´Korku Tüneli´ndeki nefes kesici Presley yorumuyla tanıdığım Murat Mahmutyazıcıoğlu, sarhoş din adamından drag queen´e çok sayıda karaktere getirdiği gerçekçi yorumlara kuşağının en iyi oyuncularından biri olarak belleğimde yer etmişti. Zamanla, dört dörtlük aktörlüğünün yanında, dekor, ışık ve afiş tasarımcısı, yönetmen, müzisyen ve özelikle birbirinden güzel oyunların yazarı olarak, on parmağında on marifet bir sanatçı olduğunu keşfettim. Son yıllarda oyun yazarlığında yoğunlaşan Mahmutyazıcıoğlu, 30´lu yaşlarının ortalarına gelmiş tiyatro yazarı kuşağının kanımca en başarılılarından biri.
‘Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin’
Murat Mahmutyazıcıoğlu, yazıp yönettiği dördüncü oyunu ‘Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin’de kadın ruhunun özünü, kadınlık hallerini, kadınlığın susmayı yeğlediklerini kadınlarla anlatır. Son yıllarda Türk Tiyatrosunda yazılmış en güzel beş-altı oyundan biri olan Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin’de üç kadın ‘meddahı’ 80 dakika boyunca hiç kalkmayacakları üç iskemleye oturtup öykü anlatıcısı olarak konuşturan Mahmutyazıcıoğlu, müthiş hareketli, tempolu devinimli sahnelemesine, iç sesleri birbirinin içine geçirir, monologları diyaloglara, bazen de üçlü tartışmalara dönüştürür.
İlk kez 2016’da sahnelenen, topluluğa BAMİstanbul adını veren oyun, Başak Kıvılcım Ertanoğlu, Ayfer Dönmez, Melis Öz üçlüsünün unutulmaz yorumlarıyla birkaç sezon ful oynadıktan sonra hâlen İBBŞT repertuarında, farklı kadroyla sahneleniyor.
‘Kader Can’
Biraz varoş biraz bıçkın rapçı İstanbul çocuğu Kader Can’ın ayrıntılı askerlik öyküsünü, zarif bir mizah duygusuyla, çok sayıda karakter üzerinden aktaran ‘Kader Can’, Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin’deki çizgiyi daha da ileriye götüren, ‘monodrama’ kavramını ‘meddah’la zenginleştiren müthiş etkileyici bir aşamadır. Yazar yönetmen Murat Mahmutyazıcıoğlu Kader Can’ı hikâye anlatıcılığıyla fiziksel tiyatro unsurlarını geleneksel meddah anlayışıyla ustaca harmanlayan etkileyici bir yorumla sahneler. Oyunun büyük kozu, 90 dakika boyunca izleyiciyi öyküye kaptırıp götüren Kader Can’dan sevgilisine, annesinden mahallenin bakkalına, Ankaralı taksi şoföründen askeriyedeki komutana, kıdemli askerden acemi çaylağa, ‘poşetlere’, bütün karakterleri, yüzü, sesi duruşu ve bedeniyle üstelik onlarla diyaloglara girişerek var eden Deniz Karaoğlu’dur. Değme sokak dansçısını kıskandıracak kadar iyi hip hop yapan, rap söyleyen Karaoğlu’nun performansı kazandığı ödüllerden çok daha da fazlasını hak eder.
Pandemi kısıtlaması sonrası tekrar sahnelenen Kader Can, kaçıranlar ve Deniz’in müthiş yorumunu izlemek isteyenler için 8 Aralık Kadıköy Boa Sahne, 23 Aralık Bahçelievler Kültür Merkezi ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde.
Geleneksel meddah formundan çıkarak birbirini türeten bu çağcıl ve ilginç iki oyunu,
Mahmutyazıcıoğlu’nun İKSV Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatro Teşvik Ödülü desteğiyle yazıp yönettiği, Kadıköy Boa Sahne’nin yapım ortağı olduğu, 25. Tiyatro Festivali’nde prömiyer yapan ‘Istırap Korosu’ tamamlayarak, bir meddah üçlemesi oluşturur.
‘Istırap Korosu’
Sessiz… Huzurlu bir apartman. Ayak seslerinin, gıcırtıların, çığlıkların, kahkahaların birbirine karıştığı tuhaf bir gece… Merhaba komşular, hanımlar, beyler, şerefe! Örtün kapınızı pencerenizi! Şşşttt sessiz… Şşşttt yavaş… Istırap yazılır, ızzzdırap çekilir!
Murat Mahmutyazıcıoğlu, ‘Istırap Korosu’nda İstanbul’un seslerini, kadınların içlerinden geçirdiklerini, oradan oraya savrulan gençlerin kırgın ve öfkeli hallerini bir ‘apartman hikâyesi’nde anlatıyor. Karakterlerin kâh kimselere sezdirmeden çektikleri kâh yeri göğü inleterek ilan ettikleri ‘ıstırapları’, ritmik bir akışın içine yerleşiyor.
Dipdibe dairelerinde, birbirlerine fersah fersah uzak yaşamlar sürdüren komşuların içlerinden geçen ve dışlarına taşan bağırışlar; çarpan kapılar, titreyen pencereler, parçalanan kalpler, tepinen çocuklar…
Mutsuzlukların çığlıklara dönüştüğü, hepimizin hayatlarına dokunan metniyle Istırap Korosu anlatılması zor, soluk soluğa izlenmesi heyecan verici bir oyun. Kadın, erkek, genç, yaşlı, evli, bekâr, çocuk ve köpek 14 karakterden oluşan çok sesli karmaşık koroyu iki müthiş oyuncu, ‘Cambazın Cenazesi’nin muhteşem kadın meddahı Seda Türkmen ile ‘Kader Can’ın olağanüstü yorumcusu Deniz Karaoğlu seslendiriyorlar.
ikincikat yıllarından beri aynı toplulukta arkadaşlık eden Murat, Seda ve Deniz henüz metin yokken beraber çalışmaya başlamışlar. Bir söyleşilerinde Murat, metni hep onların sesini duyarak, nasıl oynayabileceğini tahmin ederek yazdığını, provalar sırasında Deniz ve Seda’nın da bu karakterlerin üç boyutlu olmaları için büyük katkıları olduğunu belirtir.
İfade ettiğim gibi Istırap Korosu anlatılır gibi değil. Oturdukları sandıklardan 65 dakika boyunca kalkmadan, sandığa her vuruşlarıyla bir kişilikten ötekine anında geçen, yüz, beden, ses tonlaması ve mimiklerle her karakteri büyük ustalıkla ayrıştıran ikilinin peşinden seyirci, Deniz ve Seda’nın kusursuz yorumları sayesinde finale kadar kaybolmadan yolunu buluyor. Deniz’in köpeğiyle Seda’nın Hoca efendisiyse unutulur gibi değil.
29 Kasım, 13 ve 22 Aralık Kadıköy Boa Sahne’de, 16 Aralık, DOT’un eski yeri Hann Sahne Kanyon'da ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde...
Üçlemenin tamamının sahnelenmekte olması büyük şans. Hiçbirini kaçırmayın derim.
25. İstanbul Tiyatro Festivalinde Tiyatro DEA’nın yeni oyunu
‘Gabriel’in Düşü’
Sema Elcim, Eser Zakuto ve Özgür Elcim tarafından 2020’de kurulmuş Tiyatro DEA, ilk oyunları ‘Feramuz Pis!’le 24. İstanbul Tiyatro Festivaline katılmıştı. Yine Sema Elcim’in yazdığı, Ahmet Sami Özbudak’ın yönettiği ikinci yapımları ‘Gabriel’in Düşü’ ile bu yıl da festivaldeler.
‘Gabriel’in Düşü’ Yunanistan’ın Midilli adasında, iç savaştan kaçan Suriyeli göçmenlerin ‘yeryüzü cehennemi’ olarak adlandırdıkları Mora Mülteci Kampındaki zor şartlara isyan etmelerinin yarattığı kargaşanın kaotik fonunda, aynı zaman diliminde farklı hayatlar süren altı insanın birkaç gününe odaklanır.
Berna (Banu Çiçek) ile Berk (Kerem Pilavcı), on yıllık evliliklerinin geleceği hakkında birbirlerinden habersiz aldıkları farklı kararları eyleme geçirmek için Midilli’yi seçmiştir. Tatil için kiraladıkları evin sahipleri, 6-7 Eylül Olayları sonrasında İstanbul’dan adaya göç etmiş Angeliki (Çiçek Dilligil) ile kocası Angelos’tur (Burak Tamdoğan). Angeliki, Atina’da tıp okumaya giden, uyuşturucu bağımlısı bir sanatçıyla evlenip iki kez intihara teşebbüs eden kızları Eleni’yi dert edinirken, kendisini de aslında göçmen olduğunu unutmaya yatkın Angelos, ‘mülteci sorununa’ radikal çözümler aramaktadır. Berna ile Berk ‘tuhaf’ ev sahiplerinin ‘tarih kokan’ evlerine yerleşirken Suriye İç Savaşı’ndan kaçıp Midilli’deki Mora Kampında sıkışıp kalmış Mirvan (Ersin Umut Güler) ve Yana (Ayşegül Tekin), adadan kurtulmanın yollarını aramaktadır. Mirvan Almanya’ya gitme umudunun sürdürürken, yeni doğmuş bebeği, bedeninde ve büyük kızının öldürülmesinin ruhunda açtığı onulmaz yaralarla Yana, artık var olmayan bir geçmişe dönme hayalindedir. Eleni’ye hâlâ aşık olan adanın yerlisi Dimitri’yi canlandıran Batur Belirdi, oyunda anlatıcı / haberci rolünü de üstlenmektedir. Adayı tepeden izleyen gizemli manastırın merhum azizi Gabriel ise, bu üç ailenin kadınları için kurtuluş umuduna dönüşmüştür…
‘Feramuz Pis’te, ilginç bir fikirden yola çıkmış da olsa, natamam bir iş çıkardığını düşündüğüm Sema Elcim, görece konforlu hayatlarımızın içinde dahi, gezegende olan bitenden ‘kaçamayacağımızı’ anımsatan ‘Gabriel’in Düşü’ ile, ilk oyununu fersah fersah aşan çok parlak bir metin yazmış. Genç yazarın Berna ile Berk gibi tanımış olabileceği ya da
Mirvan ile Yana gibi her gün yanlarından geçebildiği karakterlere getirdiği inandırıcı bakış kadar, belki de hiç karşılaşmamış olduğu Angelos ve Angeliki’yi bu kadar gerçekçi çözümlemesinden çok etkilendim. Onlar sadece Angelos ve Angeliki değil, 6-7 Eylül sonrası tsunami gibi kabaran karşılıklı nefret ve güvensizlik dalgalarının Yunanistan’a göç etmek zorunda bıraktığı lise ve üniversiteden can arkadaşlarım Yani, Niko ve Hristo’dur; onlar, on yıllarca saçımı kesen, yerleştiği Atina’da yıllar sonra karşılaştığımızda “Vre Erdoğan’akimu sanma ki farkı var, ben orada gâvurdum, buraya geldim ‘Turkiko’ diye dışlandım” diyen İstanbul’un ilk erkek kuaförü Stelyo’dur.
Yönetmen Özbudak dekor tasarımını da üstlendiği çok mekânlı oyunu tek bir yere, bir tarafı denize, bir tarafı karaya uzanan bir ahşap iskeleye taşımış. Oyuncular tarafından çekilebilen, sağa sola döndürülebilen bu hareketli oyun alanında sahnesi olmayan karakterleri iskelenin etrafındaki tahta iskemlelerine oturtarak yaşananların hem zaman karakterini de vurgulamış. Oyuncu yönetimi her zamanki gibi dört dörtlük. Özellikle Feramuz Pis!’de yanlış yönetildikleri için yanlış oynayan kimi oyuncuların burada harikalar yaratması, iyi yönetmenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.
Bir kırmızı eşarp / örtüyle neler yapılabileceğiyse sanki yaratıcılığın tarifi. Çok iyi yazılmış, sahnelenmiş, oynanmış bir oyun. Kaçırmayın derim.10 Aralık ve 21 Ocak’ta DOT’un Kanyon’daki eski mekânı Hann Sahne’de. İyi seyirler.