. Mücadeleye devam edeceğiz, kadın olmak hem bu ülkede hem dünyada zor zaten. Üreten bir sanatçı olmak hele, ‘mobbing’e uğramak… Üç kelime ile özetlemek zor, parantez açarsak çok geniş olacak. Ama kadınların şöyle bir avantajı var; hassasiyeti daha yüksek, ince ve zarif bir anlatım dili kullanabiliyorlar erkek sanatçılara göre bence. Ama hak edildiği değer görülmüyor, o nedenle yine erkek sanatçılar daha avantajlı sanat dünyasında. Kadın sanatçılar konusunda sanat tarihinin tekrar yazılması gerektiğini düşünüyorum, çünkü göz ardı edilmiş, yok görülmüş birçok kadın sanatçı var. Öte yandan ben kadın sanatçı olmanın artı yönünü hissediyorum; üretkenliğime faydalı o hassasiyetim, dinamikliğim beni kadın olarak daha aktif hale getiriyor. Duygularımı daha aktif yansıttığımı düşünüyorum. Muhalif bir bakış açısı zaten çocukluğumdan beri var bende. Bu karikatürlerime de yansıyor, politik işler üretme var ama aynı zamanda toplumu iyileştirme kaygısıyla üretiyorum. Önce kadınları ve kendi kişiliğimi zorlayan sorunları eserlerimde dile getiriyorum; ilaveten kadın olmak bana çeşitlilik getiriyor üretimimde.
Kadınların verdikleri mücadele yanı sıra, bu zorlukları fırsata çevirebilecekleri bir alan yaratması da güzel bir bakış açısı diye ekliyoruz.
Sonraki sorumuz, önceki içeriğimizde ayrıca bahsettiğimiz Adolf Hitler portresi özelinde. ArtContact sanat fuarında gördüğümüz ve birçok kişinin gözüne çarpan bu esere kanalize olmuştuk. Belirli kötü sebeplerden hem göz alıyor hem de açıklamasını okumadan önyargıyla yaklaşılmaya çok müsait. O yüzden bu soru benim için ayrı bir önem teşkil ediyor. Bu eseri nasıl yapmaya karar verdiniz? Tepkiler nasıl geldi?
“Faşizm terimi yüz yıla yakındır hayatımızda olsa da insanlık tarihi boyunca ırkçılık, ayrımcılık ve dikta rejimler hep var olmuştur. Ama baskının ve baskıcının olduğu yerde daima özgürlük için mücadele eden aydınlar vardır. Sanat da bu mücadelenin verildiği alanlardan biri olmuştur. Bu sanat eseri de faşizmle mücadeleyi sürdürme niteliği taşımaktadır.”
1940’lar zaten dünya tarihinde radikal, şiddetli olan bir dönemeç aslında. 1940’larla ilgili belgeseller ve kitaplar okuyordum zaten, sanatın evrilebilmesinde sanayinin hızlanması, savaş ve üretim, insan kıyımları vs. çok olduğu bir dönem. Avrupa’nın şekillenmesinde rol alan birincil isim de Hitler. Ben Hitler’i güzel anlatmak istemedim, çünkü Hitler tarihte olumsuz bir karakter. Ve 1940’lar serisini her bireyin farklı bir objeyle anlatılması olarak düşündüm. Bu konuda kafa yorduktan sonra ilk düğme kullanma fikri aklıma gelmişti. Düğme toplamaya başladım, malzeme araştırması yaptım, ama baktım ki düğmeler yetmeyecek, bu fikri biraz değiştirdim. Bir kısım düğmeydi sonra seramikten bunları küçük küçük yapmaya başladım, bazıları seramikten düğme, bazıları kuru kafa fuarlarından, bazıları metal düğme. Kurukafaların anlamı tabi ki kurbanları anlatıyor, kurşun renk olması savaş dönemini anlatıyor, gri olması dediğim gibi faşizmi sembolize ediyor. Böyle tepkisiz ve sessiz kaldığımız dönemlerde faşizm liderliğe çıkıyor, onların birisi de Hitler’di. Kırmızı alan ise faşizmin hâlâ hissedildiğini anlatmak istiyor, o gözyaşları ve acıyı hissedebilirsiniz diye nokta nokta işledim onları; yakından detaylı bakarsanız daha belirgin görünecektir. Zaten tiksinç bir bakışı var; hedefim hâlâ sende, seni alabilirim, hâlâ sen benim kıyımlarım içerişinde yer alabilirsin der gibi. Hitler’i sadece sembolik bir diktatör olarak koydum, şu an günümüzde dünyanın birçok yerinde halkına veya başka ırklara faşizm uygulayan bir sürü kişi var. 1940’lar serisinde başka kişileri de işledim, illa olumsuz kişileri anlatmadım. Mesela Nâzım Hikmet var. Hikmet sanat dünyasının öne çıkan isimlerinden birisi. Marilyn Monroe var, Monroe’yu Barbie bebeklerle anlatıyorum mesela. O Barbie bebeklerdeki sahte gülüş, zehirli hâl, yalnızca dış görünüşe yoğunlaşan toplum ve iş dünyası ve zorunlu güzellik algısını göstermek istedim.
Her işlenen karaktere göre kullandığınız araç gereç farklı oluyor, bana sorarsanız düğmeye nazaran kuru kafalar inanılmaz bir mesaj veriyor ve etkisi daha güçlü. Vermek istenilen mesaj, ne kadar derinlikli olduğu, kuru kafaların yardımıyla daha anlaşılır oluyor.
Düğme fikri bu savaş yıllarında insanların kamplarda kıyafetlerdeki düğmelerin söküldüğü ve o kemik düğmelerle farklı şeyler yapıldığına atıfta bulunuyor. Ayrıca Atatürk’ün ölümünde Ermenilerin yas için düğme kopartıp attıklarını okumuştum, sonra bu düğme fikri oradan çıktı. Şimdilik düğmeler sadece Hitler’de kaldı ama başka fonlarda devam edeceğim inşallah.
“HİTLER TABLOSUNDA BENİ KIŞKIRTTILAR”
Bu riskli ve politik bir eser aslında. Açıklamayı okumayan bir insan çok yanlış da anlayabilir. Buna rağmen bu tabloyla devam etmenizdeki en büyük etken neydi?
Beni kışkırttılar açıkçası… Bunu sergileyemezsin, yanlış anlaşılır, sanat dünyası bunu kaldırmaz, kimse satın almak istemez vb. cümleleri çok duydum. Ama zaten satın alınabilir bir eser yapmak istemedim. Sanat için bir şeyler yapmak istedim. Çünkü fuarlarda ticari mal olarak görülüyor eserler ama ben o zaman sanat nerede diyenlerdenim. Benim işlerim daha önce sansürlenmişti, veto edilmişti birçok galeriden, son mücadelemde “Ben bunu sergilemek istiyorum yoksa ben yokum” dedim. Ve devam ettim. Bahsettiğim gibi birazcık muhalif duruşum var. İnsanlara karşı olumsuz her şeye eleştirel yaklaşıyorum ve bunu sanatıma yansıtıyorum. Açıkçası biraz dik duruşumdan dolayı vazgeçmedim ve sergilemek istedim. Anlatmak istediğim evrensel bir konuydu, evrensel konudan herkese ulaştık fuarda, buna inanıyorum ben.
Bu eser için özellikle kullandığınız teknikler nelerdir?
Seramik, akrilik, metal kuru kafa düğmeler ve bol yapıştırıcı… Kuru kafa, metal rozet ve düğmeler yeterli olmayınca polimer kille yapılmış kuru kafalar yaptım. Zeminde yaptığım kırmızı dokular akrilik, boncuk boyasıyla yapılan yüzey üzerinde tasarım yaptım. Karışık teknik diyelim. Yani bu Dadaistler savaş karşıtı olarak yorumlanır, ben bunu bir Dadaist eser olarak görüyorum. Bir kategoriye, akıma konsun diye yapmadım açıkçası ama savaş karşıtı bir eser, faşizme karşı çıkan bir eser.
“Kırmızı kabarık dokunun hissedilebilir olması ve canlılığını koruması faşizmin hiçbir zaman çok uzakta olmadığını, sırtında bir kambur gibi taşıdığı kanlı ve karanlık mazisiyle bize her zaman aynı şeyleri tekrar yaşatabileceğini hatırlatır.”
Kapanışa geçmeden… Sanatın hayatınızdaki yeri ve önemi?
Sanat benim için uyku hapı gibi; bazen sakinleştirici, bazen de uyarıcı, bazen enerji veren bir şey. Sanat olmasa herhâlde ben de olmazdım diye düşünüyorum çünkü beni en iyi ifade eden şey sanat eserleri; bir şeyler üretmek. Kadın olmamdan bağımsız, bir insan ve toplumda bir birey olarak rahatsız olduğum tutumları sanatla anlatıyorum. Bu bir dil. Bağımsız kalmak ve inandığım sanatı yapmak ve işte buna rağmen bedeller ödemek… Çok para kazanıyor musun dersen çok para kazanmıyorum henüz. Çok para kazanacağım günler olur ama ben bedel ödeyenlerdenim mesela. Sanat bence tutkuyla yapılan bir şey ve ben bırakmayacağım. Türkiye’de ve dünyada da bu bedelleri ödetiyorlar bir şekilde. Sanat dünyasında dışlanmak olabiliyor bu, eserin sansürlenmesi olabiliyor. Ama ben özgür ve dimdik eserlerimi üretmeye devam edeceğim. Hitler gibi çirkin olanı da anlatmak istiyorum, sanatın illa güzel olanla sınırlı kalması gerekmiyor.
Sanat istediğimiz mesajı iletmek için bir araç olabilir dedik. Peki, sanatı nasıl olumlu bir araç olarak kullanabiliriz?
Sanat çok güçlü, yani direk hedef kitleye ne anlatmak istediğini türlü görüşler ve formlarla aktarabilirsin. Ben hem yağlı boya resimle öne çıkabiliyorum, hem de heykelle anlatabiliyorum. Ya da hislerimi karikatürle de dile getirdiğim oluyor. Karikatür daha kısa ve öz, mizah var. Daha çarpıcı bir anlatım içerisinde geniş kitlelere daha kolay ulaşabiliyor. Bu tür eserlerin daha çok kişiye ulaşması için genele hitap eden festivaller, fuarlar, galeriler falan işin içine giriyor.
Kapanışı yaparken bizi atölyesinde ağırlayan, sanata ve hayata dair içten düşüncelerini samimiyetle bizimle paylaşan Fahriye Hanım’a değerli katkıları için bir kez daha teşekkür ediyorum. Röportajımız bitti ama eserlerinizi takip etmeye devam edeceğiz.
Sanatla kalın…