Son filmlerinde Paul Verhoeven (83) ile Ridley Scott´un (84) formlarını koruduklarını görmek sevindirici.
17.yüzyılda yaşamış bir rahibenin gerçek hayat hikâyesini anlatan ‘Benedetta’ ile Verhoeven toplumun ahlak limitlerini sorgulamayı sürdürüyor. 1386’da yaşanan tarihin son yasal düellosunu anlatan ‘Son Düello’da Scott olayı üç kahramanının ağzından naklediyor.
BENEDETTA
‘BENEDETTA’
Yön: Paul Verhoeven
Sen: Paul Verhoeve n- David Birke
Gör: Jeanne Lapoire
Kur: Job ter Burg
Müz: Anne Dudley
Oyn: Virginie Efira - Daphne Patakia - Charlotte Rampling - Lambert Wilson - Alfonso Giglioli - Olivier Rabourdin - Hervéé Pierre - Louise Cheviotte
1938 Amsterdam doğumlu yönetmen - senaryo yazar ı- yapımcı Paul Verhoeven üretkenliğini ‘Benedetta’ ile sürdürüyor. 48 yıl önce Oscar adayı ‘Turkish Delices’ ile başlayan parlak kariyerinde Hollandalı yönetmen, ‘Total Recall’ (1990), ‘Robocop’ (1987), ‘Starship Toopers’ (1997), ‘Showgirls’ (1995) gibi popüler Hollywood filmleri çevirdi. 1992’de Cannes Film Festivalinin Açılış Galasında gösterilen ‘Temel İçgüdü / Basic Instinct’ yönetmenin kariyerinde en başarılı ve en çok ses getiren filmi oldu.
Bu son film ve ‘Showgirls’ gibi sinemanın farklı alanlarında tartışmalı filmler yapan Verhoeven ‘Benedetta’da kışkırtıcı hüviyetini sürdürüyor. Bu film, ‘Elle’den (2016) sonra Verhoeven’in Fransızca yaptığı ikinci film. Tarihçi Judith C. Brown’un 1986’da yazdığı ‘Immodest Acts: The Life of a Lesbian Nun In Renaissance Italy’ adlı romanını, Verhoeven David Birke ile müştereken senaryolaştırmış.
Roman 17. yüzyılda yaşamış Benedetta Carlini adlı rahibenin gerçek hayat hikâyesinden esinlenmiş. Verhoeven, skandal dozu yüksek olsa da ‘Benedetta’da her zaman olduğu gibi felsefi, siyasi ve dini tartışmalara yol açan, gayet akıcı ve bütünlüklü bir Orta çağ dönem filmine imza atıyor. Kendisi kariyeri boyunca toplumların ahlak limitlerini sorgulama ve zorlama konusunda meslektaşlarını geride bırakan bir sinema duayeni…
Bu Orta çağ öyküsünde, sanatçının yaşanmış olaylara, akademik araştırmacı ciddiyetiyle eğilen bir romandan yola çıkarak yazdığı senaryo çok başarılı. Hollandalı sanatçıyı 83’ünde üretkenliğini yüksek enerji ile sürdürdüğünü görmek sevindirici. Yoğun, derinlikli, cesur, bir film olan ‘Benedetta’da Verhoeven bilinen öykü anlatmadaki becerisini ve oyuncu yönetmedeki hünerini sürdürüyor.
Biyografik tarihi dram filmi ‘Benedetta’ doğaüstü güçlere sahip, inatçı, alaycı ve seksi bir rahibenin çocuk yaşta girdiği manastırda baş rahibeliğe yükseliş yolunu anlatıyor. Filmde din, cinsellik, hırs, erotizm, inanç, dini kısıtlamalar, histeri, isyan ve cinsel özgürlük gibi temalar işleniyor.
17. yüzyıl İtalya’sında Toscana’daki bir manastırda geçen konusuyla film, asil bir ailenin kızlarını buraya hayatını adaması için getirmesiyle başlıyor. Başrahibe Felicita (Charlotte Rampling) varlıklı olduğunu bildiği Carlini ailesinden kızlarını manastıra kabul etmek için sıkı bir pazarlığa girip istediğini elde ederken, Vatikan’a layık tüccar kafalı bir din insanı olduğunu kanıtlar.
Kızlarının hasletlerinden bahseden Carlini’lere Felicita, ironik bir dille “Fazla zeki olmak tehlikeli olabilir” der. Yaşanacak olağanüstüsü olaylar baş rahibenin bu tespitini haklı çıkaracaktır. Benedetta’nın manastırdaki ilk günlerinde önünde dua ettiği Meryem Ana heykeli üstüne devrilir. Küçük kız bu kazayı mucizevi bir şekilde yara almadan atlatınca, rahibeler kendisinin üstün güçleri olduğuna kanaat getirir.
Küçük yaştan itibaren mucizelere vesile olan Benedetta kısa sürede çevresinde muazzam bir etki bırakır. İsa ile iletişime geçtiğine inanan Benedetta (Virginie Efira), zaman zaman çarmıha gerilmenin doğurduğu derin yara izlerini bedeninde taşır. Katolik hiyerarşi içinde hızla yükselirken, babasının ve ağabeylerinin tecavüzünden kaçıp manastıra sığınan genç Bartolomea’nın (Daphne Patakia) manastıra kabul edilmesini sağlar.
Benedetta rahatsız edici dini ve erotik vizyonlardan mustariptir. Bunu sezen Bartolomea kendisine erotik yaklaşımlarda bulunur. İki rahibe arasındaki ilişki romantik ve tutkulu bir aşk ilişkisine dönüşür. Benedetta’nın halk tarafından sevilmesini, popülaritesini kıskanan Felicita’nın güzel kızı rahibe Christina (Louise Chevillotte) kendisine savaş açar. Annesinin arkasında durmamasına içerleyip intihar etmeyi seçer.
Yıldızı hızla yükselen Benedetta Felicita’yı alt ederek manastırın yeni baş rahibesi seçilir. İki rahibeyi lezbiyen ilişki içindeyken röntgenleyen Felicita soluğu Floransa’da, Vatikan temsilcisi olan Alfonso Giglioli’nin yanında alır. Tutucu, bağnaz bu din adamını Toscana’ya gelmesi konusunda ikna eder. Vebadan kırılan kasabaya gelen Alfonso Bartolomea’ya itirafta bulunması için işkenceden geçirir. Pes eden genç rahibe, Benedetta’ya mastürbasyon yapması için verdiği bir ucu cinsel uzuv şeklindeki yontulmuş tahtadan Meryem Ana heykelciği, Benedetta’nın sakladığı yeri gösterir.
Bartolomea’nın hayatını kurtarmak için Benedetta ile lezbiyen ilişki yaşadığını itiraf etmesiyle, Katolik Kilisesinde günah sayılan bu durum Benedetta’nın afaroz edilmesini sağlar. İşkenceden geçirilen genç rahibe kasaba meydanında yakılmaya mahkûm edilir. Ancak kendisine inanan ve seven halkın ayaklanmasıyla alevlerden kurtulur. Engizisyon zihniyetinin temsilcisi Floransa Kardinali Alfonso Giglioli ve yakınları linç edilir.
Benedetta’nın kasaba halkını dönem pandemisinden koruduğu inancı yayılır. Benedetta ile Bartolemea serbest bırakılır. Ancak Benedetta sevgilisinden ayrılıp yaşamının sonuna kadar kalacağı manastıra döner. İfa ettiği mucizelerle Tanrının seçtiği kul olarak görülen rahibe Benedetta rolünde, son Cannes Festivali jürisinde yer alan Fransız oyuncu Virginie Efira (44) rolünün hakkını veren inandırıcı bir performans çıkarıyor. Genç oyuncuyu Verhoeven’in bir önceki filmi ‘Elle’de de izlemiştik.
Efira gibi Belçika doğumlu Yunanlı Daphne Patakia ilk kez yakaladığı önemli rol fırsatını iyi değerlendiriyor. Her filmde karşımıza çıkmasına şaşırmadığımız (133 filmde yer alan) Charlotte Rampling her zaman olduğu gibi başarılı. Sırıtan tek oyuncu, karikatürize bir Kardinal kompozisyonu çizen Fransız aktör Lambert Wilson.
‘Benedetta’yı MUBİ’de izleyebileceğiz.
‘SON DÜELLO’
Ben, Ridley Scott’u ilk kez 1977 yılında kariyerinin ilk filmi ‘The Duelists’i takdim etmek için geldiği Cannes Film Festivalinde gördüm. İngiliz usta 44 yıl sonra ‘Son Düello / The Last Duel’ ile yine düellolu bir filme dönüş yapıyor. Ridley Scott’un 84 yaşında üretkenliğini sürdürdüğünü ve formunu koruduğunu görmek sevindirici.
1386’da yaşanmış gerçek bir olayı anlatan, Eric Jager’in 2004 tarihli romanından alınmış filmin senaryosunda Nicole Holofcener, Ben Affleck ve Matt Damon’un imzası var. Affleck ile Damon kendilerine Orijinal Senaryo dalında Oscar getiren ‘Can Dostum / Good Will Hunting’den sonra (1998) ilk kez senarist olarak bir araya geliyorlar.
‘Son Düello’daki bir tecavüz ve cinayet olayı, aynen Akira Kurosawa’nın 1950 tarihli başyapıtı ‘Rashomon’da olduğu gibi, üç kahramanının ağzından anlatılıyor. Film döneminin aristokrasisindeki ahlak anlayışını, Orta çağ zihniyetini ve dönemin ruhunu yansıtmada başarılı. Kilisenin peşin hükümle ve kadın düşmanlığı ile, erkeğin yanında yer alması da filmde eleştiriliyor. Senaryo insani duyguları öne çıkarmaya, davranış kodlarını etüt etmeye özen gösteriyor. 150 dakikalık süresine rağmen bu tarihsel epik film baştan sona eksilmeyen bir ilgiyle izleniyor.
Norman şövalye Jean de Carrouges (Matt Damon) ile Norman bey Jacques Le Gris’nin (Adam Driver) olaylı düellosuna ışık tutan filmde, eski ve yakın dost olan bu ikilinin düelloya tutuşmasının sebebi, Jean’ın karısı Marguerite’in (Harriet Walter) Jacques’ın kendisine tecavüz ettiğini iddia etmesine dayanıyor. Savaştan dönen Jean, kimsenin karısına inanmadığı bir ortamda, adaletin sağlanması için Fransa Kralı 6. Charles’a (Alex Lawther) çağrıda bulunur ve çıkan karara göre bu iki arkadaş, ölümüne bir düelloda hayatta kalma mücadelesi verir. Bu tarihin son yasal düellosudur.
Soğuk, öfkeli, prensip sahibi, kompleksli, kontrol manyağı Jean, birinci sınıf bir savaşçı olmasına rağmen kadınlara nasıl davranılması gerektiğini bilmez. Jean eşinin tecavüze uğramasından çok, olayı kendisine yapılan bir haksızlık olarak kabul eder. Alt sınıftan gelen ama eğitimli, çok zeki ve bencil olan Jacques, derebeyi Pierre D’Allençon’un (Ben Affleck) gözdesi ve himayesindedir. Bu narsist iki erkeğin gözünde kadınlar cinsel arzularına cevap veren, erkeğin malı objelerdir.
Kadın düşmanlığının had safhada olduğu bir dönemde geçen öyküdeki üç anlatıcıdan tabi ki Marguerite’in versiyonu izleyiciye inandırıcı gelir. Empati kurmayı aklından geçirmeyen, kan görmekten hoşlanan, çocuksu Fransa Kralı filmde karikatürize edilmiş hatlarla sunuluyor. Tecavüze uğramışken müfteri durumuna sokulmak istenen Marguerite, tek başına kaldığı bu savaşta kendini savunurken inandırıcı oluyor. Esasen zengin oyuncu kadrosunda bu rolde izlediğimiz İngiliz oyuncu Jodie Comer mükemmel performansıyla öne çıkıyor.