Çocukluk anılarımız kültürümüzün çok önemli temsilidir. Bu anılar tatlı ve acı olsalar da karakterimizin şekillenmesinde çok önemli rol oynar. Ne kadar çeşitlendirilmiş bir dünyada yaşarsak yaşayalım, çocukluk anılarıyla birlikte gelen ortak aidiyet hissi insanları birbirine bağlayan açıklanmaz bir duygudur. Türkiye´den Paper Street Co., İsrail´den Gnat Micro Press, on Türkiyeli ve on İsrailli sanatçıyı bir araya getirip, birbirleri ile eşleştirdi. Yirmi sanatçı dijital ortamda birbirine kendi çocukluk anılarını anlattı. Böylelikle her bir sanatçı, partnerinin çocukluk anılarının içine girip, onları kendi özgün diliyle resimledi.
Kitap, ünlü yazar Etgar Keret’in bu proje için kaleme aldığı bir hikâyesiyle başlıyor. Hikâye İbranice, Türkçe ve İngilizce olarak üç farklı dilde okunabilir. ‘Bana Hikâyeni Anlat’ ne kadar rengârenk görsel bir şölen olsa da sadece harika illüstrasyonlardan ibaret değil. ‘Bana Hikâyeni Anlat’, aynı zamanda iki ülkenin coğrafi, dini ve siyasi farklılıklarına karşın bireylerin ve duyguların ne kadar benzer olduğunu vurguluyor. Şişli Belediyesinin desteğiyle bu proje aynı zamanda bir sokak sergisine dönüşüyor. Şişli sokaklarını renklendirecek bu sergi, ocak ayı itibariyle başlayacak. Kitap, İsrail’in İstanbul Başkonsolosluğunun desteği ile hazırlanmış olup, bu interaktif projenin kurgusu yine İsrail’in İstanbul Başkonsolosluğu, İpek Özbay, Ayşe Zeynep Özbay ve Keren Katz’a ait. Gelin hep beraber bu sıra dışı projenin gelişimini öğrenelim.
Öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız?
İpek Özbay: Paper Street Co.’nun kurucularından biriyim. Yaratıcı ve görsel işlere hep merakım vardı ve bir gün kendi işimi kuracağımı bilerek üç seneye yakın reklam sektöründe çalıştıktan sonra bir start-up kurma fikirleri başladı. Paper Street Co.’yu kız kardeşim Zeynep’le beraber nasıl bir yola girdiğimizi bilmeden, kartpostal sevdamızın peşinden giderek 2016 yılında İstanbul’da kurduk.
Paper Street Co. olarak kartpostal, defter, poster, sanatçı edisyonları, ajanda, takvim gibi çok çeşitli yaratıcı kağıt ürününü tasarlayıp üretiyoruz. Çok yakın zamanda bir yayınevi olduktan sonra sanatçı kitapları tasarlamaya ve üretmeye başladık.
Günümüz tasarım dünyasında fark yaratmak üzere; stil sahibi, üzerine düşünülmüş, işlevsel ve bilinçli üretilen ürünler ve projeler ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Doğayı düşünen insanlarla, doğa dostu materyallerle ve yerel üreticilerle beraber tüm ürünlerimizi İstanbul’da üretiyoruz. İş birliği yapmanın ve farklı bakış açılarının yaratıcı gücüne inanıyoruz. Birçok sanatçı ile birlikte çalışarak koleksiyonlarımızı geliştiriyoruz.
Keren Katz: Karikatürist ve illüstratörüm. Vermont'taki Karikatür Çalışmaları Merkezinde araştırmacıyım. 2010'dan beri çizgi roman yapıyorum ve dünya çapında uluslararası çizgi roman festivallerine katılıyorum. 2015’te Gnat Micro Press ve Humdrum Comics Collective ile çizgi roman ve şiir yayınlamaya başladım. Bugünlerde bağımsız bir kitapçıda çalışıyorum, yıllar içinde topladığım devasa, taşınabilir bir çizgi roman kitaplığım var. Performansı geliştiren etkileşimli, sanatsal etkinliklerde çeşitli sanatçılarla iş birliği yapıyorum ve Lilach'ın yönettiği The Pathos Mathos Company'nin bir parçasıyım.
Kitap oluşturma projesi nasıl gelişti? Fikir nasıl ortaya çıktı?
İpek: Elazar’la beraber 2020 sonbaharında bir proje kurgulamak üzerine konuşmaya başladık. Farklı fikirleri değerlendirdikten sonra sanatçılar arasında diyalog yaratacak bir sanatçı kitabı çıkarma fikrinde karar kıldık. Projeye Tel Avivli ortağımız Gnat Micro Press’ten Keren Katz’ın da katılmasıyla uzun uzun online görüşmeler yaptık. Çocukluk anıları etrafında bir proje kurgulama fikri hepimizin en çok içine sinen fikir oldu ve heyecanla buna uygun olacağını düşündüğümüz sanatçılarla iletişime geçtik. Oluşturduğumuz listemizden de birbiriyle anlamlı ilişkiler kurabileceğini inandığımız ve hissettiğimiz sanatçıları birbirleriyle eşleştirdik. Sanatçılar eşleştikten sonra aralarındaki diyalogu gözlemlemek ise en eğlenceli kısım oldu!
Keren: Elazar, Gnat Micro Press'i ve kitaplarını ticari ürünler olarak düşünmek yerine, bir topluluk ve iş birliği oluşturmaya odaklanan bu projeyi duyunca beni aradı. Bizi Paper Street Co. ile tanıştırdı ve ortak bir projeyi göz önünde bulundurarak bir dizi çevrimiçi toplantı gerçekleştirdik. İlk başta her kültürün, diğerini araştıracağı ya da her sanatçının kendi hikâyesini getireceği şeklinde birkaç fikir üstünde düşündük. Ancak bunlar, umduğumuz türden bir bağ içermeyecekti. Herhangi tür bir kültürel söylem son derece karmaşık bir çabadır. Her zaman temsil, kimlik, önyargı, özgünlük ve ayrıcalık sorunları vardır.
Kim nasıl destekledi bu projeyi?
İpek: Projede bizi (Paper Street Co.) ve Gnat Micro Press’ten Keren Katz’ı, Elazar bir araya getirdi ve her alanda destekçimiz oldu. Projenin tasarım sürecine kadar aslında herkes kendinden birçok çok şey kattı. Keren Katz İsrailli sanatçıların kürasyonu ve iletişiminden sorumluydu, ben de Türkiyeli sanatçılardan sorumluydum. Zeynep ise projenin tüm görsel kimliğini ve tasarımını yaptı.
Partnerinizle tanışma süreciniz nasıl oldu? Nasıl eşleştirildiniz?
Keren: E-posta ile tanıştırıldık ve sonra birbirimize hikâyemizi gönderdik. Çevrimiçi etkileşim çok azdı. Ben, üçüncü bir taraf aracılığıyla özet ve ödevler almaya alışmış bir illüstratör olarak, hikayeyi onu yazan kişiden almanın çok daha heyecan verici olduğunu düşünüyorum. Hikâyemi önceden planlamadan, sanki doğrudan bir soru sorulmuş gibi tek seferde yazdım ve hemen cevap verdim. Karşılığında aynı türden bir hediye aldım.
Sıra eşleştirmeye gelince; sanatçıların farklı yaş, geçmiş, teknik ve deneyime sahip olmaları nedeniyle yayınevleri tarafından listeleri çıkarıldı. Bu en zor kısımdı. Ardından sanatçıları eşleştirmek için elimizden geleni yaptık. Keşke kaynaklarımız ve zamanımız sınırsız olsaydı, çünkü sanatçılar hakkında bilgi edinmek, mümkün olan en iyi müze turu gibiydi.
Kitabın dizaynı çok göze çarpıcı ve davetkâr. Tasarım aşaması nasıl gelişti?
İpek: Kitabın tasarımı için Zeynep hem metinlerle hem de çizimlerle uzun zaman geçirdi. Kitabı tasarlarken sanatçılar arasındaki diyalogu yansıtabilmek odağımızdaydı. Aynı zamanda içeriklerin önüne geçmeyecek ama kendi başına bir dil yaratacak bir tasarım ortaya çıkarmak istiyorduk. Özgün bir sisteme oturtmak ilk aşamada oldukça zor oldu. İşleri birbirleriyle bağlayan öğe olarak farklı şeyleri denedikten sonra renkleri kullanmaya karar verdik. Kitabın kapağında bu renkler bir yansıma olarak karşımıza çıktı. Çeşitli çalışmaların ardında hem yalın hem de istediğimiz içimize sinen bir tasarım oluştu.
Başka birinin çocukluk hayallerine girmek nasıl bir duyguydu sizin için?
Keren: Partnerimden o dönemden bazı fotoğraflar istedim ki, gerçekten içeri bakıyormuşum gibi hissedebileyim. Ama sonuçta, görsel yorumlama, kendi çocukluğunuzun yansıtma eylemidir. Bu kitapta toplanan yazışmalar, çocukluk anılarının metin halinde bir alışverişi olarak tanımlansa da gerçek çocukluk duygusunun gerçek alışverişi, görsel ortamda gerçekleşir. Bu, karşılıklı ilham, karşılıklı verme ve aynı zamanda ruhunuzun en mahrem yönlerini yansıtma özgürlüğünüzün bir sentezidir çünkü hikâye size ait değildir.
Bu projelerinin diğer projelerden farkı sizce neydi?
İpek: Proje konusu dolayısıyla oldukça naif, kitabı eline alan birçok kişi kendinden bir şeyler buluyor. Hatta hikâyeleri okurken sanki benim yaşadığım bir hikâye gibi hissettim diyen birkaç kişi bile oldu. İster buruk ister kalp okşayıcı olsun çocukluk öyküleri gerçekten bariyerleri indiriyor.
Keren: Bir kitap oluşturmayı; aslında topluluk oluşturmak, beceri ve kaynak paylaşımı elde etmek veya birinin sesinin, kalbinin ve zamanının kıymetini ifade eden değerli nesneler yaratarak, hikâyeleri gün ışığına çıkarmak için bir bahane olarak düşünüyorum. Yayınlanan her kitabı daha fazla konuşmak ve yorumlamak için, bir katalizör olarak görüyorum. Zamanımı, her türlü ebat ve şekildeki kitabı yaymaya, toplamaya, desteklemeye, dağıtmaya adıyorum.
Kültürel anlamda size farklı gelen veya çok tanıdık gelen şeyler oldu mu?
İpek: Projeyi tasarlarken, farklı coğrafyaların sanatçıları arasında oluşan etkileşimin bizi kültürlerarası, mesafelerin yakınlaştığı, sıcak ve derinden tanıdık bir dünyaya götüreceğini hayal ettik. Ancak çocukluk anılarının aslında herhangi bir kültüre bağlı olmadan da özünde çok benzer olduğunu gördük. Ortak nokta ise çocukluğa özgü bir merak.
Kitapta verilmek istenen mesaj nedir?
İpek: Yaş, dil, din, mesafelerden bağımsız olarak farklı kültürden sanatçılar arasında çocukluk hikâyelerinin sihirli gücüyle bir diyalog yaratmak istedik. Çocukluğun, zamanın merhametine bağlı bir hatıra olmasının ötesinde, aslında benliğimizin önemli bir parçası. Çocukluk hikâyelerinin tanıdık bir yerden kendimizle ve birbirimizle bağ kuran bir yolculuğa çıkardığına inanıyoruz.
Ortaya çıkan bu kitap ile sizi de çocukluğun sınır tanımayan bu dünyasına davet ediyoruz. Umarız ki, kitabı keyifle ve çocukluğa özgü bir merakla keşfedersiniz.
Keren: Umarım bu kitap, içindeki güzel illüstrasyonların toplamından daha fazlası olarak algılanır. ‘Bana Hikâyeni Anlat’ başlığını seçmemizin sebebi ise, bize göre bu kitaptaki öyküler kesin bir son değil. Her fırsatta daha fazla hikâye anlatılmalı diye düşünüyoruz. Kitap okuma eyleminin empati ve şefkatten ibaret olduğu, daha fazla açık ve değişim gerektiğini vurguluyor.
‘Tell Me Your Story/ Bana Hikâyeni Anlat’ kitabının üç illüstratörü ile konuştuk
Kitaba katkıda bulunan sanatçılar: Ahu Akgün, Aya Talshir, Bora Aşık, Dror Cohen, Ecem Yüksel, Einav Vaisman, Gilad Seliktar, Gökçe İrten, Itzik Rennert, Jennifer İpekel, Keren Katz, Meltem Şahin, Mert Tugen, Michal Bonano, Roni Fahima, Sasha Zilberman, Selin Çınar, SENA, Shahar Kober, Vardal Caniş
Prolog: Etgar Keret
Sizleri tanıyabilir miyiz?
MERT TUGEN: İllüstrasyonla uğraşıyorum. Uzun süredir çocuk kitapları resimliyorum ve çeşitli mecralara illüstrasyon ve animasyon işleri üretiyorum. Bir yandan kişisel projelerimle ilgileniyor, zaman zaman kısa öyküler çiziyor, zaman zaman elime ne geçerse boyuyorum. Şu sıralar ‘Hav Hav!’ ismini verdiğim müzik projemle ve kaykay tahtalarını boyamakla meşgulüm.
RONİ FAHİMA: İllüstratör ve animatörüm. İsrailli bir dans şirketinde çalıştım, sahne ve belgesel filmler için animasyon yaptım. Aynı zamanda tekstil sanatçısıyım; Shenkar Mühendislik ve Tasarım Koleji Görsel İletişim Bölümünde de öğretmenim.
MELTEM ŞAHİN: Bilkent Üniversitesi Grafik Tasarım Bölümünden birincilikle mezun olduktan sonra, Fulbright bursuyla MICA’da illüstrasyon üzerine master yaptım. 2017 yılında, kadın sanatçılardan oluşan PMS adlı Türkiye’nin ilk artırılmış gerçeklik sergisinin küratörlüğünü yaptım. Animasyonlarım altı farklı ülkede gösterildi. Instagram’da kullanılan sticker’larım 180 milyondan fazla görüntülendi. Geçtiğimiz yıl gifler, animasyonlar ve Aİ ile ürettiğim işlerim altı farklı sergide ve Wrong Biennale kapsamında Tokyo’da sergilendi. Ocak ayında ‘Digital Art Month’ kapsamında ‘come back’ adlı Instagram filtrem Miami’de sergilendi. Son olarak yapay zekâ ile ürettiğim eserim National Gallery’ye seçildi.
Proje nasıl gelişti? Fikir nasıl ortaya çıktı acaba?
MERT: Bana projeden bahseden Paper Street’ten İpek Özbay oldu. Fikrin çıkış sürecine hâkim değilim ama duyar duymaz ikna oldum. Farklı çizerlerle ya da farklı disiplinlerde çalışan insanlarla kolektif üretim halini seviyorum. Üstüne bir de işin içinde benim de anlatmaktan ve konu edinmekten hiç sıkılmadığım çocukluk anıları olunca daha tatlı oluyor her şey.
RONİ: Bu, Keren'e sormanız gereken bir soru.
MELTEM: Elazar Zinvel ve Paper Street projeyi oluşturduktan sonra bana ulaşıp, proje ile ilgilenip ilgilenmediğimi sordular. Ben de projeyi çok sevdiğim için hemen kabul ettim.
İki farklı ülkede yaşan sanatçılar olarak nasıl bir araya geldiniz? Kiminle çalışacağınızı kendiniz mi seçtiniz?
MERT: Bütün seçimleri sanırım projeyi organize edenler düzenledi. Ben bir süre hep İpek üzerinden iletişim kurdum, devamında da İpek beni mail üzerinden Aya ile tanıştırdı.
RONİ: Kiminle çalışacağımızı biz seçmedik, eşleştik; büyük bir ressam ve seramik sanatçısı olan Sena ile çalışma ayrıcalığına sahip oldum, aynı zamanda yaptığım iki şey var. E-posta ile yazıştık, birbirimize resim ve hikâyeler aktardık, zihinsel boşluklar hissetmedim, aramızdaki sözsüz bağ çok güçlüydü.
MELTEM: Paper Street bizi İsrail’den illüstratörlerle eşleştirdi, kendimiz seçmedik.
Partnerinizle tanışma süreci nasıldı?
MERT: Henüz yüz yüze gelme fırsatımız olmadı ama bir süre mailleştik ve birbirimize fotoğraflarla çocukluğumuza dair bazı anılar anlattık. Yoğun bir konuşma değildi ama birbirimizi anladığımızı düşünüyorum ki, işleri görünce anladım bunu.
RONİ: Henüz yüz yüze tanışmadık. İnternette, Sena'nın eserlerini görünce ve hikâyelerini okuduğumda hemen ona âşık oldum. Kişisel hikâyeleri paylaşmamız istendi, kişisel anıları yazmak kolaydı. Çok renkli anılar yaratabildiğim, kültür mozaiğinde büyüdüm, üç öykü yazdım ve aralarından seçim yapması için Sena'ya aktardım, karşılığında güzel bir hikâyem oldu.
MELTEM: Keren ile e-mail yoluyla tanıştım. Birbirimize fotoğraflar ve kendi çocukluk hikâyelerimizi yolladık. Daha sonrasında da kısa kısa sosyal medya platformlarından konuştuk. Yüz yüze görüşemesek de çocukluk hikâyelerimiz üzerinden birbirimizi tanıdığımız için sanki daha derinlerde bir yerlerden bağlandık gibi düşünüyorum. Umarım önümüzdeki günlerde yüz yüze de tanışma fırsatımız olur Keren’le.
Bir başkasının çocukluk hayallerinin içine girmek nasıl bir duyguydu? Diğer projelerinizden farkı neydi?
MERT: Kesinlikle heyecan verici! Bambaşka bir ülkeden, bambaşka şeylerden beslenmiş bir başka illüstratörün çocukluğuma bakışı ve yorumu çok meraklandırmıştı beni baştan beri. Aya’nın hikâyeme yaptığı çizimi ilk önce sosyal medyada gördüm ve gerçekten defalarca açıp baktım, arkadaşlarıma gösterdim. Hikâyeyi alıp benim de çok sevdiğim küçük, komik detaylarla süslemiş. Üzerimdeki Metallica tişörtü ve kulağıma oyuncaklarımı satmamı söyleyen Ronald McDonald gibi. Duvarımda görmek isteyeceğim bir çizim gerçekten. Kendisine buradan da teşekkür etmek isterim. Umarım o da benim işimi beğenmiştir.
RONİ: Başkasının anılarını çizemeyiz diye düşünüyorum. Tüm çabaların sonunda hep kendimizi çizeriz, resimlere/fikirlere bağlanır ve onları kendimiz yaparız sonunda Türkiye ile İsrail arasında çok benzerlikler var. Akdeniz, zihniyet ve bunun gibi birçok ortak özellik…
Sena’nın çocukluk anıları bana çok tanıdık geldi. Anılarını resimlemeye başlayınca çocukluklarımız birbirine karıştı. Aramızda çok ortak nokta olduğunu hissettim, babasını hayal etmek kolaydı, onu kendi özel dedem olarak hayal ettim. Abraham'ın (anne babam) bir melezi olarak hayal ediyorum, bizi çok seven ve saran tatlı, kibar bir adam bizleri sıcakkanlı ve sevecen, güler yüzlü, güçlü ve bakımlı bıyıklı Salomon (babamın babası) bir balıkçıydı ve bizi balığa götürürdü, hep bir kova dolusu balıkla dönerdik.
MELTEM: Yıllardır aslında başka insanların fikirlerini resimleye çok alışkınım. Ama o başkaları hep yazarlardı. Bu proje ile ilk defa bir illüstratörün fikirlerini, çocukluk hayallerini resmettim. Ve çok büyük keyif aldım. Keren büyükannesi ve büyükbabasının yaşamlarını bir çizer gözü ile resmeder gibi anlatmış, betimlemişti en ince detayına kadar. Bana sadece onun sözlü çizimlerini kâğıda aktarmak kaldı.